HDP’nin önceki dönem Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın 142 yıl hapis cezası istemiyle tutuklu yargılandığı dava Ankara Sincan Cezaevi Kampüsü’nde başladı.

Demirtaş, mahkemeye SEGBİS’le katıldı.

‘TUTUKSUZ YARGILAMA İSTİSNAYMIŞ GİBİ BİR HAVA YARATILIYOR’

Demirtaş, geçtiğimiz hafta hayatını kaybeden HDP eski milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat’ı anarak sözlerine başladı.

Demirtaş yaptığı savunmada, "Ali Babacan ile ilgili soruşturma talebi konusunda, Bülent Arınç'ın TV'de yaptığı, savcılara yönelik adeta tehdit içeren açıklamadan bir gün sonra, soruşturmaya yer olmadığı kararı verildi. Gözlerimizi yaşartacak kadar adalet uygulanıyor" dedi.

Demirtaş savunmasında şunları söyledi:

“Tutuklu yargılama esas, tutuksuz yargılama istisnaymış gibi bir hava yaratılıyor. Tutuklu yargılama, sadece siyasi davalarda esas haline gelmiş durumda. Tecavüzcüler, hırsızlar, gaspçılar ve özellikle güvenlik personeliyle ilgili davalarda, yargı çok hassas. Daha bir kaç ay önce Diyarbakır’da bir parkta, Recep Hantaş isimli bir genç, bir güvenlik personeli tarafından hiç yere öldürüldü. O güvenlik personelinin çocuğu, babasının serbest bırakılması için CİMER’e bir mektup yazıyor. CİMER bu dilekçeyi, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına gönderiyor. Başsavcılık, dilekçenin geldiği gün, tahliye talebinde bulunuyor. Mahkeme aynı gün, daha yargılanması başlanmamış olan güvenlik personelini tahliye ediyor.”

BABACAN VE HANTAŞ’I HATIRLATTI…

Diyarbakır’da 20 yaşındaki Recep Hantaş’ın öldürülmesiyle ilgili tutuklanan polisin tahliye edildiği gün, Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi’nden (CİMER) Adalet Bakanlığı’na yazı yollandığı, bakanlığın da yazıyı hemen mahkemeye ulaştırdığı ortaya çıktığını mahkeme heyetine hatırlatan Demirtaş şöyle devam etti:

“Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, CİMER üzerinden aileye bilgi verilmesi için yazı yazıyor. Dolayısıyla Türkiye’de yargı, öyle sanıldığı gibi tutukluluğu esas olarak kabul etmiyor. Gerektiğinde, böyle işliyor işte. Tabii ki benim ailem de partim de CİMER’e (Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi) başvurmadı, başvurmayacak. Ama mahkemeye CİMER üzerinden, hatta başka kanallar üzerinden, davamla ilgili perspektifler geliyordur. Ali Babacan ile ilgili soruşturma talebi konusunda, Bülent Arınç’ın TV’de yaptığı, savcılara yönelik adeta tehdit içeren açıklamadan bir gün sonra, soruşturmaya yer olmadığı kararı verildi. Gözlerimizi yaşartacak kadar adalet uygulanıyor Ankara Adliyesi’nde. Sanki ben bu şekilde tutuklu yargılanıyorum da, Türkiye’deki bütün dosyalarda tutuklu yargılama esas olarak kabul ediliyormuş gibi sanılmasın. Tutanağa geçmiş olayım.”

Demirtaş savunmasına şöyle devam etti:

"Ali Babacan ile ilgili soruşturma talebi konusunda, Bülent Arınç'ın TV'de yaptığı, savcılara yönelik adeta tehdit içeren açıklamadan bir gün sonra, soruşturmaya yer olmadığı kararı verildi."

‘ANKARA ADLİYESİ'NDE GÖZLERİMİZİ YAŞARTACAK KADAR ADALET UYGULANIYOR!’

"Gözlerimizi yaşartacak kadar adalet uygulanıyor Ankara Adliyesi'nde. Sanki ben bu şekilde tutuklu yargılanıyorum da, Türkiye'deki bütün dosyalarda tutuklu yargılama esas olarak kabul ediliyormuş gibi sanılmasın. Tutanağa geçmiş olayım."

Demirtaş AİHM kararını hatırlattı: İlk kez karşımda gerçek muhatabım Adalet Bakanlığı olacak

"AİHM bir kararında, tutukluluğumun siyasi faaliyetlerimi engellediği, siyasi amaçlarla olduğunu tespit etmişti.18 Eylül'de Strasbourg'da, AİHM Büyük Daire önünde bu dava tekrar görülecek. Bu mahkemedeki dosya, çok daha kapsamlı bir şekilde, biz ve Adalet Bakanlığı tarafından, karşılıklı olarak masaya yatırılacak. Orada ilk kez gerçek muhataplarım, Adalet Bakanlığı var. Burada siz [mahkeme heyeti] varsınız ve sanki yargılama yapılıyormuş gibi oluyor. Strasbourg'da, tam da olması gerektiği gibi, bir tarafta Adalet Bakanlığının yetkilileri, bir tarafta ben ve avukatlarım. Burada da olması gereken bu. Adalet Bakanlığından temsilciler, Külliye'den temsilciler savcılık makamına otursaydı gerçekçi bir görüntü oluşurdu."

MAHKEMEYE TEPKİ: HUKUKSUZ KARARLARINIZ NEDENİYLE...

"Beni tutuklu yargılayarak, TBMM'deki faaliyetlerimden alıkoydunuz. Evimden kaçırıldığım 4 Kasım 2016'dan milletvekilliğimin seçimle bittiği 24 Haziran 2018 tarihine kadar TBMM Genel Kurulunda 205 birleşim, 1.197 oturum yapılmış. Bu zaman zarfında Genel Kurul 1.278 saat 34 dakika çalışmış. Milletvekilleri, tam 119.412 sayfa konuşmuş. Ben ise tek bir harf bile konuşamamışım. Aynı dönemde, TBMM başkanı seçilmiş. Bütçe Kanunu ve 45 Meclis Araştırması görüşülmüş. Mahkemenin aldığı hukuksuz kararlar nedeniyle, milletin oyuyla göreve gelmiş bir parlamenter ve partimin eş genel başkanı olarak, bu faaliyetlere katılamadım."

‘AİHM 'TUTUKLU YARGILANAMAZ' DEDİĞİ İÇİN MAHKEME YENİ BİR ŞEY İCAT ETTİ’

"Mahkeme demiş ki, 'Sanık 19 Nisan 2016 tarihli Meclis grup toplantısı konuşmasında, 'tek bir arkadaşım kendi ayağıyla ifade vermeye gitmeyecek' demesi karşısında, adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağı...' Bu yeni bir uygulama. AİHM'in çok sayıda kararında, tutukluluğun devamıyla ilgili 'somut, ikna edici ve sanıkla doğrudan bağ kuran somut deliller olmadığı sürece tutuklu yargılanamaz' denildiği için, mahkeme yeni bir şey icat etti. O konuşmamda çağrımız AKP'yeydi. 'Bu iş tereyağından kıl çeker gibi olmayacak.' Çünkü siz, dokunulmazlığımızı Anayasaya aykırı bir şekilde düzenlediniz, dokunulmazlığımız kalkmış sayılmaz. Bu nedenle biz ifade vermeye gitmeyeceğiz. Dolayısıyla yaptığınız şey, minareyi çalıp kılıfını hazırlamaktır. Ama tutmuyor. Üç buçuk yıl önce Meclis grup toplantısında söylediğim bir sözü, ilk defa olarak tutukluluğuma gerekçe yapmış olmak, usul hukukuyla açıklanamaz. Siyasi saiklerle açıklanabilir. AKP'ye meydan okuduğum bir cümleyi üstünüze alınmışsınız. Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi, üç buçuk yıl sonra böylesi bir konuşmayı neden üstüne alındı? Merak ediyorum."

‘BIRAKILIRSAM SAVUNMA YAPMAM, KAÇARIM' ALGISINI NEDEN YARATMAK İSTİYORSUNUZ?’

"İfade vermeye gitmeyeceğiz' demişim. Kaçacağız mı demişim? 'Bizi zorla getirirsiniz' demişim. Yani zorla getirme kararı alırsınız demişim. Siz ne yaptınız? Tutukladınız. Peki gitmeyen milletvekillerinin tamamı tutuklandı mı? Hayır. Seçmece yapıldı. Tabii ki niye tutuklanmadılar demiyorum. Tutuklanan milletvekilleri seçilirken de yine siyasi saiklerle hareket edildi. Diğer milletvekili arkadaşlarım kendi istekleriyle ifade vermeye gitti mi peki? Hayır, gitmediler. Kararımızın arkasında durdular ve haklarında zorla getirme kararı çıktı. 'Bırakılırsam kaçarım. Bırakılırsam savunma yapmam' algısını neden yaratmak istiyorsunuz? Bu bana hakarettir, kabul etmiyorum."

‘TAHLİYE OLMUŞSAM BİLE HER DURUŞMAYA GELİP ÇATIR ÇATIR TEMSİL ETTİĞİM İRADENİN ONURUNU SAVUNURUM’

"Mahkemeniz, AKP'ye meydan okuduğum bir konuşmayı kendi üstüne alınarak ya 'biz de AKP'liyiz' demiştir ya da çarpıtmak istemiştir. Kabul etmiyorum. Tutukluluk kararı verecekseniz de böyle bir gerekçeyi yazmanızdan utanç duyacağımı belirtiyorum. Beni tahliye edip Yunanistan sınırının öbür tarafına bıraksanız ben kendim bu tarafa atlarım dedim. Çünkü burada konuşmam, hesap sormam gerekiyor. Bizi buraya attıranlardan hesap sormam gerekiyor. Siz duruşmadan vareste tutsanız beni, tahliye olmuşsam bile, her duruşmaya gelip burada çatır çatır, temsil ettiğim iradenin onurunu savunurum ben. Kabul etmiyorum. Hakaret olarak algılıyorum. [Tutukluluk gerekçesi olarak] Hiçbir şey yazmayabilirsiniz, umurumda değil ama kaçacağım şeklinde imalarda bulunarak tutukluluk gerekçesi yazmamalısınız. İstirham ediyorum. Yapmayın böyle."

(Demirtaş, 2012 yılında Nusaybin'de yaptığı bir konuşma nedeniyle suçlandığı 29 no'lu fezlekeye ilişkin savunma yapıyor.)

‘NUSAYBİN'DE YAPTIĞIM VE SUÇLANDIĞIM KONUŞMADA ŞİDDETE ÇAĞRI YOKTUR, KİMSE ÖLMESİN DİYE HERKESİ MİTİNGLERE ÇAĞIRDIK’

"Mahkeme benim konuşmamı suçu ve suçluyu övmek olarak değerlendiriyor ama, o günlerde olan biten şuydu; devlet yetkilileri Öcalan ile Erdoğan'ın talimatı doğrultusunda İmralı'da görüşüyordu. Bu görüşmeler henüz kamuoyuna yansımamıştı. Bazı arkadaşlarımız da açlık grevi yaparak, Öcalan ile görüşmelerin alenileşmesini istiyordu. Açlık grevindeki milletvekillerimiz başta olmak üzere tüm açlık grevi eylemcileriyle bir bir görüştük. Arkadaşlarımız, 'Bizler siyasetçiyiz. Bizi kumpaslarla tutukladılar. Şimdi kan gövdeyi götürüyor dışarıda. Evet siyaset yapmamıza izin vermiyorlar ama biz ölümleri duyuracağız, kararlıyız. Müzakere başlayana kadar da geri adım atmayacağız' diyorlardı. O dönemde parti genel merkezimiz, bu taleplerin hükûmet tarafından dikkate alınması için kamuoyu oluşturma kararı aldı. Aynı tarihlerde hükûmetle de görüştük. Temel hedefimiz, Türkiye'yi barış sürecine evriltmekti. O dönemde görüşme yaptığımız Sadullah Ergin de çaba sarf etti, hakkını teslim etmek lazım. Örneğin Sincan Cezaevinde açlık grevinde olan tutukluları bizzat ziyaret etti.

‘İDDİALAR SAVCININ UYDURMASIDIR’

Yine o dönemde, Öcalan'ın kendi el yazısıyla Erdoğan'a gönderdiği bir mektup vardı. Bu mektup kamuoyuna yansımamıştı. Mektupta yeni bir barış süreci başlatmak istediğini, çok kararlı olduğunu, meselenin artık çözülmesi gerektiğini anlatmıştı. Biz de zaman geçirilmeksizin, açlık grevlerinde herhangi bir ölüm olmadan, konunun neticelendirilmesini istiyorduk. Hükûmet ise açlık grevleri devam ettikçe bunu yapmayacağını belirtiyordu. Hükûmet açlık grevleri baskısıyla adım atmayacağını belirtiyor, açlık grevi eylemcileri ise Hükûmet adım atmadan bırakmayacaklarını söylüyorlardı. Dolayısıyla bir sıkışıklık, bir tıkanıklık vardı. Bunun açmaya çalışıyorduk. Konuşmamda şiddete çağrı yoktur. Tam tersine kimse ölmesin diye, müzakereler başlasın diye herkesi meydan meydan mitinglere çağırdık. Direniş dediğimiz budur, zaten her yerde de bu direnişten söz ettik. En küçük bir şiddet de yaşanmadı, böyle bir suçlama da yok zaten. İddialar savcının uydurmasıdır. Savcı cemaatten soruşturma geçirmiş. Kendisini yönlendirenler, 'olası bir çözüm sürecinin önüne nasıl geçebiliriz'i tartışmışlar ve kendisini böyle yönlendirmişler.

Siyasetçinin önünü tıkamak, söz söylemeyi suç saymak, 'Sn Öcalan' demeyi terör propagandası saymak; barış süreci olsun, müzakere olsun demeyi terör propagandası saymak. Bunları yapmak şiddeti teşvik etmektir asıl.

O gün 100 bin kişilik miting yapılmış. Benden başka en az 10 kişi konuşmuş. Ben de konuşmuşum. Aşağı yukarı aynı şeyleri ifade etmişiz. Konuşmacılar Sn Öcalan demiş, müzakere olsun demiş ama bir tek bana fezleke hazırlanmış. İlginç değil mi?

‘NEDEN SADECE DEMİRTAŞ?’

Ben partime eş genel başkan olduğumdan bu yana, kesintisiz bir şekilde birileri beni, yargı eliyle durdurabilmek için azami çaba sarf etti. Neden Selahattin Demirtaş? Neden sadece Selahattin Demirtaş ile ilgili Emniyet rapor tuttu ve savcının önüne koydu? Halkımız nedenini biliyor. Kamuoyu nedenini biliyor. Hiç şüphem yok ki beni yargılayan üç hakim de en az benim kadar iyi biliyor. Ola ki Kürt sorununun barışçıl çözümünde Demirtaş, Kışanak, Yüksekağ siyasi inisiyatif alıp da şiddeti sonlandıracak girişimlerde bulunmasınlar, bunu akıllarına bile getirmesinler diye yapılmış baskılardır.

Bunlar bizi korkutma amaçlı olmanın ötesinde -korkmayacağımızı biliyorlardı- 'siz silah bırakılsın diyorsunuz, müzakere olsun diyorsunuz ama biz sizi konuşturmayız, haberiniz olsun' diyorlardı.Bunu bize demiş olmuyor, PKK'ye vermiş oluyorlardı. Subliminal mesaj. 'Ey PKK yöneticileri, bak biz sivil siyasetçiye bile siyaset yaptırmıyoruz, siz niye silahları bırakmayı düşünüyorsunuz ki' demiş oluyorlardı.

Peki ben bunları uyduruyor muyum? Hayır. Bu konuşmayı yaptıktan bir kaç ay sonra, İmralı çözüm süreci başladığında ben de bir kaç defa Kandil'e gittim. Silah bırakılması tartışmalarında bizzat bulundum. İkna etmek için saatlerce konuştuğum günler oldu. Bana şunu söylüyorlardı: İyi de, gece gündüz soruşturmaya tabi tutuluyorsunuz. Siz bize silah bırakın sivil siyaset yapılsın diyorsunuz da siz bile yapamıyorsunuz, bir nasıl yapacağız? Onlara şunu söyledim; siyaset zordur, biz bu zorlukları göze aldık. Silahları bırakmanızı istiyoruz. Bu fezkeleler, savaş devam etsin diye yapılanlardır."

"Mahkeme heyeti, şu anda yürüttüğü yargısal faaliyetin, barış sürecinin hesaplaşması olduğunu bilerek yargılamayı sürdürmelidir. Barış süreci başarılı olsaydı o günden bugüne yaşanan hiçbir acı yaşanmayacaktı. Binlerce insanın canı kurtulurdu. Siyasetçinin işi, canların feda edilmesini izlemek değildir. Durdurmaktır, çözmektir. Biz bunu yapmaya çalıştık."

‘SİYASETÇİLER GÜVENLİK PERSONELİNİN, ASKERİN, POLİSİN KANI CANI ÜZERİNDEN SİYASET YAPAMAZ’

"Sırrı Süreyya Önder, hapiste. İdris Baluken, duruşma salonunun biraz ilerisinde, hapiste. Hakeza Pervin Buldan. Yüz yüze anlatmaya çalıştık. Hükümetin bilgisi ve çıkmış olan bir yasanın sağladığı güvenceyle bu görüşmeleri mi yapmak doğru yoksa pençe harekatı yapmak mı? Kimse ölmeden sonuç alınacaksa sorunu konuşarak, müzakere ederek çözmek daha erdemli bir tutum değil mi?

Siyasetçiler güvenlik personelinin, askerin, polisin kanı canı üzerinden siyaset yapamaz. Kürt siyasetçiler de Kürt gençlerinin kanı canı üzerinden siyaset yapamaz. Yapan alçaktır. Haysiyetsizdir. Biz onurumuzla çözmeye çalıştık. Yedi yıl sonra şimdi, savcı ve mahkeme bana soruyor, 'Sen bunu yaparken niye Sayın Öcalan dedin? Dolayısıyla terör propagandası yaptın. Öcalan'a neden sayın dedin?' Başka da bir şey yok."

"Bu fezlekede suçlandığım konuşmaya benzer içerikte bir konuşmayı 9 Ekim 2012 tarihinde Meclis grup toplantısında yaptım. 14 Şubat 2012 tarihinde yaptım. Orada da 'Sayın Öcalan ile görüşülmeli' dedim. Benzeri, 7 adet Meclis grup toplantısı konuşmam var. Bizler siyasetçiyiz. Siyaset söz üzerinedir. Söz söylerken, hitap şeklinden yola çıkarak terör propagandası yaptığımız şeklindeki iddialar yanlıştır. Ben de partim de hep barış için çalıştık. Bundan sonra da aynı düşünceleri kararlı bir şekilde savunacağımdan kimsenin şüphesi olmasın. Ben Öcalan'ın devreye girmesi gerektiğini halen düşünüyorum. Bu sorun silahsız, şiddetsiz bir şekilde çözülmelidir."

ERDOĞAN'A: KENDİSİ DEMOKRATİKLEŞME KONUSUNDA BİR ADIM ATARSA BİZ DE KENDİSİNE ON ADIM ATARIZ

"Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz gün, 'Bize bir adım atana biz on adım atarız' dedi. Neyle ve kimle ilgili söylemiş olursa olsun. Kendisi demokratikleşme konusunda bir adım atarsa biz de kendisine on adım atarız. CHP, İyi Parti, MHP başta olmak üzere Parlamento dışındaki partiler de dahil, demokratikleşme ve barış konusunda inisiyatif üstlenirlerse biz onlara da on adım atarız. HDP de ben de seçmenlerimiz de, kim ki demokrasiden yana tutum alırsa onun yanında yer alma konusunda kararlı olacağız. Bütün partileri de dikkatle izlemeye devam edeceğiz. Biz ne Cumhur İttifakının ne de Millet İttifakının parçası değiliz. Demokrasinin yanındayız. Kim ki demokrasi konusunda samimi, ciddi, somut, hızlı adımlar atar ve yanında durursa biz seçmenlerimizle birlikte, o anlayışın gelişmesi için oraya doğru on adım atarız."

‘BİRDEN BİRE BU KONUŞMA [HEYKELİNİ DİKECEĞİZ] AKILLARINA GELMİŞ, ARŞİVDEN ÇIKARMIŞLAR’

"30 no'lu fezlekenin düzenlenme tarihi de ilginçtir. Konuşmayı yaptığım tarihte değil, dokunulmazlıklarımızın kaldırılmasının Meclis gündemine taşındığı günlerde düzenlenmiştir. Görünen o ki savcı, siyasi gelişmeler neyi gerektiriyorsa ona göre hareket etmiş. Dört yıl sonra, dokunulmazlıklar tartışılırken birden bire bu konuşma [heykelini dikeceğiz] akıllarına gelmiş, arşivden çıkarmışlar.

Benim, "Öcalan'ın heykelini dikeceğiz" sözlerini söylediğim dönemdeki siyasi atmosferi hatırlamak lazım. İdris Naim Şahin İçişleri Bakanıydı. Sonradan, Cemaatçi olduğu gerekçesiyle görevden alındı.

Benim o sözleri söylediğim miting başlamadan önce, bir grup gencin elindeki Öcalan posterleri bahane edilerek, bütün kitleye copla, panzerle müdahale edildi. İnsanlara gaz sıkıldı, miting yapılamasın diye. Şöyle bir görüntü çıksın istediler; "Hükümet tam da Öcalan'ı ciddiye almak üzereyken, biz Öcalan posteri taşıyanlara sert müdahale edelim, Öcalan taraftarları buna büyük tepki göstersin." Çünkü bu, Erdoğan'a mal olacak, başbakan o.

‘BİZ DAHA BAŞKAN APO'NUN HEYKELİNİ DİKECEĞİZ" DİYEREK, O KESİMLERE BİR MESAJ VERMEK İSTEDİM’

"Cezaevlerinde açlık grevi yapanlar, Öcalan posterine karşı, gençlere yapılan sert müdahalelere tepki göstersinler açık grevlerini bitirmesinler." Tam da bu amaçla yapılmış bir müdahaleydi. Bunu 15 Temmuz'dan sonra anladı Türkiye de, biz onları o günden biliyorduk. Ben de bunun üzerine, işin doğrusu biraz da duygusal bir tepkiyle, "Biz daha Başkan Apo'nun heykelini dikeceğiz" diyerek, o kesimlere bir mesaj vermek istedim. Bu ülkeye barış gelecek -aslında o anda içimden geçen ve cümleye dökmediğim kısım buydu, keşke o cümleyi de kursaydım orada- ve bu ülkeye barış getirenlerin heykelini dikeceğiz demek istemiştim. oksa gerçekten heykel meraklısı değilim. İnsanların tabulaştırılmasından, tartışılmaz hale getirilmesinden, heykellerinin dikilmesinden de hazzetmeyen biriyim. Bu Öcalan için de geçerlidir, başkaları için de.

Halk arasında bir deyim vardır, "heykeli dikilecek insan" diye. Ankara'da bir bakan ile yaptığımız bir görüşmeden aklımda kalmıştı. Öyle görünüyor ki bu defa iş ciddi ve barış sağlanacak, bunu yapanların da heykeli dikilecek bu ülkeye. Hiçbir tereddüdüm yok, kesinlikle suç değil. Fakat bir siyasetçi olarak, yanlış anlaşılmaktan, kendi cümlemi kurarken yaptığım bir eksiklikten dolayı, üzüntü duydum. Seçimlerde videolarımı kullandılar da, gidip Öcalan'dan mektup aldılar. Getirip canlı yayınlarda okuttular. Bugünkü siyasi atmosferi gözettiğimde, savcı acaba suçlamayı değiştirip, "Öcalan'ın heykelini dikme sözü verdi, dikmedi. Dolayısıyla görevi ihmalden yargılanması gerekir" mi diyecek, merak ediyorum. İnsanlar sözlerimi eleştirebilirler. Öcalan'ın barış girişimleri sonuç almış olsaydı -mecazi anlamda ifade ediyorum- buna katkı sunan Erdoğan, bakanlar, bizler, Öcalan heykeli dikecek insanlar olarak tarihe yazılacaktık.

‘FOTOĞRAF ÇEKİLMESİ SİYASİ OLARAK ELEŞTİRİLEBİLİR. AMA SUÇ OLUŞTURMAZ’

Yargı üzerinde baskıyla oluşturulmuş fezlekelerden biri de 10 no'lu fezlekedir. Çözüm süreci yasası kapsamında, Kandil'e gittiğimizde çekilmiş bir fotoğraftır. Çekildiğinde, yargıda suç olarak tartışılmamıştı. İmralı'da da fotoğraf çekilmişti, Öcalan ile. Kandil'de de KCK yetkilileriyle çekilmiştir. Kamuoyuna bu görüşmelerin ciddiyetini göstermek amacıyla, hükümet ile koordineli bir şekilde yansıtılmıştır.  Fotoğraf çekilmesi siyasi olarak eleştirilebilir. Ama suç oluşturmaz. Kriminal bir tartışma konusu yapılamaz, yargılama yapılamaz. Yapılması gereken takipsizlik kararı vermekti, buraya kadar gelmemeliydi.

‘SAVCILAR SİYASİ ATMOSFER NEYİ GEREKTİRİYORSA ONA GÖRE HAREKET ETMİŞ’

Bir önceki fezleke ile bağlantılıdır ve yanılmıyorsam aynı gün içerisinde gerçekleştirilmiş bir program vardı. Evet. 13 Kasım 2012 tarihinde öğleden önceki oturumda savunmasını yaptığım Nusaybin mitinginden hemen sonra gerçekleştirilmiş mitingde yaptığım konuşma üzerine düzenlenmiş bir fezlekedir. Bu fezlekenin savcısı bildiğimiz kadarıyla görevdedir dolayısıyla savcıya diyeceğimiz bir şey yok. Fezleke tarihi yine ilginç; konuşmadan 4 yıl sonra hazırlanmış bir fezleke. Yani tarihi Şubat 2016. Bu konuşmayı Kızıltepe’de yaptığım tarihten 4 yıl sonra savcı bunun suç oluşturduğuna kanaat getirmiş ve fezleke düzenleyip Meclis’e göndermiş. Elimdeki fezlekenin tarihi bu en azından. Kamuoyunda en çok bilinen fezleke bu fezleke. Çünkü miting alanlarında, parlamento kürsüsünde iktidar sözcüleri, iktidar temsilcilerince en çok dile getirilen fezleke budur.

“ÖCALAN’IN HEYKELİNİ DİKECEĞİZ” SÖZÜ

“Öcalan’ın heykelini dikeceğiz” sözünün kast edildiği miting ve ona istinaden hazırlanmış fezlekeydi. Fezlekenin düzenlenme tarihi de ilginçtir çünkü dokunulmazlıklarımızın kaldırılmasının parlamento gündemine taşındığı tarihlerde bu fezleke hazırlanmıştır. Yani konuşmanın yapıldığı tarihte siyasi olarak konuşma eleştirilse bile savcılar bunun suç oluşturabileceği kanaatinde değildi.

Aslında toplumda da bunun suç oluşturacağı kanaati yoktu. Eleştiri yapıldı onları da ben anlayış ile karşıladım halen de anlayış ile karşılıyorum. Eleştirilebilir, siyasilerin görüşleri açıklamaları tabii ki eleştiriye tabidir. Her türlü açıklama buna tabidir ama suç oluşturup oluşturmadığı hukukun, yargının işidir. Görünen o ki bu fezlekede de aynı savcı siyasi atmosfer neyi gerektiriyorsa, siyasi gelişmeler neyi gerektiriyorsa ona uygun hareket etmiş. 4 yıl boyunca bu konuşmada suç unsuru bulunmamasına rağmen, 4 yıl sonra tam da dokunulmazlığımızın kaldırılması tartışılırken birdenbire bu konuşma akıllarına gelmiş ve arşivden çıkarılıp bu bir suçtur diyerek, terör örgütü propagandası suçudur diyerek fezleke düzenleyip Meclis’e göndermişler.

Şimdi fezlekeyi hatırlatma babında okumak istiyorum:

HDP İstanbul Milletvekili olarak Selahattin Demirtaş 13.11.2012 tarihinde, BDP Genel Başkanı iken Mardin Kızıltepe ilçesinde Özgürlük Meydanında otobüsün üstünde, toplanan gruba hitaben, “Öcalan posteri asamazsınız diyenlere onu diyenlere açıkça sesleniyorum. Kürtlerin katili Kenan Evren’in heykelini dikebiliyor da bir halk önderinin posterini mi asamıyor. Biz bu meydana Başkan Apo’nun heykelini dikeceğiz, heykelini”şeklinde yaptığı konuşması ile ilgili olarak, yukarıda açık kimlik bilgileri yazılı müştekinin şikayeti üzerine...

Başka yerdeki cumhuriyet başsavcılıklarınca hazırlanmış soruşturma evrakı yetkisizlik kararı ile Kızıltepe’ye gönderiliyor, Kızıltepe Cumhuriyet Savcılığı Adalet Bakanlığına fezleke hazırlayıp gönderiyor. Şimdi biraz sonra çözüm tutanağından konuşmayı okuyacağım için tekrara düşmek istemiyorum, fakat yurttaşın biri şikayet etmiş beni bunun üzerine soruşturma başlatılmış diyor.

Oysa şikayet 2013 yılında yapılmış bir şikayettir, dolayısıyla 2016 yılında şikayet yapılmış gibi de bir yanılsamaya düşmemek lazım. Siyasi saiklerle başlatıldığını zaten tarihlerden bile anlamak mümkündür. Ne demişim konuşmamda fezlekeye geçen suç oluşturduğu düşünülen kısım şöyle:

“7’den 70’e bütün bütün Qoser halkı, özellikle serhildanın öncüsü kahraman Qoser gençliği ve her daim fedakarlığın, cesaretin timsali Kürt anaları, Kürt kadınları hepinizi en içten sevgilerimle selamlıyorum. Hepinize sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Özellikle açlık grevlerinin 63’üncü gününde bu kritik aşamada kendi evlatlarının Kürt gençlerinin bu fedakarca tutumunu sahiplenen bütün halkımıza günlerdir haftalardır alanlarda meydanlarda direnen bütün halkımıza teşekkür ediyorum. Biz alana gelmeden yetişmeden yanılmıyorsam bir müdahale olmuş. Buna ilişkin şunu belirtmek istiyorum. Demişler ki Öcalan Posteri asamazsınız. Bak onu diyenlere açıkça sesleniyorum. Kürtlerin katili Kenan Evren’in heykelini dikebiliyor da Kürt halkının Önderinin posterini mi asamıyor.

Siz Kenan Evren’in, Kenan Evren gibi bir darbecinin ismini okullara, meydanlara verebiliyorsunuz da bu halkı için 14 yıldır bir İmralı’da bir beton çukurda direnen direnen Kürt halk önderinin posterini…. (yazmamış onu) Çünkü daha biz Başkan Apo’nun heykelini dikeceğiz heykelini. Kürt halkı artık ayağa kalkmış bir halktır, önderiyle, partisiyle, seçilmişiyle, çocuğuyla , genciyle, yaşlısıyla Orta Doğu’nun en büyük halklarından biridir” dediği ve bu şekilde terör örgütü propagandası yaptığı şeklinde fezleke düzenlenmiş.

Şimdi çözüm tutanağında, bilirkişi neler tespit etmiş sizin gönderdiğiniz CD’de neler tespit etmiş ona bakalım. Evet çözüm tutanağı şöyle yazılmış:

Klasörünün içerisinde bulunan şu boyutta 1 saat 1 dakika 24 saniye uzunluğundaki videonun 29 dakika 5 saniyesinde Selahattin Demirtaş’ın otobüs ile kitleyi selamlayarak kalabalığa doğru geldiği görülmektedir.

Fotoğrafta ben otobüsün içinde görülüyorum, selamlıyorum kitleyi zafer işareti ile. Fotoğraf siyah beyaz olduğu için seçemiyorum ama sanırım kalabalığın içinde de görünüyorum. Halkın içine girmişim.

Görüntünün 3. dakika 50. saniyesinde Selahattin Demirtaş’ın Kürtçe anons edildiği görülmektedir. Görüntünün 37 dakika 55. saniyesinde Selahattin Demirtaş’ın konuşmaya başladığı görülmektedir.

Yediden yetmişe bütün Kürt halkı özellikle de ...öncüsü... kahraman gençliği eğer ve her daim fedakârlığın cesaretin timsali Kürt anaları Kürt kadınları hepinizi en içten duygularımla saygıyla selamlıyorum. Hepinize sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Öncelikle açlık eylemlerinin 63. gününde bu kritik aşamada kendi evlatlarını Kürt gençlerinin, bu fedakârca tutumunu sahiplenen halkımıza günlerdir haftalardır alanlarda meydanlarda direnen bütün halkımıza teşekkür ediyoruz. Biz alana gelmeden yetişmeden önce yanılmıyorsan bir müdahale olmuş buna ilişkin de şunu belirtmek istiyorum. Demişler ki Öcalan posteri asamazsınız, bak onu diyenlere açıkça sesleniyorum. Kürtlerin katili Kenan Evren'in heykelini dikebiliyor da Kürt halkının önderinin posterini mi asamıyor.

Siz Kenan Evren’in, Kenan Evren gibi bir darbecinin ismini okullara, meydanlara veriyorsunuz da bu halkı için 14 yıldır bir mağarada bir petrol çukuruna girerek Kürt halkı önderinin posterini Kürdistan’a asamayacakta nereye asacaklar. Bunlar buna alışsanız iyi olur, buna alışsanız iyi olur, çünkü daha biz Başkan Apo’nun heykelini dikeceğiz heykelini. Kürt halkı artık ayağa kalkmış bir halktır. Önderiyle, partisiyle, seçilmişiyle, çocuğuyla, genciyle, yaşlısıyla (Anlaşılmıyor) en büyük halklarından biridir. Bunu kafanıza yazın. Gazla, copla, panzerle durdurulamayacak bir halktır. Bu halkı korkutarak bu halkı yıldıramazsınız, diz çöktüremezsiniz. Siz daha bunu anlayamadınız mı? Bu halkın evlatları, 63 yıldır yemiyorlar, içmiyorlar ne için sen gelmişsin sen gelmişsin binlerce Kürt gencinin uğruna hayatını ortaya koyduğu önderinin posterini posterini asamazsın diyorsun. Asar bal gibi asar.

Bedeli neyse ödeye ödeye bu günlere geldik. Kürtçenin, Kürtçe nefes almanın, ıslık çalmanın yasak olduğu günlerden bu günlere geldik (Anlaşılmıyor) binlerce insanımızı katliamdan geçirdiniz faili meçhul cinayetlerle, yargısız infazlarla köy yakmalarla teslim alamadınız şimdi (Anlaşılmıyor) gazayla copuyla mı teslim alacaksınız? Özellikle genç arkadaşlarımıza, genç arkadaşlarma çağrımdır. 24 saat alanlarda, meydanlarda olmalısınız. Madem ki bu meydanları, bu alanları bize dar etmeye çalışıyorlar o halde Kürt gençliği Kürdistan meydanlarında bize karşı faşizm (Anlaşılmyor) meydanları dar etmelidir. (Anlaşılmıyor). Her gün gerekirse her gün bu meydanda toplanın, her gün saat 12'de bu meydanda toplanın binlerce onbinlerce insan bir araya gelin çünkü kaybedecek bir saatimiz yok. Yüzlerce, onbinlerce arkadaşımız biz özgür yaşayalım diye, biz onurlu dik duralım diye canlarını aç (Anlaşılmıyor) yatırmışlar, bize güveniyorlar ve size güveniyorlar. (Anlaşılmıyor) Unutmayın ki kaybettiğiniz her saniye, kaybettiğiniz her dakika bizim canımızdan can götürüyor.

Arkadaşlarımız kararlılar, arkadaşlarımız tam 63 gündür direniyorlar. Sırf dışarıda özgürlük mücadelesi, dışarıda böylesine görkemli (Anlaşılmıyor) yürüten halkımız kahramanca dirensin diye. Arkalarında ordular yok. (Anlaşılmıyor) yok, arkalarında cemaatler yok, siz varsınız. Arkalarında Kürt halkı var, Kürt gençliği var arkalarında.

Bakın bu açlık grevlerini başlatan biz değiliz. Açlık grevlerini başlatan AKP'nin faşizmidir ama açlık grevlerini bitirecek sizlersiniz. Ama sizin sahiplenmeniz, sizin duruşunuz ölümleri de engeller. Açlık grevlerini de bitirir. Sizden ricamız genç arkadaşlardan ricamız; neyse fedakarlığı, neyse bedeli göze almamız gerekiyor. Çünkü biz 63 gündür elimizden gelenin en fazlasını ortaya koyduk. Bakanlarla görüştük, bu meseleyi ölümler olmadan çözelim istedik. Talepler meşrudur, talepler haklıdır.

Sadece Kürtler anadiline özgürlük istiyor. Kürtler müzakere istiyor. Tecrit bitsin istiyor Dışarda da, içerde de ölümler olmasın istiyor. Bu nedenle Kürt gençleri kendi bedenlerini ortaya koydular. 63 gündür bunu hükümete anlatmaya çalışıyoruz. Ama 63 gündür sağır biri var Ankara'da. Sadece şu yeryüzünde açlık grevlerini duymayan bir kişi Kasımpaşalıdır. Ona sesi duyuracak olan da sizsiniz. (Anlaşılmıyor) Nusaybinlilerdir, Viranşehirlilerdir. Duymayan kulaklara görmeyen gözlere anca siz hatırlatabilirsiniz.

63 gündür direnen, 63 gündür (Anlaşılmıyor) dört duvar arasında kendi canını ortaya koyan gençlere, "şov yapıyor" diyenlere buradan, Kızıltepe Meydanından sesleniyorum; eğer biz şov sevdalısı olsaydık, eğer biz gerçekten şantaj, tehdit sevdalısı olsaydık senin gibi başbakan olurduk. Biz halkın hizmetkarı, biz halkın devrimcisi olmayı seçtiğimiz için halkımızla kahramanca direniyoruz.

Sen şov dünyasının adamı olabilirsin ama bak sana hatırlatıyorum sen daha siyasete girmemişken, sen daha cemaatlerden el almamışken, sen daha Pensilvanya'dakilere yalvarmamışken, daha başbakan olmamışken bile işkencecilerine direndik (Anlaşılmıyor). Sen direniş nedir bilmiyorsun çünkü sen bu Diyarbakır zindanında direniş geleneğinden gelmedin. Sen Kemal Pir'i bilmiyorsun, Mazlum Doğan'ı, Hayri Durmuş'u bilmiyorsun. Onlar da mı şov yapıyordu, onlar da direnirken şov mu yapıyordu?

Ama bakın 12 Eylül zindanında faşizme karşı direnenler, o gün teslim olmayanlar işte bu halkın öncülüğünde olanlardır. Şimdi (Anlaşılmıyor) ama dışarıda milyonlarca yoldaşı var onların. Dışarıda onbinlerce yoldaşı var onların.

Bugün anadilde savunma ile ilgili yasa tasarısı Meclis'e sevk edildi. Bakın 4 yıldır arkadaşlarımız mahkemede Kürtçe savunma yapmak için tam 40 yıldır bekliyorlar. Çok geç kalınmış bir adımdır ama buna rağmen biz bu adımı destekleyeceğiz. Talebimizdir çünkü böylesine utanç verici bir uygulamadan kurtulmuş. Sadece Kürtlere değil Türkiye'ye (Anlaşılmıyor) anadilde eğitim, anadilde savunma geri adım değildir. Türkiye için ileri bir adımdır. Bu nedenle AKP hükümeti bu konularda (Anlaşılmıyor) bir kenara bırakmalıdır.

Demokrasi için her adım ileri adım olmaz o nedenle bu işi daha fazla geciktirmeden, bu işi daha fazla uzatmadan anadilde savunma yasasını hızlı bir şekilde Meclis'ten çıkaralım. Hem anadilde eğitimle ilgili bir program çıkaralım hem de İmralı'daki (Anlaşılmıyor) Sayın Öcalan'ın (Anlaşılmıyor) müzakere yürüteceği koşulları (Anlaşılmıyor) Çünkü bunlar zor şeyler değildir.

Bunlar için elbette ki ölmeye veya öldürmeye gerek yok. Ama karşımızda Kürt halkının hiçbir (Anlaşılmıyor) hükümet olduğu için karşımızda halkının iradesine saygı duymayan bir hükümet olduğu için açlık grevleri yapılıyor. Demokratik siyasette kanallar açık olsa eğer gerçekten parlamento bütün sorunlara çözüm olsa ne açlık grevine gerek kalır ne de (Anlaşılmıyor) ama bize gerçekten direnişten başka yol bırakmazlarsa biz de direnmekten çekinmeyiz.

Kürt halkı (Anlaşılmıyor) pankartlara, posterlere tahammülü olmayan bir iradeye biz saygı gösteremeyiz. Herkes Kürt halkının (Anlaşılmıyor) saygı gösterme zorunluluğu vardır. Devletin her kurumunun; savcısının, hakiminin, başbakanından genelkurmay başkanına (Anlaşılmıyor) (Anlaşılmıyor) Kürdistan coğrafyasında bir halkı kendi ana vatanında (Anlaşılmıyor) ikinci sınıf vatandaş muamelesine artık kimseyi tabi tutamaz. Geçti, o günler çoktan geçti. Şimdi artık (kalabalık slogan atıyor) şimdi artık çözüm zamanıdır. Şimdi artık çözüm günleridir. Evet hükümet bu konuda cesur değil (görüntü atlıyor)

Cezaevinde arkadaşlarımız var. Açlık grevi direnişçileri de bütün bu olanlara olumlu yanıtlar verecektir. Bizim arkadaşlarımız intihar etmiyorlar. Ölme (Anlaşılmıyor) sevdalısı değiller dışarıda süren bu faşizme karşı (Anlaşılmıyor) kendi canlarını ortaya koyacak, kendi canlarından vazgeçecek kadar yaşamı seven insanlardır. Hayatı uğrunda (Anlaşılmıyor)

Sizlerden ricamız açlık grevi bitene kadar asla ama asla direnişi gevşetmeyin biz açlık grevlerini şu saatte bitirebiliriz. Siz direnirseniz talepleri elbette ki (Anlaşılmıyor) gelemez. Görmezden gelemez. Ne (Anlaşılmıyor) ne diğerleri asla ve asla artık dünyada bile kabul Atacağı adım geriye olmaz atacağı adım ileri adım olur atılacak ileri adımlarda (Anlaşılmıyor) değerli (Anlaşılmıyor) sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Nusaybin'e geçeceğiz, oradan da Mardin Cezaevi'nin önünde bütün yoldaşlarımıza, arkadaşlarımıza sizin selamlarınızı, sloganlarınızı, bütün duygularınızı götüreceğiz.

Bu kısa selamlamadan dolayı diğer arkadaşlardan özür diliyorum. En kısa zamanda bir kez daha Mardin'de, Kızıltepe'de uzun uzun sizlerle (Anlaşılmıyor) hepinize sonsuz sevgilerimi sunuyorum (Anlaşılmıyor) konuşma bitiyor.

“HEYKEL MERAKI OLAN BİR KİŞİ DE PARTİ DEĞİLİZ” DEMİŞİM

Daha sonra olay içerikli videolar incelendiğinde “Demirtaş: Apo'nun heykelini dikeceğiz" videosu incelendiğinde Star TV olduğu logosundan anlaşılan bir ekran görüntüsü alınmış. “Bir bu eksikti alt yazısıyla benim konuşmamdan alt yazılı bölüm verilmiş. "Kenan Evren’in heykelini dikiyorlar da Kürt halk önderinin posterini niye asamıyorlar. Biz daha Başkan Apo'nun heykelini dikeceğiz” sözlerini “bir bu eksikti” alt yazısı ile televizyon kanalı vermiş. Oradan da alınmış. Aynı TV’nin haberinin sonunda alt yazıda şu geçiyor; bunu da bir röportajımda aynı gün vermişim ya da bir gün sonra: “Tepki olarak belirttim" demişim. "Yoksa heykel merakı olan parti de, kişi de değilim" demişim. Devam ediyor tutanak. Yine 3 no'lu klasörde az önceki videodan başka bir görüntü olmadığı anlaşılmış. “Başka da bir görüntü bulunamadı” diyerek bilirkişi raporunu bitirmiş.

Fezlekeye konulan kısım "Başkan Apo heykelini dikeceğiz" sözleridir. Buradan yola çıkarak terör propagandası yaptığım iddia edilmiş. Benim elimdeki dosyada Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı’na yazdığım bir dosya var.

Cizre’yle ilgili fezlekeye dâhil olan bir yazı. Konuyla alakalı görünmüyor. Yine Cizre Kaymakamlığı Cizre Cumhuriyet Başsavcılığına bir yazı yazmış o da bu fezlekeye girmiş. Belki kalem personeli yanlış yerleştirmiş olabilir. Geçiyorum bunları. (Savcı: Bir yanlışlık yok diyerek araya girdi.)

Demirtaş: Benim elimdekiler de Cizre’ye yazılmış Kızıltepe’ye değil. O zaman benim dosyama yanlış konulmuş. Sizin dosyanıza değil. Belki avukatlarım yanlış düzenlemişlerdir. Sizde de yanlışsa diye hatırlatayım dedim.

Şimdi aynı gün yani Kızıltepe’de bu konuşmayı yaptığım gün basına verdiğim demeçleri de okumak istiyorum ki bütünlüklü olsun savunmamı sonra yapayım. Şöyle demişim, örneğin İhlas Haber Ajansında çıkan miting sonrası benim açıklamam: HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan’ın heykelinin dikilmesi yönündeki açıklamalarıyla ilgili ‘Abdullah Öcalan’ın posteri var diye gençlerin gazlarla, coplarla dövülmesine tepki olsun diye söyledim. Yoksa öyle heykel meraklısı biri değilim’. dedi.

 ‘Ama ben alana inmeden önce on binlerce insanın bulunduğu bir yerde sırf Abdullah Öcalan’ın posteri var diye coplarla, gazlarla polis gençlere saldırıyor, ben de bunun üzerine bu açıklamalarda bulundum. Kenan Evren darbecidir. Binlerce insanın kanında eli vardır. Onun ismini caddeye, okula veriyorsunuz ama halkın önder olarak kabul ettiği bir insanın posterini açtı diye gençleri coplarla, gazlarla dövüyorsunuz. Buna tepki olsun diye bunu söyledim. Yoksa öyle heykel meraklısı bir değilim’ dedi.

‘O DÖNEM YENİ BİR ÇÖZÜM SÜRECİ OLABİLİR OLAMAZ MI TARTIŞMASI DEVLET, HÜKÜMET İÇERİSİNDE YAPILIYOR’

Yine aynı gün Posta Gazetesi ve Doğan Haber Ajansı meşeli haberde bu demecin daha geniş bir şekilde yer almış. Burada da özellikle o dönemin İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’e atıfta bulunuyorum. Ve İdris Naim Şahin’i eleştirerek, “İnsanları bu şekilde provoke edemezsiniz, gazla copla dövdüremezsiniz, ben de heykel dikme tepkisini tepki olsun diye dile getirdim. Ne ben ne partim heykel meraklısı değiliz.” diye aynı gün basına yansımış açıklamalarım da var. Şimdi daha önce de bu konuya ilişkin açıklama yapmadım ama demeç vermişim. Az önce Nusaybin mitingi için hazırlanan fezlekeye dair savunmamda belirtmiştim. Avukatlarım da biraz önce özellikle Mehmet Emin Bey siyasi sürecin nasıl olduğunu hatırlatmaya çalıştılar. Tekrar hatırlatmam gerekiyor ki tam anlaşılsın. Abdullah Öcalan, Erdoğan’a mektup yazmış, Erdoğan’ın elindeki mektup hükümet ve devlet tarafından ciddi bir şekilde değerlendiriliyor. Yeni bir çözüm süreci olabilir olamaz mı tartışması devlet içerisinde hükümet nezdinde yapılıyor. Bu daha kamuoyuna yansıyıp alenileşmemiş. 

‘YENİ BİR ÇÖZÜM SÜRECİ HAZIRLIĞI İÇERİSİNDE OLUNABİLECEĞİNİ BİLEN İDRİS NAİM ŞAHİN PROVOKASYONLAR YAPIYORDU’

Aynı günlerde cezaevlerinde de Öcalan’la görüşme yapılsın talepli açlık grevleri yapılıyor, onun da 63. günü. Öcalan konusunda bizim partimizin tabanında ve cezaevlerinde aşırı bir hassasiyet oluşmuş. Öcalan ile görüşülmesi talebi neredeyse açlık grevcilerinin ölümüyle sonuçlanacak, biz bu konuda gerekli duyarlılık, hassasiyet oluşsun diye mitingler gerçekleştiriyoruz. İçişleri Bakanlığı koltuğunda İdris Naim Şahin var. Cemaatçi olduğu iddiasıyla sonradan biliyorsunuz görevden alındı.

AKP hükümetine karşı da bir siyasi hareketin çalışmasını sürdürüyor. Cemaatçi mi değil mi ben bilmiyorum fakat sadece zulümleriyle, hakaretleriyle, halkla, milletle dalga geçmesiyle anılan bir içişleri bakanlığı dönemi oldu kısa süreli. 

Sırrı Süreyya Önder arkadaşımın onunla ilgili parlamento kürsüsünden çok güzel tarihi bir tespiti vardır. “İdris Naim Şahin halka umut oluyor, moral oluyor çünkü onun İçişleri Bakanı olduğu bir ülkede yurttaşlarımızın hepsi ben de birşey olabilirim umuduna kapılıyor.” Aynen öyle bir bakandı. Ve o bakan Öcalan’ın mektubundan haberdardı çünkü İçişleri Bakanıydı. Bir çözüm süreci hazırlığı içerisinde olunabileceğini, bunun ihtimal dahilinde olduğunu biliyordu, kendisi İçişleri Bakanıydı. Açlık grevlerinin ne aşamada olduğunu biliyordu, bütün detaylarına hakimdi, MGK toplantılarına da katılıyordu. Dolayısıyla kendi emrindeki bazı güvenlik güçleriyle meydanlarda, alanlarda provokasyon yapma girişimlerini bizzat yaşıyordum, görüyordum ben.

‘GÜVENLİK BÜROKRASİSİ ÖCALAN POSTERİNE MÜDAHALE EDEREK TEPKİ GÖSTERİLMESİNİ HESAPLADI’

Bizim amacımız açlık grevlerini bitirmek, duyarlılık oluşturmak. Kendisi ne yaptı? 10 bin kişinin toplandığı bir alanda kalabalığın kenarlarında arka taraflarında bulunan 20-30 kişilik bir grubun elindeki Öcalan posterlerini bahane edilerek bütün o kitleye, sadece o gençlere değil, bütün o kitleye müdahale edildi ben gelmeden önce. Bunun bilgisini aldım.

On binlerce kişiye gaz atıldı, insanlar dağıldılar, gazla, copla, panzerle müdahale edildi. Sırf miting yapılamasın diye. Ben geldiğimde insanlar yeniden toplandı. Kızıltepe’de o ana kadar miting alanına gelme niyeti olmayanlar da polisin sert müdahalesi üzerine alana toplandı ve daha büyük bir kalabalık oluştu.

Şöyle bir görüntü çıksın istedi oradaki güvenlik bürokrasisi: Hükümet tam da Öcalan’ı ciddiye almak üzereyken, Öcalan konusunda kamuoyunda bir hassasiyet, barış beklentisi oluşmuşken biz Öcalan posteri taşıyan gençlere sert müdahale yaptık. Dolayısıyla Öcalan yanlıları ve taraftarları buna bir tepki göstersinler. Çünkü bu Erdoğan’a bağlı olacak. Başbakan o.

İÇİMDEN GEÇEN ‘BU ÜLKEYE BARIŞ GETİRENLERİN HEYKELİNİ DİKECEĞİZ’ İDİ

Cezaevinde açlık grevi yapanlar Öcalan posterine karşı gençlere yapılan ağır, sert ve işkenceye varan müdahaleye tepki göstersinler. Bunu böyle hayali spekülatif bir şekilde de söylemiyorum. Tam da bu amaçlarla yapılmış bir müdahaleydi. Bunu çok uzun yıllar sonra, 15 Temmuz’dan sonra insanlar anladı da biz o günlerde neyin ne olduğunu yerelde iyi biliyorduk. Kim kimdir, kim necidir, isim isim tanıyorduk. Bunun üzerine ben de işin doğrusu biraz da duygusal bir tepkiyle “Biz daha Başkan Apo’nun heykelini dikeceğiz” diyerek o kesimlere bir mesaj vermek istedim: Bu ülkeye barış gelecek.

Aslında o anda içimden geçen ama cümleye dökmediğim kısım da buydu. Keşke o an cümleye dökseydim o kısmı da. “Bu ülkeye barış getirenlerin heykelini dikeceğiz.” demek istemiştim. Samimiyetle söylüyorum ki cümlemin anlamı da buydu yoksa gerçekten heykel meraklısı değilim.

İnsanların tabulaştırılmasından, mitleştirilmesinden, mitolojik hale getirilmesinden, tartışılmaz hale getirilmesinden, heykellerinin dikilmesinden haz etmeyen bir düşünceye de sahibim. Bu Öcalan için de geçerlidir, başkaları için de. Ama halk arasında bir deyim vardır: Heykeli dikilecek insan. Bu da barışı getirirse, içimizden geçen budur, daha önce de söylemiştim.

Ankara’da bir bakanla yaptığımız görüşmeden aklımda kalan bir cümleydi. O demişti ki öyle görünüyor ki bu defa iş ciddi, barış sağlanacak, bunu yapanların da heykeli dikilecek bu ülkeye. Bu kadar kıymetli bir hizmet sunulabilir. O anda bende duygusal olarak bu çağrışım oldu. Cümle teröre övgü veya başka birşey değil.

‘ÖCALAN BİRLİKTE YAŞAM VE BARIŞ MEVZUSUNA KATKI SUNACAKTIR’

Hiçbir tereddüdüm yok kesinlikle suç değil. Kendi cümlemi kurarken de eksiklik ve hata nedeniyle üzüldüğümü belirtmek isterim. Sonra anlatmaya çalıştım, öyle heykel meraklısı da değilim. Seçimlerde de o videoları kullandılar. Öcalan’ın, Apo’nun heykelini dikecekmiş vs. Bugünlerde Abdullah Öcalan’ın mektubunu aldılar, bir akademisyen aracılığı ile canlı yayınlarda okuttular vs. Osman Öcalan TRT’ye çıkarıldı. Bu konular dosyamızı doğrudan ilgilendirmediği için bir şey demiyorum ama şu aşamadan sonra acaba diyorum, savcı acaba mütalaasını değiştirip bugünkü siyasi atmosfere bakıp şöyle mi diyecek, “Abdullah Öcalan’ın heykelini dikme sözü verdi ama dikmedi”.

Dolayısıyla görevi ihmalden yargılanması gerekir mi diyecek bugün. İmralı’da Abdullah Öcalan’la görüşmek son derece haklı, meşru bir konu olarak tartışılıyor iyidir. Birlikte yaşam ve barış mevzusuna katkı sunacağına inanıyorum. Kendisini bizzat tanıdığım için de bunu tekrar ediyorum. Heykel dikme meselesi oradaki müdahaleye konulmuş bir tepkidir. Ne şiddet övgüsüdür ne Abdullah Öcalan övgüsüdür. O günlerde Ankara’da yapılan tartışmalardan yola çıkarak barışı sağlayacağına dair inancımla ettiğim bir cümledir. Sonrasında da zaten suç olarak görülüp soruşturma açılmamıştır.

Siyaseten eleştirenler olmuştur, halen de eleştiriliyor. Dediğim gibi saygı duyuyorum bu eleştirilere. Keşke kendimi daha doğru olarak ifade etseydim. Cümlelerim bu şekilde miting enerjisi içerisinde ifade edince insan kendisini tam olarak anlatamayabiliyor.

Dolayısıyla insanlar eleştirebilirler. Ben bu kısmı daha doğru anlatabilirdim diye belirtmek istiyorum. Onun dışında bir şiddet övgüsü vs. olmadığının altını çizmek istiyorum. Eğer Abdullah Öcalan’ın barış girişimleri sonuç almış olsaydı bugün Türkiye gerçekten iç barışına kavuşmuş olsaydı, mecazi anlamda söylüyorum bu söylediğimi de buna katkı sunmuş kim olursa olsun Erdoğan, bakanlar, bizler, Abdullah Öcalan evet heykeli dikilecek insanlar olarak tarihe yazılmış olacaklardı. Evet, keşke başarılı olsaydık.

Ben bu konuşmayı yaptığım günlerde başbakan, Erdoğan’dı. Ben basın aktarımlarından sizinle paylaşmaya devam edeyim. Ben bu konuşmayı yapmadan tam 15 gün önce Erdoğan Hürriyet gazetesindeki demecinde ne demiş bakın… Çok özür dilerim. Bu demeç İmralı’ya gönderilen Abdullah Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan’a ait ondan sonraki Erdoğan’a ait. İkisini peş peşe okuyayım ki tam anlaşılsın. Mehmet Öcalan’a gazeteciler sormuş, kendisi de demiş ki “Benim Başbakan ile herhangi bir temasım olmadı. 14 aydan beri kardeşim denizin ortasında tek başına kalmaktadır. O bilinen bir şahıstır.

Bu kadar önemli bir şahıs neden 14 aydır avukatlarla ve ailesi ile görüştürülmüyor. Eğer tutuklu ve hükümlü ise yasal hakları vardır ve bu haklar ayaklar altında alınmış durumdadır. Ağabeyim görüşmemiz sırasında hem çözüm için görev beklediğini ifade etti, devletin samimi olmasını isteyen ağabeyim samimiyet ile sorunun çözülebileceğini söyledi. Yine bizler bu çatışmaların bitmesini, insanların ölmemesini yürekten istiyoruz dedi. Ama bir Kürt sorunu vardır. Bu sorun biterse çatışmalar biter. Sorunu demokratik bir şekilde çözmek gerekiyor. Bunun silik noktaları vardır. Başbakan’ın İmralı heyeti ile görüşün tespiti doğrudur.”  Gibi bir demeç vermiş.

Ve benim “Apo’nun heykelini dikeceğiz” konuşmamdan 20 gün önce Başbakan’ın demeci:

“Terörle mücadelede akan kanın durması için her türlü çalışmanın yapıldığını belirtti Başbakan Erdoğan. İmralı’ya gitmek gerekiyorsa MİT Müsteşarı’na gereğini yap derim dedi. Gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan terörün çözümü konusunda önemli mesajlar verdi. Abdullah Öcalan ile görüşülmesine yeşil ışık yakan Erdoğan, mesela yarın İmralı’ya gitmek gerekiyorsa MİT Müsteşarı’na sen git diyebilirim dedi. Sonuç alınacaksa bu tür görüşmelerin yapılabileceğini söyleyen Erdoğan, bu yaklaşımın teröre destek olarak algılanmaması gerektiğini ifade etti.”

Şimdi biz bir dizi miting gerçekleştirdik. Hükümetle, cezaevi ile bu temaslar sürdü.

17 Kasım 2012 tarihinde, yani biz o mitingleri yaptıktan 4 gün sonra HaberTürk’ten okuyorum; “Mehmet Öcalan yüz yüze görüştüğü ağabeyi Abdullah Öcalan’ın cezaevlerinde süren açlık grevlerine bir an önce son verilmesi çağrısında bulunduğunu bildirdi. Abdullah Öcalan’ın talimatını iletmek için cezaevine giden BDP Milletvekillerinden Aysel Tuğluk, Diyarbakır Cezaevi’nde açlık grevinde olan tutuklularla görüştü. Çıkışta konuşan Tuğluk arkadaşlarımız mesajı dikkate alacaklarını söylediler. Biz de umuyoruz ki yarın bitirecekler dedi. Cezaevlerinde başlayan açlık grevleri kritik aşamaya gelince bugün Adalet Bakanlığı’nın özel izni ile İmralı’ya giden ve Abdullah Öcalan ile görüşme yapan Mehmet Öcalan, 683 tutuklu ve hükümlüyü rahatlatan bir mesaj verdi.

Mehmet Öcalan, ağabeyinin açlık grevlerine girenlerin dışarıdakilerin yapması gereken işi ve sorumluluğu kendi üstlerine almışlardır. Dışarıdakiler kendi sorumluluklarını zaten içeride zor durumda olan tutsaklara yüklemesinler, açlık grevi eylem tarzını genel olarak doğru bulmamakla birlikte açlık grevi yapılacaksa bile genel olarak içeridekilerin değil dışarıdakilerin yapması gerekir. Bu eylemin amacı başarıya ulaşmıştır. Hiç tereddütte kalmadan bir an önce bu eyleme son versinler. Buradan açlık grevindeki herkese tek tek selamlarımı söylüyorum dediğini kaydetti. Bunun üzerine Sebahat Tuncel, Aysel Tuğluk Diyarbakır E Tipi Cezaevi’ne, Sırrı Süreyya Önder ile Gültan Kışanak da F Tipi Cezaevi’ne gitti. Orada tutuklularla, açlık grevinde olanlarla görüştü. İçerideki siyasi tutsaklar Abdullah Öcalan’ın mesajlarını dikkate alacaklarını belirtti. BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ise ‘Temennim bu çağrının dikkate alınmasıdır. Bu gelişme BDP Eşbaşkanlarının bilgisi ve desteği ile gerçekleşti. Bu çağrının bundan sonraki sürecinin önünü açacağını ve tecridin tümden kaldırılacağını umuyoruz.’ Ve arkasından açlık grevlerinin bittiğine dair İzmir Buca 1 ve 2 NoluŞakran Cezaevi başta olmak üzere cezaevlerinde açlık grevlerinin bittiğine, il sağlık müdürlüklerinin bu cezaevlerine giderek tutukluları sağlık kontrolünden geçirdiklerine dair haberler çıktı.

3 Ocak 2013, açlık grevlerinin bitmesinden yaklaşık 2 ay sonra. NTV’den alıntılıyorum haberi: “İmralı görüşmelerinde yeni bir sayfa açıldı. MİT ve avukatların yanı sıra Ahmet Türk ve Ayla Akat Ata Abdullah Öcalan ile görüştü. Başbakan Tayyip Erdoğan NTV canlı yayınında açıkladığı İmralı görüşmeleri bugün de devam etti. Ancak bugünkü ziyaretçiler MİT mensupları değil Barış ve Demokrasi Partisi cephesindendi. Bu sabah 8 sularında adaya giden Ahmet Türk ve Ayla Akat Ata, Abdullah Öcalan’la bir süre görüştükten sonra adadan ayrıldı. BDP’li kaynaklar NTV’ye yaptıkları açıklama ile görüşmeyi doğruladı. BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş görüşmenin olumlu geçtiğini söyledi. Görüşmeye ilişkin ayrıntıların kamuoyu ile paylaşılması bekleniyor.”

O günün siyasi atmosferi buydu. Kızıltepe ve Nusaybin’de mitingi yaptığımızda Ankara kulislerinde açık veya örgütlü olarak sürdürülen siyasi diplomasi ile süren açlık grevleri bununla ilintiliydi. Nihayetinde bir çözüm süreci başladı. Bundan sonraki fezlekeler İmralı Çözüm Süreci ile ilintili olduğu için bundan sonrasını diğer fezlekelere bırakıyorum.

‘BARIŞ İÇİN ELİNİ TAŞIN ALTINA KOYACAK OLAN HERKES HALKIN GÖNLÜNDE HEYKELİ DİKİLECEK İNSAN OLACAKTIR’

Netice itibari ile ben bir çözüm sürecinin başlama ihtimaline binaen gerçekleştirilen olumlu atmosferi dağıtmak isteyenlere karşı refleksif bir tepki göstermişim. Abdullah Öcalan’ın heykelini dikme cümlesi buradan çıkmıştır. Bunun ötesinde başka bir niyet ve saikle ifade edilmemiştir. Konuşmamın tamamına da bakıldığında evet sert, muhalif, eleştirel cümleler vardır ama hiçbirisi ne terör övgüsüdür ne şiddet teşvikidir. Tam tersine o günlerde başlayacak ve alenileşecek olan İmralı Çözüm Sürecinin korunması ve onun geliştirilmesine dönük siyasi hassasiyetle yapılmış mitingler ve konuşmalardır. Bunun bu şekilde anlaşılması lazım. Öteki türlüsü siyasi istismar konusudur. Zaten bu konu yeterince istismar edilmiştir. Ama halk da bizi bilenler de buna prim vermemiştir. Ben o cümleyi kullanmışsam bile onun altında bir barış arayışının olduğunu beni tanıyan milyonlar algılamıştır. Ama iktidarın aygıtına dönmüş olan medyanın yürüttüğü kara propaganda ile bu tersine dönmüştür. Bugün tekrarlıyorum, bugün barış için elini taşın altına koyacak olan herkes halkın gönlünde en azından heykeli dikilecek insan olacaktır. Kim olursa olsun halkın gönlünde bu şekilde yer edecektir. Çünkü Türkiye çok çekti. Bu acıdan, kandan, savaştan ve halen çekiyor. Halen cenazeler geliyor.

‘BARIŞ SÜRECİNE KARŞI ÇIKANLARIN DA KAYGILARINI GİDERECEĞİZ’

Biz bu sorunu konuşurken ve heyecan duyarken birileri bunu nasıl önleyebiliriz diye telaşa giriyor. Tabii ki buna karşı çıkanların hepsi art niyetlidir demiyorum. Yargıda, siyasette, medyada barış ve çözüm sürecinde Abdullah Öcalan’la görüşülsün, işte PKK ile görüşülsün, parlamento devreye girsin dediğimizde karşı çıkanların tamamı art niyetlidir demiyorum. Çünkü bu eleştiriyi yapan bazı kesimler de terör örgütü olarak gördükleri bir örgüt ile görüşülmesinin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hem itibarını zedeleyeceğini hem toplumsal parçalanmaya yol açabileceğini, şiddetin teşvik edilebileceğini iddia ederek buna karşı çıkıyorlar. Bunları da anlamaya çalışıyoruz. Bu kaygıları da gidereceğiz. Bunları da gidermeye dönük açıklama ve izahatlerle bunun böyle olmayacağını anlatmaya çalışıyoruz.

‘TOPLUMUN HASSASİYETLERİNİ DİKKATE ALMAZSAK BARIŞ GERÇEKLEŞMEZ’

Bizler de siyasetçiler olarak toplumun hassasiyetlerini dikkate almak zorundayız. Hassasiyetleri dikkate almadığımızda barışa dair kamuoyu oluşturmak zorlaşır. Barışa dair kamuoyu oluşmazsa da barış gerçekleşmez. Dolayısıyla da halkın barış süreçlerine desteği hayatidir.

Art niyetli olanları bir tarafa bırakıyorum. Yargı, bürokrasi içerisinde, devlet içerisinde örgütlüdürler güçlüdürler, barış istemezler, barış düşmanıdırlar ama toplumun kaygılı oldukları için bu süreci desteklemeyenlerini ikna etmek, başta HDP olmak üzere siyasetçilere düşer. İkna edemezsek barış süreçlerini gerçekleştirmek mümkün olmuyor. Keşke o günlerde daha ikna edici, kucaklayıcı cümleler kurabilsem, keşke daha dikkatli olsaydım diye bugünden bakınca düşünüyorum.

‘TÜRKİYE’NİN TÜMÜNÜ KUCAKLAYACAK BİR DİL KURMA KONUSUNDA EKSİKLERİM OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM’

Hassasiyetlerine özen göstermeliydik. En azından bundan sonra doğacak barış ihtimallerini veya fırsatlarını siyasetçiler değerlendirirken bizim bu düştüğümüz yetmezlikler, eksiklikleri de dikkate almalılar. Türkiye toplumunu bütünlüklü olarak ele almak zorundayız. Kürtlerin hassasiyetini dikkate alırken, geri kalan toplumun hassasiyetlerini dikkate almazsak yine barış kamuoyu oluşturamayız.

Kürtlerin hassasiyetlerini ezip geçerek Türklerin geri kalanını dikkate almaya çalışacaksın, bu da toplumsal barış kamuoyunun oluşmasını engeller. Dolayısıyla Türkiye'nin tamamını kucaklayacak ortak bir dil kurma hususunda ez azından şahsım adına eksikliklerim olduğunu düşünüyorum.

Bunlar suç, TCK veya kriminal bir mevzu olmasa dahi eleştiri konusudur, halkın bu konudaki eleştirilerini ben saygıyla karşılıyorum, baş göz üstüne diyorum. Onun ötesinde suçlamaların hiçbirini kabul etmiyorum, bu konunun da en azından kamuoyunca anlaşılmasını özellikle rica ediyorum.

Bilirkişi çözümü çok sağlıklı yapılmamış ama ana tema itibariyle kabul ediyorum.

Evet fezlekenin tarihi 7/10/2015’tir. Suçlama terör örgütü propagandası yapmak. Suç tarihi 2013, yer Diyarbakır olarak gösteriliyor. 31 Mart 2013 tarihli İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının yazmış olduğu dilekçenin ekinde 8 Mart 2013 tarihinde Sözcü gazetesinden gelen “Milletvekillerinin Kuzey Irak’taki Örgüt mensupları ile çekilmiş resimleri nedeniyle suç duyurusunda” bulunulduğu. Yapılan inceleme sonucu kimliği tespit edilen kişiler Altan Tan ve Selahattin Demirtaş…

Şiddet, Cebir ve tehdit içeren yöntemleri, silahlı terör örgütü liderlerinden Sabri Ok, Murat Karayılan ile TAK’ın terörist sözcüleri ile birlikte Abdullah Öcalan’ın resminin ve terör örgütünün sözde bayrakları olan ERNK ile konfederalizm bayraklarının önünde fotoğraf çekerek, terör örgütünün destekçileri olduklarını belli edecek şekilde, hareket etmek suretiyle terör örgütü propagandasını yapmak suçunu işledikleri anlaşılmaktadır. Dolayısıyla 3 kişinin; ben, Altan Tan ve Sırrı Süreyya Önder arkadaşlarımın dokunulmazlıklarının kaldırılmasını Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcısı istemiş. Evet, fezleke bundan ibaret.

Şimdi kısaca fezlekeyi değerlendireyim. Fezlekenin tarihi 2015’in Ekim ayı. Yani fotoğrafın basında yayınlandığı tarihten iki yıl sonra. Suç tarihi ve yeri olarak savcı 2013 Diyarbakır olarak işaret etmiş ama fezlekenin içeriğinden de anlaşıldığı gibi fotoğraf Diyarbakır’da çekilmediği gibi Diyarbakır’da da yayınlanmamış. Dolayısıyla Diyarbakır Cumhuriyet başsavcılığı bu soruşturmayı yürütmekle yetkili bile değil. Basın suçları kapsamına girecekse Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, İstanbul merkezli bir açıklama yapıldıysa, fotoğraf oradan duyurulduysa İstanbul yapmalıydı. Şimdi yurttaşın biri bir suç duyurusunda bulunuyor. Ankara ve İstanbul Başsavcılıklarına, fakat fezlekeyi Diyarbakır Başsavcılığı hazırlıyor. Çünkü en nihayetinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı bütün fezlekeleri toplamak, bütün fezlekeleri kendi uhdesinde biriktirmek ve tutuklamayı kolaylaştıracak, sayfa itibariyle doldurulmuş, kapsamlı hale getirilmiş bir iddianame hazırlama amacı taşıyor. Bu suçlamaların her biri cumhuriyet başsavcılıklarınca ayrı ayrı iddianameye dönüştürülse sulh ceza hakiminden ve kamuoyu oluşturarak, kamuoyunda algı yaratarak tutuklamaları imkansızdır.

Ancak sonrasında kovuşturma aşamasında yeniden birleştirme yapılabilirdi. Fakat kovuşturma başlamadan daha soruşturma aşamasında her bir fezleke başlı başına tutuklama için yeterli görülmediğinden Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, kendince fezlekelerin toplanıp biriktirilmesi için bir toplama merkezi gibi iş görmüştür. Daha önce avukatlarım detaylı belirtti.

Ceza mahkemeleri usulümüzde cumhuriyet savcılıkları tariflenirken, cumhuriyet başsavcılıkları tariflenirken, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı için ayrı bir görev alanı tanımlanır ama il cumhuriyet başsavcılıklarının koordinasyon görevi yoktur. Belli bir operasyon yürütürken koordine yapabilirler. Ama daha önceden fezlekesi hazırlanmış suçlamalara dair birleştirmenin hangi usul hangi esasa göre hangi başsavcılıkça yapılacağına dair hiçbir kanun olmamasına rağmen Diyarbakır Cumhuriyet başsavcılığı, fiili yetkili savcı, yasa dışı usule aykırı olarak yetkili savcı olarak görülerek ve muhtemelen bu Adalet Bakanlığı ve Saray üzerinden yürüyen telefon trafiği ile gerçekleştirildiğinden Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığında bütün fezlekeler toplanmıştır. Hatta o kadar skandal kararlarla toplanmıştır ki Batman Ağır Ceza Mahkemesi kendisinden gelen bir iddianameyi gerekçesiz reddetmek zorunda kalmıştır.

‘O FOTOĞRAF ÇÖZÜM SÜRECİ KAPSAMINDA KANDİL ZİYARETİNDE ÇEKİLEN BİR FOTOĞRAFTIR’

Fotoğraf çekildiğinde, yayınlandığında hiçbir şekilde kamuoyunda, savcılıkta yargıda suç olarak tartışılmamıştır. Yine parlamentoda çıkmış olan Çözüm Süreci Yasası üzerinde, parlamenterler olarak yaptığımız faaliyetler çerçevesinde Kandil ziyaretinde çekilmiş bir fotoğraftır. İmralı’da da fotoğraf çekilmiştir Abdullah Öcalan’la, Kandil’de de KCK yetkilileriyle çekilmiştir. Bu fotoğraflamanın amacı da kamuoyunda bu görüşmelerin yapıldığının her türlü spekülasyondan uzak bir şekilde hem partimizin ciddiyeti hem de Abdullah Öcalan ve KCK yöneticilerinin de bu görüşmelere bizzat katıldığını göstermek ve kamuoyunu ikna etmektir.Yine hükümetle koordineli bir şekilde yansıtılmış fotoğraflardır. O dönemde tepki çekmemiştir. Bir grup, toplumun bir kesimi tepki göstermiş olabilir. Nitekim anladığım kadarıyla Sözcü Gazetesi bunu eleştirel mahiyette haberleştirmiş, yurttaşlarımızdan biri de bunu kabullenemediğini belirterek şikayetçi olmuştur. Bu anlaşılır, eleştirilebilir.

‘BU FEZLEKE AKP’NİN İKTİDARDAN DÜŞTÜĞÜ TARİHTEN SONRA, 1 KASIM’DAN BİR AY ÖNCE HAZIRLANMIŞTIR’

Ama oradaki fotoğrafın tek bir yorumundan bile terör propagandası anlamı çıkarılamaz. Çünkü dediğim gibi Çözüm Sürecinde çekilmiş bir fotoğraf olması hasebiyle de kamuoyunun Çözüm Sürecine olan desteğini hiç değilse ciddiyetle yürütüldüğünü göstermesi açısından yansıtılmış bir fotoğraftır. Fezlekenin kendisi de ciddiyetten uzaktır. İddia da ciddiyetten uzaktır. Siyasi saiklerle hazırlandığı da fezlekenin tarihinden anlaşılmaktadır. Çünkü 7/10/2015 tarihi aynı zamanda Çözüm Sürecinin bittiği, 7 Haziran seçimlerinin yapıldığı, AKP’nin tek başına iktidar olma imkanını elden kaçırıp iktidardan düştüğü tarihlerdir ve yine 1 Kasım seçimlerine neredeyse bir ay kala hazırlanmış bir fezlekedir. AKP’nin yeniden iktidardan daha güçlü bir şekilde düşme ihtimalinin tartışıldığı 1 Kasım seçimleri öncesi siyasi saiklerle hazırlanmış bir fezlekedir. O fotoğrafın kendisinde de suç unsuru olmadığını aslında savcılar da mahkemeler de çok iyi bilirler. Kaldı ki bu suçlama ile ilgili hakkımda hazırlanmış iki ayrı iddianamede vardır. O Kandil'de çekilen fotoğraflarla ilgili. Örneğin yakın zamanda Adana'da Ağır Ceza Mahkemesinde  -hiç haberimiz yok- bir iddianame hazırlanmış.

Mahkeme de iddianameyi kabul etmiş ve sizinle birleştirme kararı vermiş. Fotoğrafın içeriği aynı mı, değil mi bilmiyorum ama Kandil'de çekilen bir fotoğraf olduğu yazılıyor. Savcılık aşamasında bundan haberimiz bile olmadı. İfadem bile alınmadı. Tebligat da yazılmadı. İddianame kabul edildi, ilk duruşma yapıldı bundan bile haberim olmadı. Ancak sizinle birleştirme istenince böyle bir davadan haberdar oldum. O dava da yine Kandil fotoğrafıyla ilgili. İstanbul'da benzer bir soruşturma vardı. Akıbetini artık takip edemedim. Avukatlarım takip etmiştir. O nedenle bu fezlekenin de ciddiye alınır bir tarafı yoktur hukuki açıdan. Dediğim gibi siyasi olarak eleştirilebilir.

‘O FOTOĞRAFI YURTTAŞLARIMIZIN BİR KISMI ELEŞTİREBİLİR, ANCAK YARGILAMA KONUSU YAPILAMAZ’

Yurttaşlarımızın bir kısmı Kandil'de KCK yetkilileriyle fotoğraf çektirmemizi o dönem eleştirme hakkına sahiptirler. Nasıl ki kamuoyunun bir kısmı "Evet HDP yetkilileri gitmiş Kandil'de ciddi ciddi oradaki örgüt yetkilileriyle görüşüyor ve demek ki silah bırakmaya doğru gidecek bu iş. Demek ki sonuç alacak" gibi olumlu eleştirirken bu fotoğrafı, bir kısmı da tepki duyabilir. Nihayetinde bu çatışmalarda 30-40 yıldır ülkede yaşanan şiddet eylemlerinde yaşamını kaybetmiş şehit ailelerinin yakınları var, tepki duyan insanlar var. Bunları da biz anlayışla karşılamak zorundayız.

Güvenlik güçleri var, onların yakınları var. Siyasi, ideolojik olarak bizim gibi düşünmeyen yurttaşlarımız var. Onların hepsinin de bizi en sert şekilde eleştirme hakları vardır. Bir siyasetçinin de buna saygı duyma zorunluluğu vardır. Ben bunlara saygı duyuyorum ama bunların hiçbiri suç oluşturmaz. Türk Ceza Kanunu anlamında bir kriminal tartışma konusu yapılamaz. Yargılama konusu yapılamaz. Bu yurttaşımız da suç duyurusunda bulunmuşsa anlayışla karşılamak lazım.  Ama yapılması gereken şey takipsizlik, soruşturmaya yer olmadığı kararını vermektir. Bu mesele buraya kadar gelmemeliydi. Her ne kadar bugünkü fezlekeyi tutuklamaya devam kararları arasında saymıyorsanız da iddianamenin bir parçası olduğu için birkaç cümle de olsa görüşlerimi belirtmek istedim. Zaten çözüm tutanağı vs. olmadığı içinde başka da söyleyecek bir şey yok.