Tunç Okan'ın aynı zamanda ilk yönetmenlik denemesi olan kült filmi Otobüs, yoksulluktan kaçarak Anadolu`nun ücra köylerinden Avrupa`nın ışıltılı caddelerine gelen “gurbetçiler’’ in yaşadığı kültür şokuna ışık tutmasının yanı sıra, Batı Avrupa ülkelerinde gündelik yaşamın dokularına sirayet eden ırkçılığı ve bu ırkçılığın göçmenler üzerindeki sosyal ve psikolojik etkilerini de uzun süre akıllardan çıkmayacak biçimde izleyiciye aktarıyor.

Artık hurdaya çıkarılması gerekirken, Stokholm`ün en işlek meydanlarından birine içinde bulunan dokuz Türkiyeli göçmenle terkedilen Otobüs, Tunç Okan`ın objektifinde güçlü bir metafora dönüşür. Zengin bir kentin ortasında eski bir otobüs... İçinde kimliksiz, parasız, aç, bulundukları coğrafyanın dilinden tek kelimeyi bile anlamayan dokuz adam. Muhtemelen bu Avrupa macerasından önce köylerinden dışarı adımlarını bile atmamış dokuz adam. Etraflarını çevreleyen o ışıltılı kent ve o kentin zengin insanlarının kendi yoksullukları ve içine istiflendikleri o külüstür otobüsle yarattığı tezat onlar için öylesine ürkütücüdür ki, sımsıkı kapatırlar otobüsün perdelerini. O işlek meydanın ortasındaki o eski otobüsün içinde kimse kendilerini görmesin, kimse varlıklarının farkına varmasın isterler. Ama açtırlar, tuvalet ihtiyaçları vardır ve sonunda korkarak da olsa çıkarlar otobüsten.

Sonra korkularının hiç de nedensiz olmadığını anlarız. Karşılaştıkları polisten kaçarken arkadaşını kaybeden Tuncel Kurtiz`in canlandırdığı karakter ne yapacağını bilmez bir halde yabanıl çığlıklarla oradan oraya koşturur durur. Ama yolunu bulamaz. Sonunda bir köprünün duvarına çıkıp çömelir, başını dizlerinin arasına gömüp kollarıyla dizlerini sımsıkı sarar. Saatlerce buz gibi soğukta öylece kıpırdamaksızın kaldıktan sonra, dönüp buzlu nehrin sularına düşer, gömülür gider. Kanınız donar, “Kimse böyle ölmemeli, kimse böyle yalnızlıkla buzlu sulara gömülmemeli’’ cümlesi geçer içinizden. Oysa her şey gayet “medenidir’’, kurallarına uygundur. Sadece onun buzlu sulara düşüşünü gören bir Avrupalı tiksintiyle “Pis herif!’’ diye söylenir kendi kendine.

Yönetmenin bizzat kendisinin canlandırdığı diğer karakter, yani Mehmet de açlığın ve yol, iz, dil bilmezliğin yabanıllığıyla “medeni’’ Avrupalılar`ın midesini bulandırır. Onun kaderi de ağızlarından ''pis yabancı'' küfürleri dökülen iyi giyimli Avrupalıların tekme tokatlarıyla dövülerek öldürülmek olur (filmin burası sanki biraz abartılıdır).

Sabah olmuştur. Dalga geçilseler de, korkutulsalar da hayatta kalmayı başaran diğer yedi adam tekrar otobüsün içindedirler. Sonunda polis otobüsü çeker ve kapının kilidini açar. Yedi ürkek adam sınırdışı edilmek üzere sürüklenerek polis merkezine götürülür. Uygar dünyada yeri olmayan o eski otobüs bir vincin balyozuyla tuzla buz edilir. Bir metafor olarak yok edilen otobüsün akıbetinde “istenmeyenler’’in yok edilişlerini görürüz. İstisnaları saymazsak her şey gayet “uygar’’ dünyaya yaraşır bir biçimde cereyan etmiştir.

İSVİÇRE'DE YASALARDA IRKÇILIK

Bu uzun girizgahtan sonra uluslararası sözleşmelerde ve bütün Avrupa ülkelerinin yasalarında olduğu gibi İsviçre yasalarında da ırkçılığın ve ırka dayalı ayrımcılığın yasaklanmış olduğunu belirtmek gerekiyor. İsviçre Anayasası`nın hukukun eşitliği prensibini kurala bağlayan 8. maddesinin 2. fıkrası insanların kökeni, ırkı, cinsiyeti, yaşı, dili, sosyal pozisyonu, yaşam biçimi, dini, dünya görüşü ve politik yönelimleri nedeniyle, fiziksel ya da zihinsel engellilik hali nedeniyle ayrımcılığa tabi tutulmasını kat`i bir biçimde yasaklıyor. Anayasanın 9. maddesi bu maddeyi bütünler nitelikte, herkesin devlet kurumlarından güvene dayalı ve keyfiyetten uzak bir muameleyi talep etme hakkını güvence altına alıyor. Burada “herkes’’ kelimesinin altını çizmek istiyorum. Yasa koyucunun kastettiği sadece İsviçre vatandaşları değildir, herkestir. Yani bir mülteci, bir turist, bütün insanlar.

Öte yandan İsviçre Ceza Yasası`nın 261.maddesi Anayasa`nın 8. maddesini daha da somutlaştırarak ırkçılık ve ırka dayalı ayrımcılık yasağı ihlalinin bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla ya da para cezasıyla cezalandırılması gerektiğini hükme bağlıyor.

Ceza Yasası`nın bu maddesi, bir kişiye ya da gruba karşı onun ırkı, etnik aidiyeti veya dini nedeniyle toplumu nefrete ve ayrımcılığa çağıran; bir ırkın, etnik grubun ya da dinin mensuplarını aşağılayan ve onlara iftirada bulunan ideolojileri toplum içinde yayan; bu amaçla propaganda faaliyetleri organize eden, bu faaliyetleri destekleyen ya da bunlara katılan; sözle, yazıyla, resimle, mimik ve hareketlerle, eylemle veya başka bir biçimde bir kişiyi ya da bir insan topluluğunu ırkı, etnik aidiyeti, dini nedeniyle insan onurunu yaralayacak şekilde aşağılayan ya da ayrımcılığa tabi tutan ya da bu nedenlerden birinden kaynaklı olarak bir soykırımı ya da insanlığa karşı işlenen bir cürmü inkar eden, masum gösteren ya da haklı çıkarma çabasına giren kişileri kapsar.

UYGULAMADA IRKÇILIK

Ama bu kadarla sınırlı değil... Yasa maddesinin son paragrafı aslında ırka ya da etnik kimliğe dayalı ayrımcılığın günlük yaşamda en sık rastlanılan tezahürünü dile getiriyor. Bu paragrafa göre; her kim ki genel olarak bütün insanlara sunulmaya uygun bir hizmeti bir şahsa veya bir gruba sunmayı onun ırksal, etnik ya da dinsel aidiyeti nedeniyle reddediyorsa o da aynı şekilde yani bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla ya da para cezasıyla cezalandırılır.

Peki kim bu yasa maddesinin olması gerektiği gibi işletildiğini açık yüreklilikle iddia edebilir? Kiralık ev arayan aşağı yukarı bütün mülteci yabancılar bu ayrımcılıkla karşılaşmıştır. Yaptığım mübalağanın hoş görülmesini dileyerek, özellikle bir mülteci için İsviçre`de kiralık ev bulabilmenin ev satın almaktan daha zor olduğunu iddia edeceğim. Herkes çok iyi biliyor ki bunun tek nedeni olmasa da en güçlü nedeni yabancı düşmanlığı ve ırka dayalı ayrımcılık.

Hayatın daha pek çok alanında mültecilerin ayrımcılığa tabi tutulduğunu, bu ayrımcılığın gittikçe arttığını ve bu şekilde İsviçre Ceza Yasası`na göre suç kabul edilen bir fiilin yavaş yavaş toplumsal dokuda normalleşmeye başladığını üzülerek ifade ediyorum.

GÖÇMENLER VE YERLİ HALKLARLA BİRLİKTELİK

Amacım şikayet etmek değil. Tek başına şikayet etmenin sorunları çözmeye hizmet ettiğine inanmıyorum. Öte yandan ceza yasalarının ırka dayalı ayrımcılık ve yabancı düşmanlığı gibi toplumsal dokuya sirayet etmiş problemleri çözmede belirleyici bir araç olduğuna da inanmıyorum. Ancak çok açık ki, bir yandan cezasızlık, bir yandan ırka dayalı ayrımcılık ve yabancı düşmanlığına karşı yeterli politik ve ideolojik refleksin gösterilememesi, sorunu büyütmekten başka bir sonuç doğurmuyor. Aksi takdirde geçen yıl Bremgarten`da ilticacılara özel havuz yasağı çıkarabilecek kadar ileri gidilmesini nasıl izah edebiliriz?

Irkçılık ve yabancı düşmanlığı tarih boyunca hiçbir sorunun çözümü olmamıştır, bugünün dünyasında hiç olamaz. Bu sorunu göçmenler ve yerli halklar birlikte ele almalı ve ortak çözümler geliştirmelidirler. Özellikle Avrupa`da hayli örgütlü olan Kürtlere ve göçmen organizasyonlarına bu noktada büyük görev düşüyor. Göçmenler korku, küskünlük ya da yılgınlıkla kendi otobüslerine çekilip perdelerini sıkı sıkıya çektiklerinde (ki bunu yapanların sayısı İsviçre`de şu an bile hiç de az değil) inanın bana bu hiç kimseyi, hatta yabancı düşmanlığını körüklemek için, çarpıtmalarla dolu istatistikler düzenleyen ve yabancıları adeta şeytan gibi gösteren Araştırma Enstitülerini ve onlara sipariş verenleri bile mutlu etmeyecektir. Zira Tunç Okan`ın “Otobüs’’ündeki dokuz yalnız adamdan daha fazla yabancı yaşıyor bugünün İsviçre`sinde ve diğer Avrupa ülkelerinde.

(Bu yazı Yeni Özgur Politika’da yayınlanmıştır…)