1. Gezegene Şiirsel Bir Veda: Cov’19

Dünya insansız bir zamanın kutlamalarına başladı. Asıl şenlikler bizden sonra başlayacak.

Kirlettiğimiz sular, zehirlediğimiz hava, soykırıma uğrattığımız hayvanlar… İnsan soyunun düşmanlık ettiği tüm canlılar, toprak, hava ve su; sessizce oyundan atılışımızı izliyor.

Sular arınıp havalar berraklaştı. Balıklar ve kuşlar yeniden ev sahibi… Korkutup uzaklara sürdüğümüz yabaniler yolları ve kentlerin girişlerini yokluyor. Buzullar bile parçalarını topluyor, yaramaz bir çocuğun ardından dağıtılmış puzzle parçalarını toplar gibi. Suları arındığında son kez yıkanıp temizleneceğiz o nehirlerde. Tepemizde kuşlar kanat çırpacak.

Dünyanın soluğu temizlenirken bizim ciğerlerimizde ölümcül bir leke belirdi. Ciğerlerimizi teslim almadan önce elimizin değdiği her yerde izimizi sürdü, bir avcı gibi peşimize düştü.

Şehrin, şehirlerin surları ele geçirildi, abluka bütün orduları çaresiz bıraktı kısa zamanda. Herkes silahını çaresizce yere bıraktı. Teslimiyet dışında bir yol yok... Sokakları, meydanları boşaltıp birer sığınağa kaçtı herkes.

Korku zihinlerimizi teslim almışken duyduklarımız, öğrendiklerimiz içimizi kemiriyor. Duvarların ardında, kapının ötesinde bizi arayan bir katil var. Kendimizi korumak ve saklanmak dışında bir kaçış yok. Bütün yüce ülkülerimiz, sarsılmaz inançlarımız korkuyla, bir balon gibi söndü.

Şenlik bitiyor. Ateşin etrafında toplanıp bir şarkı söylemek istiyor herkes. Duman herkesi zehirleyecek olsa da son bir şarkı, iyi bir son olur. Ev yanarken keyif sigarası son bir fırsat olabilir.

Küçük bir balkonu dev bir sahneye çevirmiş soprano. Aryalar geceyi ve korkuları delip geçiyor. Tenorun sesi gökyüzünde yankılanıyor. Gemi batarken dalgalar coşuyordu.

  1. İncelikli Bir Ağıt Zamanı Şimdi

Carreras, balkona hazırlanırken aynada milyarlarca gözbebeğine baktı. Son bestesini Amadeus gibi tamamladı; Requiem. Ağıt yalnızca kendine değil bütün insanlığa dair... Orkestra olmadığı için kolonların sesini sonuna kadar açtı. Sahneye çıkarken ilk notaları eşlik etti adımlarına. Bütün pencereler açıldı, her balkon bir locaya döndü. Şarkının sözleri her yere varıyor. Nakaratın coşkusu herkesi şarkıya katıyor şimdi.

Bütün dünya şarkıyı dinliyor. Dağlar, denizler yankılandı. Herkes bu sesin büyüsüyle kendinden geçti. Carreras balkonda söylüyor, gemi batıyordu. Carreras dünyanın balkonundan sesleniyor, tüm kulaklara. Şarkı yeryüzünden uzaya doğru yankılanıyor, dalga dalga yayılıyor anbean. İnsanlık için acı bir ağıt yükseliyor. Dünya, dönerek ağıtı bir çığlık gibi evrene fırlatıyor.

Gezegen bazı yolcularını son limanda bırakacak.

Hazırlık zamanı... Ceplerimize çakıl taşlarını toplayıp nehirlere bırakalım kendimizi. Cesetlerimiz denizlere ulaşacak, belki bir kıyıda yengeçlere, martılara yem olacağız. Son oyunumuzu bari iyi oynayalım, oyunbozanlık yok. Bu sefer kuşlar, gökyüzü, nehirler, ağaçlar değil biz kaybedeceğiz. Kaybedeceğimizi bile bile oynayacağız. Son oyunumu telaşlı, kaygılı gözlerime korkuyla bakan doktorlarla değil belki suyla, belki toprakla belki ateşle geçirmek istiyorum.

  1. Korona Mezarlıkları

Yeni mezarlıklar inşa ediliyor uzak ve insansız yerlerde. Derin kazıların dibinde rezerve edilmiş ücretsiz mezar yerleri. Bir katliam olmuş gibi… Mezarlık, kalabalık bir mülteci grubunu ağırlamaya hazırlanıyor. İltica eden kalabalıklar birikiyor mezarlık kapılarında.

Gelecekte kimse buraları ve burada yatanları hatırlamak istemeyecek çünkü hiçbirisi hak ettiği bir vedayı görmedi. Son nefeslerini tüketirken bir uğurlama, bir helalleşme görmediler. Kalanlar bunun hesabını hiçbir zaman veremeyecek.

Carreras’ın söylediği ağıttan ibaret bütün veda. O şarkı aslında insan soyu için mi söylendi?

İnsan yavaşladıkça geriye kalan her şey ona ayak uyduruyor, çünkü bütün evren insan odaklı

Onun adımları ağırlaştıkça bütün hikâye başa sarıyor. Dünyanın ritmi kendi doğasına dönüyor.

 İnsan durulunca bu sefer onun da baş edemediği yeni bir panik var hem de kendi bedeninde ağırladığı davetsiz bir misafir. Bu yeni tanıdığımız bizden çok hızlı. Biz durdukça o hızlanıyor etrafımızda dönüp bizi sersemletiyor. Biz kabuğumuza çekilirken o hemen bir dönüşte başka birine dönüşüyor, tanıyamıyoruz onu. İçeceğimize ilaç atmış sanki. İyi niyetli değil.

İnsanın milyonlarca yıl evrimini dakikalar içinde geçirip mutasyona uğruyor. İştahı bizimkinden bile beter, istifçiliği, stokçuluğu iyi biliyor. Önce hastaneleri, sonra mezarlıkları rezerve ediyor, bizler için.

  1. Dünyada Bir Hayalet Dolaşıyor

Etrafımızda bir hayalet dolaşıyor, Virüs hayaleti.

Bir kaplumbağa gibi önce yavaşladık sonra korkuyla kabuğumuza çekildik. Kendimizi öyle bir karanlığın içine hapsettik ki baktığımız karanlıkta sonsuz bir sahne görüyoruz.

Sesler kesiliyor. Korna sesi, fabrika düdüğü, kalabalık uğultuları, çığırtkanlar susuyor; Careras başlıyor, herkes onu dinliyor.

Kâbe ve Dow Jones Borsaları sessiz; ne bir ezan sesi var ne de bir gong… Giden kimse için çanlar çalmıyor, çalmayacak…

İşçiler, devrimciler, gerillalar değil iki ay önce tanıştığımız bir virüs Kapitalizmi tehdit ediyor. Piyasalar, borsalar, tahviller bir anda bırakın değerlerini; anlamlarını dahi yitirebilir. Hava yolu şirketleri, zincir restoranlar, hiçbiri ayakta kalamayacak bu gidişle… Virüs dünyayı dondurunca hayat yavaşladı. İnsanlar yavaşladıkça petrol, enerji ve savaşlar da durdu. Bacalar, makineler, dişliler durdukça Petrol şirketleri, santraller, fabrikalar iflas ediyor. 100 yıldır uğruna kan dökülen petrolün piyasa değeri şu an sıfır.

Gıda Tedarik Zinciri koparsa beş bin yıllık medeniyet tarihi de sıfırlanabilir. Yağmacılıktan yamyamlığa kadar insanın yapmadığı/yapamayacağı bir şey yok.

Kapitalist çöküşlere karşın Sosyal Devletler güçlenebilir. Sivil dayanışma ağları siyasal parti ve cemaatlerin önüne geçebilir. Kriz ve fırsat hiç olmadığı kadar yan yana…

Pekiyi, Virüs Kapitalizmi yenebilir mi? Bu soru karşısında korku ve şüpheye kapıldı düzenin sahipleri.

Devletler korkuya kapılınca şuursuzca ordularını hatırladı hemen. Son Dünya savaşından beri ilk defa tank paletleri Avrupa’nın nazik Bulvarlarını ezdi. Kaldırımlar ilk defa postal gördü.

Yalnız, ortada bir sorun var: Virüs emir almıyor, korkmuyor, açlıkta ölmüyor, hurafelere inanmıyor; yani zorlu bir muhalif…

Tek bir laboratuvarın bile dünyanın bütün savaş gemilerinden ya da ibadethanelerinden daha değerli olduğunu anlamak için vakit artık çok geç.

  1. Son Sahne

Sümer rahipleri yazıyı keşfettiğinden beri tarım, ticaret, hukuk, sanayii, elektrik ve elektronik baş döndürücü bir hızla gelişti. Zaman sarkacı bize yaklaştıkça daha hareketlendi, hız başımızı döndürdü. Sümerli rahipten Dostoyevski’ye değin ‘aynı göğün altında yazılmamış bir şey’ kalmadı. Fakat milyarlarca sayfa kitabı karıştırsak da beş bin yıldır buna dair bir iz bile yok.

Bütün tehditleri geride bıraktık sanıyorduk. Sanıyorduk ki dünyamızı ancak bir nükleer savaş ya da her durumda insan yapımı bir felaket yok edebilir. İnsanlık için Nazizim, Neo-Liberalizm, Cihadizmden daha tehlikeli, sinsi düşmanlar var: Virüsler, Bakteriler, Mantarlar… Bunların insanlığın sonunu getirmesi, bir Nükleer Savaş ihtimalinden daha fazla. Sars, Mers, Ebola, Covid19… muhtemelen devamı geliyor.

Sonsuz gibi görünen bir kısır döngünün, bitmeyen bir oyunun son sahnesine mi denk geldik? Bir milyon sezonun final sahnesi herkesi koltuklara yapıştırdı. Onun için sabahlara kadar herkes Televizyon ya da telefon ekranından gelişmeleri takip ediyor. Kimse tek bir ayrıntıyı bile kaçırmak istemiyor. Lisede Fen derslerinden kaçan tembel öğrenciler, bir aydır Tıp makalesi okuyup tartışıyor heyecanla.

Son sahne için kendimizi çok hazırladık. Ölüme, şiddete, eşitsizliklere, kanunsuzluğa doyduk, dünyayı da doyurduk. Virüs bile bizden daha adil, kapitalizmden ve hatta Komünizmden daha adil. Sınır tanımıyor, sınıf bilinci yok, paranın hükmünü saymıyor bile. İlahların pabucunu dama çoktan attı bile. Anarşist, asi ve cüretkâr… Çocuklarla oynamayı pek sevmiyor, belki de büyümelerini bekleyecek. Gençlerden de uzak ama şimdilik. Güçlenip onlara meydan okuyacak önümüzdeki günlerde belki de. Çocuk, genç ve yaşlıların hepsinin içine korkuyu salıyor.

Zihnimizi korku ile işgal edip herkesi sokaklardan kovuyor. Meydanlardan, AVM’lerden, plazalardan kaçıyoruz.

Kıyamet sonrası için yaşanabilecek bir kır evi, küçük bir dağ evi yok. Şimdilik büyük şehirlerin sonsuz dairelerin birinde kafeste bir kurban gibi beklenecek.

Kraliyet aileleri, komutanlar, futbolcular, seçilmişler, entellektüeller, market çalışanları, kargocular… Sınır ve sınıf tanımadan insan toplulukları arasında rahatça, özgürce dolanıyor katil. Her dakika çember daralıyor. Bizler yasaklara bürünürken virüs güçlenip kendini yeniliyor. Tıpkı Terminatör gibi her girdiği bedende ölümcül bir makine gibi izimizi arıyor.

Belki Son sahneyi izliyoruz, ekran başında.

  1. Gerçekler Negativ- Komplolar Pozitiv

Yaklaşık iki aydır televizyonlardan, devlet adamlarından, profesörlerden, Sosyal medyadan, her yerden yalanlara maruz kalıyoruz. Tıpkı savaşta olduğu gibi en başta gerçekleri vurdular.

Bir Netflix dizisinde olmadığımıza kendimizi nasıl ikna edebiliriz? Kim yazdı bu kurguyu? Final sahnesinde ne var? Hangisi oyun, hangisi gerçek? Hiçbir şey bilmiyorum, hiçbir şey bilmiyoruz, hiçbir şey bilmiyorlar… Bilmediğimiz için çok konuşuyoruz. Gerçekler, hayaller, kurgular ve yalanlar birbirine karışıyor. Hangisinin gerçek olduğunu unutup hepsini ezberliyoruz. Replikler, yalanlar ve gerçekler yer değiştiriyor. Her ezberde masumiyeti kurban ediyoruz. Sosyal ağlardan zehirleniyor, zehirliyoruz. Aklımız bulanıyor, zihnimiz dağılıyor, gerçekler kayboluyor. Labirentin içinde kayboluyoruz. İzlendiğimizi bildiğimiz için de kendimizden, doğamızdan uzaklaşıyoruz.

Bir şehirde, bir toplumda, bir ülkede değil de tehlikelerle dolu bir gezegende olduğumuz hissi sardı mı sizi de?

Bir barda buluşmak bile uzak bir hayal artık. İzolasyonun iki üç yıl sürdüğünü düşünelim, yeni hiçbir arkadaşınız olmayacak, eski dostluklar geride kalacak, uzaklaşacak, belki unutulacak.

Bir sevgiliniz yoksa bundan sonra olması daha da zor. Alışın yalnızlığa, hadi bakalım. Bir cana hasret aynalara sarılırsak bizi kim tedavi edecek, psikiyatr mı yoksa bir din adamı mı?

En iyi senaryoyu düşünelim, bu yaz her şey geride kaldı. Yine de rahatlıkla kucak dolusu sarılabilir miyiz birine? Yeni insanlarla bir araya gelmek için cesaret gerekecek. Tanıdığımız her insanda bir korku içimize düşecek. Akdenizlilik ölecek, kuzeyin soğukları insanların arasından sert bir şekilde esecek.

Bu kaotik hale son verecek bir düzen arayışı belirdi. Hayallerimiz, inançlarımız bu arayışın gölgesine sığınmış. Yeni bir dinin ortaya çıkması için bütün koşullar hazır. Yeni dinimiz bir mağarada değil bir Laboratuvarda her an ortaya çıkabilir. “Aşıyı buldum!” diye oradan çıkacak kişiyi Peygamber ilan edebiliriz. Ben ederim!

  1. Kapımdaki Düşman

İnsanlardan ve şehrin tehlikelerinden kaçıp en güvenli yere sığındık. Evlerimiz, sığınaklarımız… Burada bulduğumuz hazineler bize mevsimler boyunca yeter. Sınırsız makarna, peçete, sabun ve akıllı bir televizyon… Sınırsız internet, elektrik ve su; yeter ki kesilmesin hiçbiri. Bu sığınakta sonsuza dek yaşayabiliriz.

Ev bize bir cennet vadediyor. Alarm yok, mesai yok, patron yok, müşteri yok, randevular, öğle araları… Saatler, günler ve haftalar istiflendikçe etrafımızı sarıp bizi bir çıkmaza sürüklüyor, zaman. Çöken karanlıkla birlikte evlerin içine, ruhumuzun odalarına bir kasvet iniyor. Karantina, izolasyon, ve sonunda emredilmiş bir yalnızlık…

İlerleyen saatlerde yine istatistikler, yeni ve daha kötü haberler geliyor. Sabahları erteleyen kâbuslar birikiyor… Gece bitmeden başka bir geceye evriliyor bazen. Küçük mağaranın içinde günler, hafta sonları birbirine karışıyor.

Sanrılar, nevrozlar, kâbuslar; koridor boyunca uzanmış duvarlarda karanlık birer senaryo yazılı, baktığımız her boşlukta Sümerli rahibin distopyası kulağımıza fısıldanıyor. Careras, bizim için ağıt yakıyor.

Geç saatlerde ajanslar vaka sayılarını yeniliyor, Ölümmetrelerini açıyor. İstatistikler, mutasyon haberleri, en kötü senaryolar sabahlara kadar bizi esir alıyor. Gecenin en karanlık yanını yaşıyoruz. Karanlık bizim içimize işliyor. Her senaryo bir dizi kâbus oluyor. Kâbuslarımız, en gözde dizimiz oluyor. Her gece bir sezon yorgunluğu taşıyoruz.

Kapıya dayanmış sinsi düşman. Ara ara kapıya yaklaşsak da geri dönüyoruz. Kapının ardında, dış kapı kolunda bile yakalayabilir, teslim alabilir bizi. Kapıda karşılaştığımız komşu, hasret olduğumuz bir dost, sevgi dolu bir kucaklama sonumuzu getirebilir. Geri çekiliyoruz her seferinde.

Odalar, tuvalet, balkon, duvarlar… Koridor uzadıkça uzuyor. Sonra bir lastik gibi birden, aniden geriliyor. Duvarlar, tavan ve ne varsa üstüne üstüne geliyor. Gece boyunca ölüm haberleri devam ediyor. Yeni tedbirler, yasaklar, komplolar... Sahnede her kâbus için provalar gerçekleşiyor. Oyun bittiğinde herkes biliyor, salondan çıkış yok.

Tüm günahlarımızı bağışla Dünya!

Sabah çocuk sesleriyle doğuyor. Güneş bir baba gibi, bir bilge insan gibi doğudan yükseliyor.

Gandalf at üstünde, elinde aşıyla bize yetişip canavarları püskürtüyor. Hayat öpücüğü kondurup öldürüyor Virüsü…

  1. Özgürlük

Yağmur özgürlükmüş, sokakta ıslanıyorsan sokak seninmiş. Dokunmak özgürlükmüş, teninin tutkuyla buluşması aşkmış. Güneş ısındıkça yüreğin de ısınır. Gözlerin maviye hasret olmasın bir daha…

 Bir, -Merhaba! hayata yeniden dönmek olabilir. Kapı, pencere, duvar, perde değil; sokak, güneş ve yağmur…

‘Merhaba bulut!’, ‘Merhaba deniz!’, ‘Merhaba gök!’, ‘Merhaba insanlar!’, ‘Merhaba hayat!’...

Maviye hasret olmasın bir daha kapkara gözlerimiz!