Hayatının önemli bir zaman dilimini, 45 yılını inandığı, düşündüğü, bir mücadeleye adayan Fehim Caculi’den bahsetmek istiyorum. Fehim Caculi önceki hafta bütün dünya insanlığına fiziksel bir mesafe koyarak doğaya döndü. Pandemili günlere rastlayan bu ayrılış yakınlarını, tanıyanlarını, dostlarını, anılarıyla, duygularıyla baş başa bıraktı.

Caculi ODTÜ’de devrimci gencik mücadelesi içeresinde başladığı siyasi serüvenini, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nde zorunlu olarak noktaladı.

Bizim kuşağın devrimci hareketle ilk buluştuğumuz yıllarda, (1977) devrimci gençlik ve sonra da Devrimci Yol dergisini takip edenler ayrıca Tüm İktisatçılar Birliği (TİB) Yayınları’ndan çıkartılan broşürleri takip ederdik. O dönemlerde Halkevleri, TÖB-DER, ya da birçok yerel derneklerde yapılan seminerlerin konusunu belirleyen bu broşürler bütün gençliğin başucu okuma materyaliydi. Bu broşürlerin çıkartılmasında emeği olan arkadaşlarımızdan biri de Caculi’dir. O günden bu güne kadar nefes aldığı her süreçte üretmeye devam eden Özgürlükçü Sol fikirlerin gelişmesi için çaba sarf eden arkadaşımızdır.

Fehim Caculi’nin şu anda yayında olmayan Turnusol internet sitesinde yapmış olduğu bir siyasi değerlendirmesi tartışmaya değer makalelerindendir. Türkiye tarihini ve dönemlerini özetliyor.

Bu yazımı Fehimin Caculi’nin anısına, o makalesini sizlerleler paylaşmaya ayırdım:

“DONSUZLAR"IN DEĞİŞİM TALEBİNE KARŞI MUKTEDİRLERİN RESTORASYON PROJELERİ

Bilindiği üzere Fransız Devrimi’nde esas kitle tabanını teşkil eden ve serflerden, işçilerden kısacası o dönemin yoksullarından oluşan ana gövdeye Türkçede “Baldırı Çıplaklar” anlamına gelen “Donsuzlar” (SANS CULOTTES) derlerdi. Sonraları bu terim devrimci yığınları, isyan eden halkları anlatan bir tanımlama olarak siyasi literatüre girdi.

Kısaca bu hatırlatmayı yaptıktan sonra konumuza gelirsek, Cumhuriyetin kurulması sırasında “Üniter ve Ulus / Milli Devlet”in yapılanması ve kurucu tekçi zihniyet dünyasını yansıtan felsefeyi hayata geçirenlerin uyguladığı politikalar toplumun çoğunluğunu oluşturan muhtelif kesimlerin, özellikle ve bilinçli olarak makbul vatandaş tanımının dışında tutulanların yıllar boyu baskı görmelerine ve ağır bir dışlamaya uğramalarına yol açtı. Dönemin iktidarı, aynı dönemin diğer siyasi kesimlerinin (1921 anayasasını yapanlar) itirazlarına karşın kurucu kadronun kesin hegemonyasının altında Türk kimliği ve despotik laisizmi esas alan ve topluma yukarıdan aşağı şekil verme zihniyetiyle hareket eden diktatoryal bir rejim olarak şekillenmişti. 1924 Anayasası ve 1. İzmir İktisat Kongresi ile birlikte Milli Devlet ve “renksiz, sınıfsız, zümresiz” tek bir sınıftan oluşan Millet inşası büyük felaketler ve reddiyeler neticesinde inşa edildi. Bu süreç çeşitli toplum kesimlerinde yok sayılmaktan, inkardan ve hak gasplarından dolayı sınıfsal, kültürel, kimliksel ve inançsal mağduriyetlere neden olmuştu. Bu duruma, sisteme nereden ve hangi kesimden itiraz gelirse gelsin, bu Türk ve Sünni kimlikli devlet bütün zor ve şiddet aygıtlarını kullanarak, baskı, asimilasyon, sürgün, katliam ve imha gibi yollara başvurarak , akla hayale gelmeyecek oyunlar oynanarak kurucu azınlığın zalim hegemonyasını sürdürmeye çalıştı. Kurucu iradenin tarihi konusunda artık yazılmadık çok az şey kaldığı için bu bölümü kısaca geçmekte fayda görüyorum.

Yukarıda bahsettiğim “Donsuzlar” tanımlaması, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu azınlığın iradesinin dışladığı tüm kimlik, inanç, kültür ve sınıf mağdurlarını kapsamaktadır. Yazımızda anlatmaya çalışacağım ‘Değişim’in ana ve temel öznesi bu kesimdir.

Bugünden geriye bakıldığında, neredeyse bütün cumhuriyet tarihi boyunca kurucuların “Müesses Nizam”ına karşı mağdurların, ezilmişlerin, yok sayılanların itirazları hep dönemsel olmuş; genelde kendi kimliklerinin içinden, yalnızca kendi kimliklerinin taleplerini siyasi alana taşıyarak, diğer mağdur kimlikler ile hiyerarşik bir ilişkiye girerek, diğer kimliklerin taleplerini kendininkileriyle eş değerde görmeyerek siyasetlerini kurguladıkları için kolayca ezildikleri, kenarlara itildikleri ve başarısız oldukları görülüyor.

İlk İtiraz ve 1. Restorasyon Projesi

Kurucu iradenin ihdas ettiği “müesses nizam”ın mevcut zihniyet, yapılanma ve uygulamalarıyla artık, küreselleşen dünyada, sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçtiğimiz bu zaman diliminde kendini yeniden üretebilmesi, toplumun tüm kesimlerinin taleplerine cevap verebilmesi ve bunu da sürdürülebilir kılması neredeyse imkansızlaşmıştı. Kısacası Cumhuriyetin bir döneminin bittiğini yeni bir döneminin başlaması gerektiğini ilk algılayanların arasında öncelikle sistemin mağdur kesimlerinden sünni - dindar muhafazakarlar geliyordu. 40 yıllık bir politik birikimin ve islami geleneğin içinden çıkan, kendilerinden olmayan diğer kesimleri de kendi taleplerine ortaklaştırarak siyaset alanında yeni bir aktör olarak yer aldılar.

Kimdi bunlar? İktisaden cumhuriyet sermayesinin acentacılığını, bayiliğini, servis hizmetlerini yapmış dindar, muhafazakar, Anadolu kökenli küçük sermaye gruplarının, belli bir palazlanma dönemini geçip belli oranlarda sermaye birikimini gerçekleştirip uluslararası rekabet piyasalarından pay almak istemeleriyle karşılaştıkları zorluklar neticesinde gereksinim duydukları sıcak paranın ancak istikrarlı bir ülkeye gelebileceğini, istikrarın da demokrasi ve insan haklarından geçtiğini algılamaları neticesinden onların öncülüğünde çoğunlukla kentlerin çeperlerinde, köy, kasaba ve Anadolu şehirlerinde yaşayanların oluşturduğu Sünni, dindar ve milliyetçi duyguları yüksek insanlardan oluşuyordu. Bu kesim demokrasi, eşitlik, özgürlük ve bir arada yaşama konusunda içselleştirilmiş bir zihniyete sahip olduğundan değil tam tersine temsil ettiği sermaye gruplarının talepleri doğrultusunda el yordamı ile, nobran, otoriter, gerektiğinde hukuku yok sayan, ataerkil, cinsiyetçi, çevre ve ekoloji duyarsızlığı had safhada adına demokratikleşme programı dedikleri ve parlamenter demokrasi kuralları içinde, çevreden gelerek topluma bir proje sundular. Bu proje, konjonktürel olarak dünyada sıcak paranın fazlalığı ve gidecek yer araması, talan ve rant ekonomisinden elde edilen kârlar, Kemal Derviş’in yerleştirmiş olduğu denetleme ve düzenleme mekanizmaları ve bankacılık sistemi sayesinde yaratılan artı değerlerin paylaşımı ile yeni bir sermaye sınıfı ve orta sınıfın yaratılmasını sağladı. Devlet, parti ve cemaat dayanışması ve yardımlaşması ile yoksulların yaşamlarında göreceli nefes almaları sağlandı. 12 senede 9 kez üst üste seçimlerde toplum da onlara destek vererek bugünkü güçlü duruma getirdi.

Bu proje, dindar kesimlerin kendi Restorasyon Projesi’dir. Restorasyon projesi olması cumhuriyetin kurucu felsefesine bir itirazı anlatır ama aynı zamanda onun bazı temel özelliklerini de içselleştiren bir yerden ona içkin bir proje olduğundan bir değişimi ve dönüşümü değil eskinin reforme edilmesini, restore edilmesini ifade eder. Kısacası egemen sınıfların hegemonyalarını daim kılacak onu sürdürülebilir kılacak bir politikanın projesidir, yani asla tüm toplumu kucaklayacak, kapsayacak bir değişim projesi değildir. Toplumun onlara 9 kez cevaz vermesinin ana ve temel nedeni cumhuriyetin kurucu projesine alternatif ortada başka bir proje olmamasıdır.

İkinci İtiraz ve Değişim Projesi

Müesses Nizam’ın politikalarına ikinci güçlü ve kitlesel itiraz diğer yok sayılan bir mağdur kesimden geldi, Kürt’lerden... Onlar hemen hemen aynı döneme tekabül eden bir zaman diliminde dindar muhafazakar kesimin barışçı mücadelelerinin tersine başka çareleri olmadığı için şiddet kullanarak var olduklarını, yaşadıklarını, bu toprakların kadim bir halkı, kavmi olduklarını kanıtlamaya, anlatmaya çalıştılar. Kürt Siyasi Hareketi (KSH) 30 yıllık mücadeleleri sürecinde 17.000’i fail-i meçhul olmak üzere 50.000 civarında kayıp verme pahasına, bu ülkenin kadim bir halkı oldukları gerçeğini kabul ettirmeyi başardılar. 2013 Nevruzu’ndan itibaren halk savaşı yoluyla, şiddet yoluyla artık bir yere varamayacaklarını anlayan, kendi kimliklerinin talepleri içinden yaptıkları siyasetle oy oranı itibari ile sınıra dayandıklarını anlayan ve ayrı bir ulus devlet kurmak hedefinden vaz geçen KSH, Türkiye’nin diğer mağdur kesimleri ile birlikte ortaklaşa Demokratik Cumhuriyet – Demokratik Ulus Programı diye adlandırdıkları bir proje ile toplumun önüne çıktılar.

Türkiye’de 70-80 yıllık mücadeleleri süresince ağır tenkil ve imha politikalarına maruz kalmış çeşitli sol parti, grup ve hareketler ise 1990’ların ikinci yarısından itibaren ciddi bir arayış içine girerek solda yeni bir tanımlama çalışmasına başladılar. Geçen yüzyılın başlarının şartlarında şekillenmiş ve ortalarında başka biçim almış politik argüman ve mücadele şekillerinin günümüz dünyasının sorunlarına çözüm getirmekte zorlandığını fark eden bu kesimlerin bir kısmı özellikle 2005-2013 yılları arasında çalışmalarını bu yönde yoğunlaştırmışlardır. Söz konusu çalışmalar neticesinde bir takım deneylerden geçerek süzüle süzüle Özgürlükçü Sol siyaset çizgisi yeni güncel sentezlere ulaştı. Ekoloji ve çevre sorunlarının özgürlükçü sol omurganın önemli bir parçası olması gerçeğini kavrayan bir yerden hiçbir mağdur alanın bir diğerine hegemonik hiyerarşi kurmadığı eşitlikçi ve özgürlükçü bir düzlemde adil ve vicdanlı bir sol sentez / söylemi program düzeyinde ortaya çıktı.

KSH, 2010 yılından itibaren yaptığı çalışmalar neticesinde ilk önce düzenin mağdur ettiği tüm toplumsal kesimlerin taleplerini ortak bir örgütlenme içinde ortak bir siyaset diliyle ifade edebilmelerini teminen çeşitli grup, parti ve hareketler ile bireylerin biraraya gelerek oluşturdukları Halkların Demokratik Kongresi (HDK) örgütlenmesine öncülük etti, daha sonra da HDK içinden bazı kurumlar, Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) kurulmasını örgütledi. HDP, ilk kez cumhurbaşkanlığı seçim arifesinde kendi adayı Selahattin Demirtaş’ın taşıyıcı ve anlatıcılığını üstlendiği “Yeni Yaşam Çağrısı’nda ifadesini bulan ve temelinde katılımcı, barışçı, çoğulcu, eşitlikçi, özgürlükçü, ekolojik, cinsel ayrımcı olmayan, adil bir yönetim biçimini merkezden alıp ülke çapında tabana yaymak isteyen bir zihniyet olan Radikal Demokrasi Programı ile değişen Türkiye’nin değişim programının öncüsü ve aktörü olarak siyaset alanına bir teklifte bulundu. Söz konusu DEĞİŞİM PROJESİ ilk kez halk nezdinde bir sınamaya tabi tutuldu ve bin bir çeşit engellemelere karşın büyük ve beklenmeyen bir teveccüh ile karşılaştı. Onay aldı, kabul gördü.

İki Büyük Toplumsal İtiraza Karşı 2. Restorasyon Projesi

Doğaldır ki bu proje başta cumhuriyetin kurucu iradesi olmak üzere iktidar gücünü sadece kendi elinde tutmak isteyen tüm egemen muktedirleri rahatsız edecekti, etti de. Beklenen de buydu zaten.

90 Yıllık cumhuriyet tarihinde kurucu iradeye ilk ciddi kitlesel itiraz CHP’nin içinden çıkan Demokrat Parti (DP) hareketinin “Yeter Söz Milletindir” sloganı çevresinde gerçekleşmişti. Ancak kendileri de kurucu kadronun bir kanadı olduğu ve bir yerde bütün o kanlı tarihin parçası oldukları için düzenin dokusuna dokunan bir yerden politik argümanlarını kuramadılar. Kurucu sistemi kökten eleştiren bir yerden politikasın kuran ilk ciddi girişim ise Türkiye İşçi Partisi’nden geldi. 1965’te %2.73 oy oranı ve 15 milletvekili ile meclise girdi. Muktedirler açısından bu durum kabul edilemezdi. Hemen düzenin stepne partisi CHP’nin devreye sokulması kararı alındı. Burada CHP’yi doğru algılamak gerekir. CHP, her zaman özünde kurucu iradenin bekçisi ve bizatihi sahipleri tarafından sınırları çizilmiş alan içinde tariflenmiş bir muhalefet gücü olarak muktedirlerin iktidardaki öteki yüzü olmuştur. Cumhuriyetin karşılaşmış olduğu büyük “tehlike” karşısında hemen “Ortanın Solu” fikri devreye sokulup TİP’in gelişmesinin önlenmesi, toplumun daha geniş kesimleri tarafından sahiplenilmesinin ve iktidarı paylaşma olasılığının önüne geçildi. Oyun tuttu. İstenen algı halkta oluştu ve proje çöktü.

İkinci girişim ise yaklaşık 25 sene sonra Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) tarafından oldu. SHP düzenin en tehlikeli geniyle oynayarak 89 Kürt Raporunu hazırladı, Kürt milletvekillerini kendi listesinden meclise soktu. İmdada yine CHP yetişti, 92’de yasak kalkınca hemen CHP siyasi hayata girdi, başına Baykal getirildi ve politikayı kendine izin verilen alanın dışından kuran SHP muktedirlerin çizdiği alana yine CHP eliyle çekildi. SHP eritildi, küçük bir Parti haline getirildi. CHP yine düzenin güven partisi olarak tarihi görevini yerine getirdi.

Bugüne geldiğimizde HDP’nin ‘Yeni Yaşam Çağrısı’nda ifade edilen Radikal Demokrasi, Türkiye’de Kürt sorununun kalıcı çözümü, sadece Kürtlerin yoğun yaşadığı Kürdistan bölgesine yönelik düzenlemelerden ibaret kalmayacağı, bu politikayı tüm ülkeye yaymayı, ülke çapında geçerli kılmayı, siyasal dokuyu buna göre yenilemeyi, bir tür Yeni Cumhuriyet Sözleşmesi yapma talebi olan yeni bir Değişim Projesini toplumun önüne koydu.

Örneğin özerklik ya da yerel yönetimlerin güçlendirilmesi sadece Kürdistan’da değil tüm Türkiye’de uygulandığı anda, bu durum merkeziyetçi bir sistemde büyük reform anlamına gelecektir. Yönetim erklerini ve yetkilerini tabana yayacaktır, adem-i merkeziyetçi sisteme geçilecektir. Bu da çoğulcu ve katılımcı yeni bir sistemi devreye sokacaktır.

Anayasal sözleşmede değişiklik gerektiren yeni vatandaşlık tanımı, kamu alanında ve devlet hayatında siyasal simge ve temsilin yeniden tanım ve tanzimi, anadilde eğitim hakkı, inançları doğrultusunda insanların her alanda yaşama hakkı bir ‘Sivil ve Demokratik Toplum sözleşmesi’ni gerekli kılacaktır.

Düzenin eski muktedirlerinin kurduğu sistemin tüm dokusunu alt üst edecek bu değişim projesine cevaz vermek, yol açmak onlar için intihar olacaktı. Artık sivil ve asker bürokrasi kontrolları altında değildi. Ne yargı ne de askeri darbe seçenekleri mevcut koşullarda mümkün gözükmüyordu. Önlerinde iki seçenek vardı;

1) Çeşitli provakasyonlar ve anti-propaganda yöntemleri ile Demirtaş ve HDP’yi itibarsızlaştırmak

2) Yine eski sistemin yedek ve sadık gücü CHP’yi devreye sokarak, çeşitli manipülasyonlarla onun toplum nezdinde “sola kaydı” algısının oluşturulmasına çalışmak. Böylece aynı TİP’in , SHP’nin de başına geldiği gibi aynı oyunu oynayarak, düzene muhalif geniş halk kitlelerinin özellikle Türkler ve diğer halkların, tüm mağdurların HDP ile bağlarını koparmak, düzene muhalefeti CHP eliyle kendi kontrolları altına almak, HDP’yi giderek marjinal bölge partisi haline getirmek.

Birinci seçenek sür git devam edecek bir süreç, burada akla hayale gelmeyecek yöntemleri hazır gönüllü ordusuyla yapabilirler. İkinci seçenek için yerel yönetim seçimlerinde bir küçük koalisyon denediler. Olmadı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde geçen yüzyıl kurulmuş bütün sağ partiler (14 parti) bir araya gelerek daha geniş bir koalisyonla denediler orada da başarılı olamadılar.

Eski hard-core ( katı ) ulusalcı söylemlerle ve kadrolarla kitleselleşemeyeceğini anlayan, onların yerine daha soft-core (yumuşak) politika ve kadrolarla yenilenmiş algısı yaratıp “sola kaydı” izlenimi yaratmak için vitrin ve söylem değişikliğine giderek daha inandırıcı olacaklarını düşünüyorlar. İlk önce yazılı basında bazı değişikler yapmaya başladılar. 2. Restorasyon Projesinin kurgulanma sürecine bugüne kadar yenilikçi solda yer almış birçok gönüllü “aydın” kalben talip oldu. Birkaçı bu göreve acilen soyunup işaret fişeğini çaktılar bile. Basında özellikle eski statükonun yanında yer almış derin Kemalist gazete gibi bazı gazeteler bu ikinci restorasyon projesinin basındaki kaptan köşkü konumu olmaya soyundular. Vitrindeki kadroların daha inandırıcı olabilmeleri adına toplumda daha solda yer almış bazı grup ve bireylerin de bu projede yer alması gerekiyordu. İkinci aşamada marksist soldan da örtülü ya da direkt bir destek bekliyorlar. Orada da işin politik ve ideolojik argümanlarını kurarak belli bir hazırlık olabilir.Özellikle Kürtlerle aynı partide yer almak istemeyen, onlarla değişik nedenlerle yan yana görünmek istemeyen birçok kesim ve birey Marksist olsun olmasın bu seçeneğe destek verecek gibi görünüyor. Gönüllü kadrosuna her geçen gün yeni eklemlenmeler olabilir. Bu beklenen bir gerçeklik.

Özetle vitrin ve söylemde belli tadilatlar yapıp toplumda 'bakın CHP sola kaydı' algısı yaratıp HDP’nin önünü kesmek, kadro ve tabanlarının HDP’ye kaymasını önlemek amacıyla muktedirlerin İkinci Restorasyon Projesi, Radikal Demokrasi’nin Değişim Projesine karşı devreye sokuluyor. Bu girişim cumhuriyet tarihinde üçüncü kez denenmektedir.

Ne Yapmalı?

Esasında yazı tasarladığımdan biraz uzun oldu ama kusura bakmayın muradımı ancak anlatabildim.

TİP ve SHP’nin ortak günahı neydi? Kürtleri Türkler ve mağdurlar ile aynı partide buluşturup parlamentoya taşımak. TİP’e öncülük edenler etnik ayrım yapmayan sosyalistler, SHP’ye öncülük edenler ise etnik ayrım yapmayan sosyal demokratlardı. Şimdi HDP de Kürtlerin öncülüğünde etnik ve inançsal hiçbir ayrım yapmadan herkesi aynı örgütlenme içinde yeni Türkiye’nin demokratik bir cumhuriyete evrilmesi çağrısında bulunuyor. Günahı TİP ve SHP ile aynı ya da benzer.

Kısaca söylemek gerekirse önümüzde iki Restorasyon bir de Değişim projesi var.

Biri toplumsal karşılığı kanıtlanmış sünni dindar muhafazakarların öncülük ettiği ve kurguladığı yeni muktedirlerin Restorasyon projesi.

Diğeri ise cumhuriyetin kurucu iradesinin önderlik ettiği eski muktedirlerin, dindarların öncülük ettiği ilk restorasyon projesine ve tüm düzen mağdurlarının, ezilenlerin öncülük ettiği değişim projesine karşı kurgulamaya çalıştıkları ikinci Restorasyon projesi.

Bunların her ikisinin karşısında ise her iki muktedir kesimin çeşitli politikaları neticesinde mağdur edilmiş, dışlanmış, ezilmiş yok sayılmış, yoksullaştırılmış geniş halk kitlelerinin haklarını savunan, onları ülke yönetiminin parçası haline getirmeyi hedefleyen, yukarıda temel niteliğini izah etmeye çalıştığım Radikal Demokrat Değişim Projesi var.

Siyaset alanında birinci Restorasyon Projesinin taşıyıcı partisi Ak Parti, ikincisinin taşıyıcısı ise CHP ve etrafında kümelenmiş geçen yüzyıldan kalma sağdan soldan gelen birçok parti, kurum, hareket ve birey vs’dir..…

Radikal Demokrat Değişim Projesinin taşıyıcı partisi ise şimdilik HDP’dir.

Genel seçimler de, siyasi mücadele de bu üç küme içinde konumlananlar arasında geçecektir. Gün muktedirlerin iki restorasyon projesine karşı HDP’nin uzattığı eli tutarak ona destek vererek, bugüne kadar verilmiş olan desteği kalıcı yapma ve daha yükseklere taşıma günüdür. Yeni Yaşam Çağrısı’nda ifadesini bulan siyasetin tanıtılması, anlatılması için gönüllü çalışma günüdür. Sadece oy vermek yetmez, bizatihi içinde yer alarak çalışma günüdür. Aksi ise “Seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli”dir şarkısını mırıldanıp projenin kadük kalmasına ortak olunması demektir ve iki restorasyon projesine dolaylı destek anlamına gelir. Kürtlerin ikinci kez (birincisi cumhuriyet kurulurken) uzatmış olduğu eli itmek, ne haliniz varsa kendi başınıza görün demektir. 'Senin de sonun TİP ve SHP gibi olsun' demektir.

Bilindiği üzere Fransız Devrimi’nde esas kitle tabanını teşkil eden ve serflerden, işçilerden kısacası o dönemin yoksullarından oluşan ana gövdeye Türkçede “Baldırı Çıplaklar” anlamına gelen “Donsuzlar” (SANS CULOTTES) derlerdi. Sonraları bu terim devrimci yığınları, isyan eden halkları anlatan bir tanımlama olarak siyasi literatüre girdi.

Özgürlükçü Sol siyaset çizgisi yeni güncel sentezlere ulaştı. Ekoloji ve çevre sorunlarının özgürlükçü sol omurganın önemli bir parçası olması gerçeğini kavrayan bir yerden hiçbir mağdur alanın bir diğerine hegemonik hiyerarşi kurmadığı eşitlikçi ve özgürlükçü bir düzlemde adil ve vicdanlı bir sol sentez / söylemi program düzeyinde ortaya çıktı.

Gün muktedirlerin iki restorasyon projesine karşı HDP’nin uzattığı eli tutarak ona destek vererek, bugüne kadar verilmiş olan desteği kalıcı yapma ve daha yükseklere taşıma günüdür. Yeni Yaşam Çağrısı’nda ifadesini bulan siyasetin tanıtılması, anlatılması için gönüllü çalışma günüdür. Sadece oy vermek yetmez, bizatihi içinde yer alarak çalışma günüdür. Aksi ise “Seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli”dir şarkısını mırıldanıp projenin kadük kalmasına ortak olunması demektir ve iki restorasyon projesine dolaylı destek anlamına gelir. Kürtlerin ikinci kez (birincisi cumhuriyet kurulurken) uzatmış olduğu eli itmek, ne haliniz varsa kendi başınıza görün demektir. 'Senin de sonun TİP ve SHP gibi olsun' demektir.

Fehim Caculi

19.09.2014