Aslında bu Tırmık utangaç bir özür dileme yazısıdır ve bundan ibaretttir...

Tutuklu gazetecilerle yetinmeyip sudan bahanelerle (“Ayıp bahanelerle” mi deseydim acaba) tutuklanan gencecik üniversite öğrencilerin de yükünü sırtlanan, seslerini yankılatan Necati Abay arkadaşım, Kandıra ve Tekirdağ F Tipi hapishanelerinden gelen iki mektubu bilgisayarın ekranından burnuma dayamayasaydı ne bu yazı yazılacaktı, ne ben yediğim haltın farkında olacaktım.

Önce 21 yaşında, Yıldız Teknik Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı öğrencisi, Genç-Sen üyesi ve Tekirdağ F Tipi’nde  1000 (Yazıyla: Bin) gündür tutuklu Baran Nayır’ın yalın, mızmızlığın zerresi yer almayan, başının gölgesini önüne düşürmediği besbelli mektubunu, ardından Kandıra F tipinde 1000 (Yazıyla: Bin) gündür tutuklu Ali Deniz Kılıç’ın yargı erki ile inceden dalgasını da geçmeyi ihmal etmeyen mektuplarını okudum.

Siz de okumak isterseniz tıklayın…

Sonra geçmiş Tırmıkları “İnşallah ihmal etmemişimdir. İnşallah iyi kötü bir tırmık yazmışımdır” dileği eşliğinde taradım.

Yuf olsun bana! Sudan bile değil, ayıp bahanelerle tutuklanan, demir parmaklıkların ardına yollanan ve orada adeta unutulan gencecik kadın ve erkeklere uygulanan vahşi saldırı üstüne doğru dürüst bir yazı yazmamışım. Onun yerine somurtkan siyasal yorumlar, sözüm ona siyasal analizler, arada bir de Marmara Adasında keyif çatan bir yaşlı gazetecinin  yaveleri...

Yatmadığı askeri hapishane, misafir edilmediği sivil hapishane kalmamış Aydın Engin efendi, epeydir içeri düşmediği için mi ne, demokratik ve yasal protesto  haklarını kullananlara özellikle de üniversite öğrencilerine hunharca çullanan polisi de, polis gücünü hiç duraksamadan öğrencilerin üstüne salan Hükümeti de, yargıçlık mesleğini “yasaları doğru yorumlayıp adaleti bulmak” temelinde değil, önüne konan yasa maddesine körü körüne itaat olarak kavrayan zihniyeti de adeta görmezden gelmiş...

Bir daha: Yuf olsun bana!..

*    *    *

Bir yanda tek başlarına hükümet kurabildiklerine bakıp demokrasiyi çoğunluğun azınlık üstündeki tahakkümü olarak kavrayan, yani demokrasinin ne olduğunu bile kavrayamamış, içselleştirememiş  AKP var. “Van minütlük” İngilizcesi ile dünya liderleri arasında dolanıp kendini dünyaya nizamat verecek siyasilerden biri sanan Başbakanın eleştiriyi bir yana bırakın farklı düşünenlere bile tahammül edemeyen kibriyle donanmış bir AKP...

Bir yanda Polis Akademisi sınavlarında 100 puan üzerinden 15-16 puan alabilecek kadar bilgi ve kültür yoksunu adayların tepeden gelen emirlerle sınıf geçirtilip polis yapılmasına bakıp bellerindeki tabancanın, sırtlarındaki üniformanın kendilerine “Yasalar üstü bir zorba güç” verdiğini sanan ve İçişlerinin tepesindeki İdris Naim Şahin’e lâyık polis ekipleri var.

Bir yanda kendini toplumda adaleti sağlamakla görevli değil, devletin memuru olarak gören;  askeri vesayet döneminde de, bugün de kararlarında “Millet adına” deyip “devlet adına” hüküm kesen; eski HSYK düzeninde itiraz etmemiş, yeni HSYK düzeninde kendilerine özgür seçim hakkı verildiğinde bugünkü HSYK’yı seçerek demokrasi ve yurttaş bilinçlerinin düzeyini kanıtlamış yargıç ve savcılar var.

O yüzden tutuklayıp içerde unuttukları öğrencilere bakılıyor ve  ülkenin hapishaneleri  “kampüs” diye anılıyor. O yüzden üniversite kampüsleri “Sorma, sorgulama, itiraz etme, siyasetle gilgilenme, ülke sorunları üstüne kafa yorma, daha iyi bir Türkiye için kılını bile kıpırdatma, derslerine çalış, sınıfını geç, mezun ol ve bir baltaya sap ol” sisteminin toplama kamplarına dönüştürülmek isteniyor. İtirazı olan, pankart açan, basın açıklaması okuyan, yürüyüş düzenleyenleri de üniversite kampüsünden alıp F tipi kampüse yollayan bir çürümüş sistem bu.

Sistemin gözleri körelmiş, basiretleri dumura uğramış elebaşılarının bilmedikleri bir nokta var ama: Gençler tekin değildir. O genç kadın ve erkekler itiraz çığlıklarını gitgide daha yaygın ve güçlü yükseltiyorlarsa orada demokrasi çiçekleri daha gürbüz ve daha güçlü boy atar...

Ve özgürlük için, demokrasi için bedel ödemek gerekiyorsa o genç kadın  ve erkekler bu bedeli ödemekte gözlerini bile kırpmazlar. İki mektuptan birinin yazarı Baran Nayır’ın son cümlesi o yüzden pek anlamlı:

- Aranızdayım… Aranızdayız… Çünkü sizin kadar biz de özgürüz…