Eski adı Seylan olan ve sonradan Sri Lanka adını alan ülke…

Tamil Kaplanları, ülke nüfusun dörtte birini kapsayan Tamillerin haklarını savunan ve Tamillerin yaşadığı yerlerin bağımsız veya özerk olması için mücadele eden bir örgüt.

1985 tarihinden itibaren mücadelesini sürdüren örgüt devletle 2003 tarihinde ateşkes anlaşması imzalamış, devlet ateşkes ve barış şartlarına uymamış ve 2008 tarihinde topyekun saldırı düzenlemişti.

2008 de başlayan ve yaklaşık bir yıl süren devletin saldırısında neler oldu?

Barış süresince de operasyonlarına devam eden devlet güçleri Tamil Kaplanları'nın faaliyetlerini “terörist” olarak niteleyerek 2008 tarihinde tüm güçleriyle örgüte karşı savaş açmıştı.

Devlet, savaşın hazırlıklarını barış süreci içerisinde yapmıştı. Uzun süredir ABD’li eğitmenler Sri Lanka ordusuna eğitim vermekteydi. Ayrıca silah ve teçhizat konusunda da destek sürmekteydi. Basın susturulmaya çalışılıyordu. Yapılacak operasyonun duyurulmaması önemliydi.

Planlamalar bitip hazırlıklar tamamlandığında ilk iş basını kesin anlamda susturmak oldu. “Beyaz minibüsler” tarafından toplanan basın mensuplarından bir daha haber alınamıyordu. Bu yolla toparlanan basın mensubu sayısı iki yüzü geçmişti.

Operasyonlarda, bölgede yıllarca çalışmış, bölgeyi ve halkı tanıyan eski, emekli subay ve emniyet güçleri kullanılıyordu. Konusunda iyi olan subay ve emniyet güçleri geri çağırılmıştı. Operasyonlarda basının susturulacağı, uluslar arası baskının dikkate alınmayacağı, insan haklarının askıya alınacağı ve hiçbir şekilde Tamillere acınmayacağı söyleniyordu.

Zaten geçmişten acıları olan bu insanlar operasyonun büyüklüğünü, alınan tedbirleri ve arkasındaki desteği de görünce koşarak geri geldiler.

Daha operasyona başlanmadan, yapılan planlama ve toplantılarda, sivil kayıpların elli bin civarında olacağı öngörülmekteydi. Sivil göç iki yüz bin olarak planlanmış, göç etmek zorunda olacaklara “bazı koşulları yerine getirdikleri” taktirde yardım edileceği öngörülmekteydi.

Özellikle Tamillerin yaşadığı bölgelerin insansızlaştırılması, göç edenlerin geri dönüşlerinin imkansızlaştırılması, göç edilen bölgelere Tamil dışında insanların yerleştirilip bölge nüfusunun değiştirilmesi de plan dahilindeydi.

Operasyonda askeri ve emniyet güçlerinin, tüm silah ve teçhizatın tamamı kullanılacaktı. Fazladan bütçe ayrılmış, yeni ekipman, teçhizat ve teknik donanım alınması da planlanmıştı. Kullanılacak silah, malzeme, zırhlı araç ve diğer ekipmanlar yenilenmişti.

Ardından Tamillerin yaşadığı ve örgütün güçlü olduğu kent ve kasabalarda operasyonlar başlatıldı. Kent ve kasabalarda sıkıyönetimler ilan edildi. Can ve mal güvenliği hiçe sayıldı.

Bir örgüt üyesi için bir mahalle yok edildi. Evler yakılıp yıkıldı. Kentler harabeye döndürüldü. Acımak yoktu. Devlet güçleri, örgüt üyelerini öldürüp yok etmek için hiçbir şeyden kaçınmıyordu. Örgüt üyelerini öldürmek için yapılan askeri operasyonda özellikle titizlik gösterilmiyor, ev ve iş yerleri bilerek tahrip ediliyor, halkın geri dönmesini imkansız hale getirmek için her şey yapılıyordu.

Yaralı yakalanan örgüt üyeleri infaz ediliyor veya tedavi edilmemek suretiyle ölmeleri sağlanıyordu. Operasyonda sivil kayıplar önemsenmiyor, örgüt üyelerini öldürmek için yapılan bombalamalarda sivillerin de ölmesine özellikle göz yumuluyordu. Böylece örgüte yardım eden, sempati besleyen siviller de cezalandırılmış oluyordu. Beyaz bayrak sallayanlar bile öldürülüyordu.

Hastane, okul ve ibadethaneler de hedefti. Tamillere ait olan, onlara yarayan, onların işini gören her şey hedefti.

Operasyonlarda sadece öldürerek, ev ve işyerleri yakılıp yıkılarak cezalandırmak yoktu. Tamillerin ekonomileri de yok edilmeye çalışılıyordu. Sahip oldukları hayvanlar öldürülüyor, tarlaları yakılıp yok ediliyordu.

Operasyonlar devam ederken canlarını kurtarmak isteyen sivil Tamiller bölgeden kaçmaya başladı. Sivil zorunlu göç başlamıştı. Göç planlanandan büyük olmuştu. Göç edenler tam bir sefalet içindeydiler. Devlet en ufak yardımda bulunmuyor, aksine zorluklar çıkarıyordu.

Sadece “bazı koşulları yerine getirenler” yardım alabiliyordu ki bu çok azınlıktaydı. “bazı koşullar” dedikleri, örgüt hakkında bilgi vermek, yerlerini söylemek, durumları konusunda açıklamalar yapmaktı.

Kısaca, sivil halktan, örgütün militanları, üyeleri, savaşçıları olan çocuklarını ihbar etmelerini istiyorlardı. Bu koşullara uyanlar, çocuklarını ihbar edenler, yerlerini söyleyenler devletten ufak da olsa yardım alabiliyorlardı.

Aslında yapılan, “terörizme” karşı bir operasyon değil, bir iç savaştı. Tamiller yok edilmeye, bir daha ayakta duramayacak hale getirilmeye, ağır bir şekilde cezalandırılmaya çalışılıyordu.

Bu savaşta ölen kim olursa olsun, ister örgüt üyesi ister sivil, operasyona katılanlarca hepsi düşman, hepsi öldürülmeyi hak etmiş, hepsi yok edilmesi gereken insanlardı. Bu nedenle de operasyona katılan asker veya emniyet görevlisi, görevini yaparken, öldürürken acımıyor, vicdanı sızlamıyordu. Öldürdüklerinin zerre kadar değeri yoktu.

Binlerce insan öldü, yaralandı, sakat kaldı.

Binlerce ev ve işyeri yok edildi.

Üç yüz bin insan evinden, yerinden, işinden, yurdundan oldu. Şiddet yoluyla göç ettirildi. Sefalet içinde yaşamak zorunda kaldı.

Operasyon dışında kalan halk, hiçbir zaman Tamillere yapılanları duymadı. Onlar için her şey güllük gülistanlıktı.

Zaten onlar için Tamiller “terörist”, düşman, vatan haini ve yok edilmesi gereken bir topluluktu.

Sri Lanka da böyle şeyler oldu.

Biz de yaşar mıyız diye düşündüm bir an…

Biz de Sri Lanka gibi olur muyuz?

Olmamak için ne yapmalıyız?

Çok, çok, çok iyi düşünmek lazım…

Aksi taktirde, sahip olduğumuz insanlık, ikinci el pazarda bile alıcı bulamaz…