"HATIRLAMADIN değil mi beni? Şimdi hatırlayacaksın."
Uzun boylu, güzel kadın, kapalı görüşe girmek için arama yaptıranlar arasından sanki atlıkarıncadan iner gibi neşeyle ayrılıp bana doğru yürüdü:
"Vecide ben, Nedim'in eşi."
Hakikaten de tanıyamadım. Bir kere yüzü değişmiş gibi geldi, sanki gençleşmiş gibi. Üstelik Nedim'lerin alındığı ilk gün konuştuğum kahrolmuş Vecide bu olamaz gibi geldi; çok neşeliydi. Sanki Beşiktaş İskelesi'nde sevgilisiyle buluşmaya gelmiş gibiydi. Ama sonra düşününce... İnsan böyle bir canlı, ne kadar zorluk varsa o kadar direnç üretiyor. Nedim Şener'in eşi Vecide de bu yüzden, tıpkı Ahmet Şık'ın eşi Yonca gibi, Silivri'deki kapalı görüşe gelirken sanki on yaş gençleşmiş gibi görünüyor. Ben Nedim'in yanından çıkarken, o içeri giriyor. "Nasıl gördün Nedim'i?" diye soruyor. Cevap vermeden duruyorum biraz...

GÖRÜŞ ODASI KAYITLARI
"Ben anladım arkadaş. Adaletsizliğin tarihi çok eski. Platon'la başlıyor."
Nedim gülerek böyle dedi içeri girer girmez. Avukat olduğumuz için Can Atalay ve ben, Ahmet Şık'la olduğu gibi Milliyet'ten arkadaşım Nedim Şener'le de açık görüş yapabiliyoruz, hem de kimse bizi dinlemiyor. Yani bilebildiğimiz kadarıyla...
Nedim tam başlayacak konuşmaya, içeri gardiyan giriyor:
"Siz siparişi geç vermişsiniz. Sebzeler salı günü alınıyor, pazartesi akşama kadar sipariş vermeliydiniz."
"Hımm" deyip duruyor Nedim, "Bu durumda bir hafta salatasız kaldık."
Dönüp bana bakıyor:
"Yemekler yenmiyor da biz de dayanıyoruz salataya. Ahmet, ben, Doğan Yurdakul."
Gardiyan çıkarken Nedim söyleyeceklerini unutup onlardan bahsediyor:
"Onların durumu da çok zor. Ücretli mahkûm gibiler. Bir de sözleşmeli, kadrolu ayrımı dertleri var... "
Tıpkı Ahmet gibi o da kendininkinden önce başkalarının derdini anlatıyor. Sonra dönüp davayla ilgili içeride bile gazetecilik yapıyor:
"Soner Yalçın'ın kayıtlarında bizim
adımız geçiyorsa biz mağdur olarak ifade vermeliydik. Nazlı Ilıcak'a öyle yapılmadı mı? Bizi niye sanık yaptılar? Bak Ece, ben hukuka güveniyordum. Nasılsa bir şey olmaz gibi geliyordu. Şimdi... Biliyor musun kızım ne derdi?"
Duruyor... Hapishanedeyken kızını hatırlayan babanın gülümsemesini gülümsüyor:
"Bana 'Seni niye oraya kapattılar baba?' diye sorunca utanıyorum kitap yüzünden demeye. Biz ona kitap okumayı sevdirmeye çalışıyorduk çünkü. Geçen görüşe getirmiş, iki yapraklık bir kitap yapmış kendince. Arkasına benim fotoğrafımı yapıştırmış. 'Ben de kitap yaptım baba, suç mu bu?' diye sordu. Etkilendi tabii. Çünkü polisler plastik eldivenlerini filan giyip çocuğun kitaplarının arasına baktılar tek tek."

MEZAR KAZICI GAZETECİLER
Biraz susuyoruz.
"Gazetecilik dışında bir şey bilmem ki ben" diyor Nedim, "İdeoloji, örgüt bunları sormasınlar bana. Bir de nasıl soruyorlar biliyor musun? 'Ergenekon örgütüyle bağlantınız saptanmıştır, anlatın'. Neyi anlatayım kardeşim! Benim yaptığım gazetecilik, ne yapmışım ki!"
Hiç durmadan devam ediyor:
"En çok gazeteci arkadaşlara bozuluyorum. Ataol Behramoğlu yazmış, 'Mezara koyulanın üzerine toprak atmak' diye. Aynen öyle yapıyor bazı gazeteci arkadaşlar. Bizi buraya koymuşlar zaten, daha ne istiyorsunuz? O arkadaşlar bir de bizi iyice karalamaya çalışarak üzerimize toprak atıyorlar. Ben öldükten sonra... "
Dili sürçüyor Nedim'in, "içeri girdikten sonra" diye düzeltiyor gülerek.

'NEDİM ÇOK İYİ'
"Sanki rüya gibi geliyor biliyor musun... Geçecekmiş gibi. Bir tek... "
diyor, masaya vuruyor "Orhan Dink gelince... Benim kavgamın anlaşılmış olduğunu o zaman anladım. Bana destek verenlerin vicdanında mahkûm olacağıma bu mahkemenin karşısında mahkûm olurum daha iyi."
Vedalaşıyoruz. Görüşme sonrası gardiyanlar üstünü ararken bana bakıyor camdan. Herhalde yüzümde kahırlı, kederli bir ifade var ki beni teselli etmeye çalışıyor:
"Masaj bu masaj, başka bir şey değil!"
Gardiyanlar gülümsememeye çalışıyor. Ben gülümsemeye çalışıyorum. Bu yüzden Vecide içeri girerken "Nasıl Nedim?" diye sorunca, biraz durup "Çok iyi" diyorum, "Çok iyi Nedim."