Aleviler, Cumhuriyet'in her döneminde katliamlara, baskıya ve ayrımcılığa maruz kalmıştır. Ve resmi ideoloji zihniyetine göre Alevilik, Sünniler kadar bile yaşam hakkına sahip değildir.

 

Bugün üzerinde konuştuğumuz bağlamda Kürt sorununun resmi ideoloji inkârcılığından kaynaklandığı, inkâr zihniyetini savunmaya yeminli kişi ve çevreler dışında hemen herkesin gördüğü, dillendirdiği bir gerçek. Ne var ki Aleviler söz konusu olunca resmi ideoloji ezberleri, yalan ve tahrifatları üzerine konuşmak, halen ‘meşakkatli’ bir iş. Dünyada yalan ve tahrifatlar üzerine kurulu resmi ideoloji devranları çoktan çöktü. Bizde de çöküyor. Bu kaçınılmaz. Fakat bunu dile getirince, aniden birilerinin celallenmesini göze almak durumundasınız. Bunlar içerisinde ‘solcu’ bildiklerimizin celallenmesi, özellikle dikkat çekici. Bu acayip durumun Kemalist düşünce sistematiğiyle sakatlanmış olmakla yakından ilgili olduğunu elbette biliyorum. Bu tip solculuk da değişecek, aşılacak… 

Mevzu o posterin indirilmesinden mi ibaret?
“Bizim nezdimizde bir ibadethane olan ve devletten de yasal statüsünü tanımasını talep ettiğimiz cemevlerinde, Hz. Ali ve 12 İmamları resmeden portreler içerisinde bir politik figür olan Mustafa Kemal posterlerinin ne işi var?” şeklindeki görüşüm yeni değil, yıllardır savunuyorum. Fakat konu Dersim 38 kırımı bağlamında gündeme gelince, ‘sarsıcı’ bir etki yarattı. İlginç mi demek gerekir: Görüşlerine başvurulan, kamuoyunun ‘solcu’ bildiği bazı Alevi kurum yöneticileri, “Yersiz bir tartışma. Aleviler Atatürk’ü sever, işte o kadar” şeklinde demeçler verirken, bu çevrelerin beğenmediği Cem Vakfı Başkanı İzzettin Doğan en gerçekçi açıklamayı yaptı ve “Biz cemevlerinin ibadethane bölümlerinden Atatürk posterlerinin kaldırılması kararı aldık, bize bağlı cemevlerine ilettik, uygulayıp uygulamamak onlara kalmış” dedi.


Konuyla ilgili Radikal’de yayımlanan ‘Alevileri Anlama Kılavuzu’ başlıklı yazısında (Radikal, 12/12/2011) Yüksel Işık, “İnanç ritüellerinin yerine getirildiği cemevlerine, dini kimlikleriyle öne çıkmamış şahsiyetlerin fotoğraflarını asmaktaki tuhaflığı bir yana bırakalım ama insanların evlerine hangi fotoğrafı asacaklarını tartışmak, kurt ile kuzu arasındaki ‘Suyu bulandırdın’ repliğine benziyor” diye yazmıştı. Oysa sorun, tam da Sayın Işık’ın “Bir yana bırakalım” dediği konudur. İnsanların evlerine, işyerlerine hangi posterleri astığını tartışan mı var? Işık’ın cümlesinin devamı ise şöyle: “Hani gören de zanneder ki Alevilerin yaşadıkları bunca zulüm, cemevlerine asılan fotoğraftan kaynaklanıyor!” Bu tür indirgemeci bir mantık için çok şey söylenebilir. Fakat şu kadarını söylemekle yetiniyorum: Mevzu sadece bir ‘resim’ mevzuu olsaydı, şu anda dünyanın en anlamsız tartışmasını yapıyor olurduk. Oysa mevzu, bir insanlarımızın ‘başkalaşıma’ uğratılmak istenmesi, duygu ve düşüncelerinin, değerlerinin çarpıtılması mevzuudur. Hiç düşündünüz mü: Tunceli’deki cemevi ibadet salonunda da aynı resim var ve bu ne demektir? Peki Dersim’e bir katliam harekâtının adının verilmiş olmasının anlamı üzerine hiç düşündünüz mü? Ya da yaşadığınız mahallenin adının ‘Alpdoğan Mahallesi’ olmasının anlamı üzerine? 

‘Aleviler asla öyle demez’?
Yüksel Işık, sadece itiraz etmiş olmak için itiraz etse iyi. Üstüne üstlük gayet kendinden emin bir dille, “Aleviler tarafından ne Atatürk için ne de herhangi başka bir şahsiyet için ‘kör’ ya da ‘beton’ gibi asla kullanılmayacak kavramlardan medet umuyorlar” diyor. Aleviler ‘asla’ böyle kavramlar kullanmıyorsa, bu durumda ben ve benim bu sözcükleri duyduğum büyüklerim ve sayısız Dersimli, Işık’ın gözünde Alevi olmamış mı oluyoruz? Yüksel Işık, bunu ilk defa duymuş olabilir. Fakat bilmemek değil, öğrenmemek ayıp. Madem bu konu üzerine kalem oynatacaksınız, yaşadığınız yerde bunu sorabileceğiniz hiç mi Dersimli Alevi yok; birkaç kişiye sorsaydınız ya… Bu satırları yazmadan önce benden genç ve yaşlı Ovacıklı iki kişiye, Nazımiyeli ve Pülümürlü birer kişiye bu ‘Mısto Kor’ mevzuunu sordum; “Evet, öyle deriz” dediler. Eğer Işık’ın merakı gerçekten öğrenmeye dairse, ulaşılmaz biri değilim; benden başka Dersimlilere (bunların içerisinde CHP’liler de var) bunu sorup öğrenmesini sağlarım…


Işık’ın yazısında başka yanlış bilgiler de var. Bunlardan biri de Dersim Alevileri ile diğer bölgelerdeki Aleviler arasındaki farka dikkat çekmek isterken söylediği ‘Dersimlilerin kendilerini Zaza olarak tanımladığı’ bilgisi. Dersimlilere dışarıdan ‘Zaza’ diyenler vardır. Fakat Dersimliler, kendilerini ‘Zaza’ olarak tanımlamaz. Kendilerini ‘Kırmanç’ olarak tanımlamayı yeğlerler. Bunda rol oynayan en temel etken de Dersim’i çevreleyen illerdeki (Bingöl, Elazığ, Diyarbakır) Zazaların, Şafii olmalarıdır. Bu inanç farklılığına atfettikleri önem nedeniyle, kendilerini ‘Zaza’ olarak tanımlamaktan özenle imtina ederler. 

Cumhuriyet, Alevileri ‘eşit yurttaş’ mı yaptı?
Yüksel Işık’taki kafa karışıklığının dile geldiği şu satırlara bakalım bir de: “Yavuz’dan bu yana, kendilerini saklamak, gizlemek ve devletten kaçarak yaşamak zorunda bırakılmış Aleviler, ilk kez Cumhuriyet ile birlikte kamusal alanda diğerleriyle ‘eşit’ konuma ulaşmışlardır.” Fakat Işık bu tespitine fazla ikna olamamış ki devamında şöyle diyor: “Bu ‘eşitlik’, her ne kadar ‘yoklukta eşitlik’ şeklinde gerçekleşmişse de, sürekli kıyıma uğrayan, aşağılanan, görüldüğü yerde katlinin ‘vacip’ olduğu belirtilen ve can ve mal korkusunu hep yanında taşıyan bir topluluk için öyle yabana atılabilecek bir durum değildir.”


Lafı dolandırmadan yazıyorum, gerçek şudur: Aleviler, Cumhuriyet döneminde de ‘saklanmak, gizlenmek ve devletten kaçarak yaşamak’ zorunda kalmıştır. Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasına Dair Kanun ile inançları ve ibadetleri yasaklanmıştır. Cumhuriyet’in her döneminde katliamlara, baskıya ve ayrımcı politikalara maruz kalmışlardır. Malum, resmi ideoloji zihniyetine göre din ve her türlü inanç, ‘muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkmanın’ önünde aşılması gereken gerici engellerdir, cehalettir ve Alevilik, bu bakış açısı içinde Sünniler kadar bile yaşam hakkına sahip değildir... Sayın Işık’ın da ‘tuhaf bir içeriğe’ sahip olduğunu belirttiği, laik olduğu varsayılan mevcut sistem, Alevilerin varlığını bile tanımıyorken hangi ‘eşitlikten’ bahsedebiliriz?
Anlaşılıyor olmalı; mesele, sadece bir posterin nerede asılıp asılmaması gerektiği tartışması değil. Konunun özü, korku ve endişelerden arınmak için yüzleşmek, ‘derin’ konseptlerin figüranı olmaktan çıkmak ve herkesin kendisi gibi olabildiği bir Türkiye’de yaşamak. Gerçek birlik ve beraberliği, kardeşliği, ancak ve sadece birbirimizle yeniden tanışarak, yüzleşerek inşa edebiliriz. Bu çaba içerisinde bozulan ezberlerin, patlayan balonların sıkıntısı içinde kıvrananlardan hiç kimseye ‘kılavuz’ olmaz. İlla ki bir kılavuzluk gereği varsa, vicdanlarımızdan yükselen sese kulak verelim...

(17 Aralık 2011'de Radikal'de yayınkanmıştır...)