Dersim 38 tartışmaları, siyasi bir polemik bağlamında da olsa Türkiye’nin gündemine oturdu, ciddi tartışmalara neden oldu. Katıldığım programlarda veya verdiğim röportajlarda özenle altını çizdiğim gibi, meselenin siyasi polemik kısmıyla ilgili değilim. Başbakan Erdoğan’ın “Devlet adına özür diliyorum” sözleri, 23 Kasım 2011 tarihinde yaptığı uzun konuşmada akılda kalan ve kalması da gereken tarihi bir cümledir. Başbakan Erdoğan ve AKP’yi beğenir veya beğenmezsiniz, sever ya da sevmezsiniz, ama devleti temsil pozisyonunda bulunan bir siyasi kişilik, ilk defa devletin bir uygulaması için “katliam” demiş ve katliam mağdurlarından devlet adına özür dilediğini beyan etmiştir. Biliyoruz, “devlet yanlış yapmaz”! Dolayısıyla özür de dilemez!

 

Bu özür hiç kuşkusuz meclis bünyesinde oluşturulan bir komisyonun çalışmaları sonucunda gelinen bir nokta olsaydı daha anlam ve içeriğine uygun bir değer ifade edecekti. Ama öyle olmadı diye bu özrü duymazlıktan mı geleceğiz?

 

Bazı çevrelere göre, evet! Onlar bu özrün “ciddi” ve “samimi” olmadığını söylüyor, hatta bunun bir “oyun” olduğunu bile iddia ediyorlar.

 

Bu tip siyasi yorumcuların (!) Dersim 38 gerçeğini ve Dersimlilerin o gün bugündür kendilerinin de vatanı olan bu topraklarda yaşadıkları acıyı nasıl ve ne kadar anladıklarını, hissettiklerini onların bu yorumlarından anlayabiliyoruz.

 

Daha acı olanı, Alevi toplumu içerisinde de sırf AKP karşıtlığı yapacağım diye Dersim 38 katliamıyla ilgili gelinen noktayı önemsizleştirmeye çalışan yaklaşımların hayli yaygın olduğunun görülmesidir. “Bu bir AKP oyunudur, CHP etrafında daha fazla kenetlenmeliyiz” diyenlere bile rastladım…

 

Dersim 38 katliamıyla ilgili hangi bağlamda gündeme gelmiş olursa olsun konunun bir “devlet adına özür diliyorum” noktasına gelmiş olması, meşru taleplerimizin karşılanması için uygun bir ortam yaratmış durumdadır. Örneğin bir katliam harekatının adı olan “Tunçeli” adından nihayet kurtulabilecek olmamıza kim, ne diyerek itiraz edecektir?

 

Bu tartışmaların en çok CHP’yi zorladığı gözler önünde bir gerçek. Mevcut tutumunu sürdürdüğü müddetçe Dersim ve benzer “derin” mevzular üzerinden siyaseten zorlanmaya devam edeceği de rahatlıkla söylenebilir. CHP Tek Parti Diktatörlüğü zihniyeti ve uygulamalarıyla arasına kalınca bir mesafe koymaktan kaçtıkça, Dersim 38 katliamı onun yakasından düşmeyecektir. Kendisini Tek Parti Diktatörlüğü zihniyet ve uygulamalarını bazen açık bazen zımnen savunmak zorunda hisseden bir CHP’nin geleceğimiz adına “umut” vaat edecek bir parti olabilme ihtimali yoktur. Hemen belirteyim; bu konunun sn. Kemal Kılıçdaroğlu’nun şahsı ile hiçbir ilgisi yoktur. CHP bünyesindeki kaskatı ulusalcı hizbin bu konu ve Hüseyin Aygün üzerinden Kılıçdaroğlu’nu “vurmaya”, “sıkıştırmaya” çalışmaları, sahip oldukları ırkçı zihniyeti ortaya koymaktadır. Çünkü Kemal Kılıçdaroğlu ne yaparsa yapsın, ne derse desin bu tür partidaşlarının gözünde bir Dersimlidir! Aslında içyüzünü çok iyi bildiğinden hiç kuşku duymadığım Dersim 38 tartışmalarını sulandırmaya, mecrasından uzaklaştırmaya yönelik gayretleri de bu açıdan bir şeye yaramayacaktır… Tabii ki bu benim kanaatim.

 

Ama Sayın Kılıçdaroğlu’nun şu sözü söylediği günden beri kulaklarımda çınlıyor: “Biz acıyı bal eyledik”…

 

Kılıçdaroğlu bu “acıyı bal eyledik” sözünü anladığım kadarıyla konuyu “unuttuk” manasında ifade ediyor. Cümlenin devamında Dersimlilerin Cumhuriyet’e bağlılıklarından filan dem vurmuştu çünkü…

 

Dersimliler gerçekten de acıyı bal eyledikleri için yaşadıkları katliam ve sonrasında maruz kaldıkları ayrımcı uygulamaları kin, nefret, düşmanlık nedeni haline getirmemişlerdir. Ama bu gerçeklikle yüzleşilmesini istemektedirler. Bu da onların her şeyden önce bu ülkenin eşit yurttaşları olma istek ve taleplerinin doğal, kaçınılmaz bir gereğidir.

 

Kimse Dersimlilerin önüne “unutun gitsin” diye bir seçenek koymasın ve bunun bir “acıyı bal eylemek” gereği olduğunu söylemesin…

 

Yaşadıklarımızdan biliyoruz: Yüzleşmedikçe hiçbir şey “geçmiş” olmuyor…