CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün'ün, Meclis'te cemevi açılması yolundaki istemine Diyanet İşleri Başkanlığı'nın fetvası doğrultusunda verilen olumsuz yanıtı hatırlatan Solgun, bu durumun Alevi meselesinin bir kez daha tartışma gündemine gelmesine yol açtığını belirterek şöyle devam etti: 

"...kanımca asıl üzerinde önemle durulması gereken husus, sorunun çok yönlü bir "yüzleşme" sorunu olarak ele alınması gereğidir. Zira, siyasilerin çok sevdikleri bir ifadeyle söyleyecek olursak "bin yıldır kardeşiz, bir ve beraberiz"; ne var ki bu "bin yıllık" beraberlikte, kimi kirli ve "derin" siyasi konseptlerin gereği olarak birbirimize karşı korkular, endişeler, önyargılar biriktirmemize neden olunmuş... Bu nedenle birbirimizi ya hiç tanımıyor, ya da yanlış tanıyoruz: Öncelikle bu gerçeği teslim etmek ve deyim yerindeyse birbirimizle yeniden tanışmak, kardeşleşmek sorumluluğuyla hareket etmek durumundayız...

 

'Bin yıldır bir ve beraber'  olup da birbirimizle yeniden tanışmak durumunda olmamızın nedenlerini sorgulamak, belirli bir bilinç düzeyine çıkarmak; gerçek, sahici ve kimsenin kolay kolay bozamayacağı bir beraberliği temellendirmemizin olmazsa olmaz koşulu olmaktadır. Bunun yerine örneğin farklılıkları sorgulamak, kuşkusuz "yeniden tanışmak" adına gereklidir, ancak bu, bu ihtiyacı ortaya çıkaran nedenlerle birlikte olabildiği ölçüde anlamlı sonuçlar ortaya çıkarabilecektir.

 

Etnik, dini ve kültürel bakımdan çeşitliliğiyle birlikte anlamlı, değerli, güzel olan ülkemizde toplumu belirli bir ideolojik tasavvur doğrultusunda homojenleştirmeye yönelik sistematik dayatma, besbelli ki, bu dayatmanın sahipleri açısından murat ettikleri sonucu vermemiştir ve zaten veremezdi de. Çünkü tarihi kökleri, derinliği bulunan ve belirli bir tarihi süreç içerisinde şekillenmiş toplumsal olgular belki bastırılabilir, sindirilebilir ama yok edilemez, 'bir başka şey' haline getirilemezler. Cumhuriyet tarihi ve Kemalist modernite projesinin bize faturası ağır bir şekilde öğrettiği, gösterdiği realite budur.

 

Buradan hareketle anlamını, değerini bilmemiz gereken, gerçek ve sahici bir yeniden tanışma ve kardeşleşmenin ancak farklılıklarımız konusunda alacağımız tutumla doğrudan ilgili olduğudur. Herkesin kendi etnik, dini, inançsal, kültürel değerleriyle birlikte özgürce yaşadığı bir Türkiye'de, farklılıklarımız da bir 'tehdit, tehlike' veya 'kutuplaşma' konusu olmayacak, bilakis, beraberliğimizin güvencesi olarak asıl anlamını bulmuş olacaktır. Hiç kuşkusuz gerçekçi olmak ve bunun bugünden yarına gerçekleşmesi kolay olmayan bir zihniyet dönüşümünü gerekli kıldığını da görmek gereği var...

 

İçerisinden geçtiğimiz sürecin özgün bir 'geçiş süreci' olduğunu düşünüyorum. Ve bu sürecin en belirgin özelliği de, sanıyorum, 'yüzleşme' kavramıyla ifadesini bulmaktadır. Son on yılda olup bitenleri, öncesi bir yana, 90'lı yıllarla dahi kıyasladığımızda, Türkiye'de hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı ve kolay kolay da olamayacağı yeni bir sürece girmiş olduğumuz, gören her göz için yeterince açık olsa gerektir. Ne var ki bu değişim-dönüşüm sürecini sorunlarımızı kalıcı bir çözüme kavuşturmanın mı gerekçesi yapacağız, yoksa resmi ideoloji kalıplarıyla şekillenmiş eski statükocu devlet ve yönetim zihniyetiyle uzlaşarak 'yeni' bir statüko oluşturmanın zamanı geldiğine mi hükmedeceğiz? Siyasi iktidarın ikinci seçenekten yana bir tercih yaptığı görülüyor. Bunun son göstergelerinden biri de, iktidarının ikinci döneminde başlattığı Alevi açılımından 'ustalık' olarak adlandırdıkları bu döneminde vazgeçmesi oldu."

 

Solgun yazısının sonunda hükümetin tercihinin sivil toplumun rolünü artırdığına dikkat çekerek "herkesin kendisi gibi olmasının" önemine vurgu yaptı:

"Bu durum, sivil toplumun rolünü ve sorumluluğunu artırmıştır. Alevi meselesinin nihayet yüksek sesle tartışılabildiği bir ortamda "açılım bitti, herkes korkularıyla, önyargılarıyla yaşamaya devam etsin" şeklinde düşünemeyiz, düşünmemeliyiz. Birbirimizle yeniden tanışmak, kardeşleşmek sorumluluk ve duyarlılığına hayatiyet kazandırabildiğimiz ve bunu büyük bir toplumsal barışın, diyalog ve uzlaşının alanı olarak kıymetlendirebildiğimiz oranda, hiçbir siyasi kutuplaşma konsepti "bizim" üzerimizden kendi amaçlarını gerçekleştiremez ve hiçbir statükocu politika da sorunlarımızı bizlere 'kader' gibi dayatamaz...

 

Yeter ki 'kendi gibi olmak' hakkımızı kullanalım..."


(24 Temmuz 2012 tarhinde Zaman gazetesinin yorum sayfasında yayınlandı)