Evrensel yazarı A. Cihan Soylu, Cumhuriyet tartışmalarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Cihan Soylu, “Gelgelelim M. Kemal başta olmak üzere Cumhuriyet kurucuları kapitalist sistemin temsilci ve savunucularıydı. O yoldan sapmadılar. Ne devletçilik uygulaması, köylüyü milletin efendisi ilan eden açıklamalar ne de “kaynaşmış kitle” olma iddiası işçi-köylü emekçilere, Kürtlere ve diğer azınlıklara karşı zulme başvurmanın engeli oldu” dedi.

 “Türkiye’nin sömürülen ve ezilenleri şimdi bu zincirin boyunlarına daha sıkı şekilde takılıp takılmamasına karar verme sorunuyla karşı karşıyadırlar” değerlendirmesinde bulunan Soylu, “Burjuva devlet iktidarının ‘Tek adam yönetimi’nin takviye edilmiş daha baskıcı militer biçimiyle mi, kör-topal, biçimselin biçimseli burjuva parlamenter sistem biçimiyle mi sürdürüleceği konusunda ‘bir seçim yapma’ ikilemiyle yüz yüze getirilmişlerdir ve “Cumhuriyet’in ikinci yüzyılı” tartışması bu ikilemin konu başlığına dönüştürülmüştür” ifadelerini kullandı.

“Egemen burjuvazi ve politik askeri temsilcilerinin bugün sürdürdükleri tartışma-ve kavga-, temelde bu devlet iktidarının ve kapitalist sömürü sisteminin kendi yönetimleri aracıyla sürdürülmesi üzerinedir. Onların hangisi yönetime gelirse gelsin, “millet”in ya da halkın yönetimi gerçekleşmiş olmayacaktır. Bu kesindir” diyen Soylu, “Emekçiler için gerekli olan ise, işçi sınıfı başta olmak üzere halkın egemenliğine dayanan bir yeni devrimci yönetimdir. Bu da kesindir. Ancak buraya varabilmek açısından, siyasal baskı ve yasakların askerileştirilmiş bir ekonomi desteğinde yoğunlaştırılmasına karşı mücadele ederek zincirde gedikler açma ve ileriye doğru yürümek de dönemin zorunlu kıldığı bir görevdir” dedi.

Cihan Soylu’nun Evrensel’de yayımlanan “Hangi cumhuriyet” başlıklı yazısının bir bölümü şöyle:

Bu tartışma daha çok sürer. Eski, ama eskimemiş zamanlarda yapılmış olanlardan farklı olarak günümüzde, internet ağları aracıyla uluslararası alanda genişlemiş bulunan iletişim olanakları da hesaba katıldığında, yapılacak bir arama ve araştırmada binlerce makale bulmak hiç de zor olmayacaktır.

Yenilenen tartışma yüzüncü yıl gerekçelidir ve daha da yenisi, devlet iktidarı tekelini elinde bulunduranların 2023’ü, “Türkiye yüzyılı” ilan etmeleridir. Bu vesileyle bir de yapılacağını müjdeledikleri “yenilikler” bulunuyor! ‘Tek adam yönetimi’nin baş yetkilisi, 20 yıllık yönetiminin ardından, yirmi yıl önce vaat ettiklerine benzer vaatlerle, yapılacak bir seçimde kendisi ve başında bulunduğu cephenin desteklenmesini istiyor. “Türkiye yüzyılı”nın meşalesi ise, bütün hareket ettirici unsurları yabancı tekellere ve dış devletlere ait olan, ancak “Türk sanayiciler”ce montajlanacak TOGG’dur!

Müjdeler listesinin diğer ilgi çekici maddelerinde kamplaşmaya, bölünmeye, nefret diline karşıt olarak birlikten, sevgiden, refah içinde yaşamaktan sözediliyor. İlginç olmalıdır ki, “yüzde elliyi zor tutuyorum”, “afedersiniz bir de Ermeni diyorlar”, “Kürt sorunu yok, terör sorunu vardır”, “cemevi cümbüşevi”, “sürtükler!” türünden aşağılayıcı ve küfür içeren sözcük eşliğinde muhaliflerine saldırıdan geri durmayanlar da kendileridir.

Refahtan ise toplumun azınlık bir kesimi, iktidar gücünü elinde tutanlar ile onların izledikleri ekonomi politikanın genişlettiği olanaklardan da yararlanarak sermaye ve servetini artıranlar için pekâla ve mutlaka söze dilmelidir. 7 milyon asgari ücretle, 10 milyon ondan da daha düşük ücret ve maaşla, toplumun yüzde sekseni kadarı yoksulluk sınırlarında yaşam mücadelesi verirken, kâr, rant ve faiz gelirleriyle trilyonları kasalarına aktaranlar koruma altında yola devam ediyorlar.

Bu liste onlarca sayfa uzatılabilir. Ama buna ihtiyaç bırakmayacak denli açık bir yıkım, saldırı, baskı ve yasak zinciri söz konusudur. Ve bunun sorumluları, iktidar sopasını ellerinde tutmaya devam edebilmek için, yeniden destek istemektedirler.

Türkiye’nin sömürülen ve ezilenleri şimdi bu zincirin boyunlarına daha sıkı şekilde takılıp takılmamasına karar verme sorunuyla karşı karşıyadırlar. Burjuva devlet iktidarının ‘Tek adam yönetimi’nin takviye edilmiş daha baskıcı militer biçimiyle mi, kör-topal, biçimselin biçimseli burjuva parlamenter sistem biçimiyle mi sürdürüleceği konusunda ‘bir seçim yapma’ ikilemiyle yüz yüze getirilmişlerdir ve “Cumhuriyet’in ikinci yüzyılı” tartışması bu ikilemin konu başlığına dönüştürülmüştür.

Bu durumda bir başka-ve fakat bağlı soruya; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, kuruluşundan 99. yıl dönümüne dek nasıl bir seyir izlediği sorusuna da yanıt verilmelidir! Öyle ya, dünden bağışık bugün ve yarın olamaz!

Bu soruya, cumhuriyeti ilan edenlerin ve onu sürdürenlerin iddia ettikleri gibi devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkesi “Türk milleti” içinde ve “sınıfsız kaynaşmış bir kitle” sayarak, toplumsal iktisadi gelişmenin yol açtığı değişim gözardı edilerek doğru bir yanıt verilemez.  Hiçbir devletin ve hiçbir devlet biçiminin bir ülkede yaşayan herkes için aynı işlev görmediğini, işçi ve emekçiler kendi yaşamlarından hareketle de görebilirler.

1908 burjuva devriminin başını çeken Jön Türkler, “özgürlük, eşitlik ve kardeşlik”in İmparatorluk sınırları içinde yaşayan herkes için geçerli olacağını ilan ederek halk kitlelerinin istibdata karşı duygu ve tepkilerinden yararlandılar. Ittihatcılar, gelişen ulusal hareketlerin ve Balkan Savaşları’nın da etkisiyle Türk milliyetçiliği çizgisinde Ermeniler başta olmak üzere azınlıklara karşı katliamları da içeren politikalar izlediler. Mutlakıyete son veren burjuva devrimi bir ilerlemeydi. İşgal karşıtı savaşla siyasal bağımsızlığın kazanılması, padişahlığa ve hilafete son verilmesi, cumhuriyetin ilan edilmesi, biçimsel laisizmin, latin alfabesinin, kadınlara oy hakkının kabul edilmesi, modern burjuva yönetim anlayışıyla bağlı ileri uygulamalardı.

Ama Cumhuriyet-ve cumhuriyet- bir devlet ve yönetim biçimi olarak bundan ibaret olmadı. Kapitalist gelişmenin seyriyle de bağlı olarak egemen sınıf(lar)ın iç mücadeleleri, sömürülen ve ezilenlerle egemenler arasındaki mücadele, Ekim Devrimi ve sosyalizmin etkisinin yayılmasına karşı kapitalist emperyalist dünya güçlerinin oluşturduğu barikat ve yürüttükleri saldırı, ulusal azınlıkların hak eşitliği mücadelesi, dünya savaşı vb. gibi uluslararası ve iç gelişmeler, evriminin başlıca etkenleri oldular.

Ne ülkede “tek millet” vardı ne de “kaynaşmış bir kitle” söz konusuydu. Sosyalist S.B.'nin yardımıyla bağımsızlık kazanıldı. Lenin’e yoldaş hitabıyla mektuplar yazıldı. Sosyalistleri ve tüm solcuları kontrol altında tutma amaçlı sahte komünist partisi bile kuruldu. Celal Bayar gibi tüm ömrü büyük toprak sahipleriyle büyük sermaye sahiplerine hizmetle geçen biri bile “solcu renk” boyalı bir örgüt üyesi oldu.

Gelgelelim M. Kemal başta olmak üzere Cumhuriyet kurucuları kapitalist sistemin temsilci ve savunucularıydı. O yoldan sapmadılar. Ne devletcilik uygulaması, köylüyü milletin efendisi ilan eden açıklamalar ne de “kaynaşmış kitle” olma iddiası işçi-köylü emekçilere, Kürtlere ve diğer azınlıklara karşı zulme başvurmanın engeli oldu.

Aralarındaki görüş ayrılıklarına ve uyguladıkları ekonomipolitikaların kimi farklılıklarına rağmen M. Kemal, İ. İnönü, Bayar ve Menderes Cumhuriyet’i temsil ettiler. Hakimiyetin kayıtsız şartsız milletin olduğu iddiasını ileri sürmelerine rağmen, egemen olan sömürücü sınıf(lar) oldu. Darbeci generaller de, Demirel, Özal, Çiller ve Erdoğan da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yöneticileri olarak emperyalistlerin, tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin çıkarlarına bağlılık gösteren bir rotada yürüdüler.

Egemen burjuvazi ve politik askeri temsilcilerinin bugün sürdürdükleri tartışma-ve kavga-, temelde bu devlet iktidarının ve kapitalist sömürü sisteminin kendi yönetimleri aracıyla sürdürülmesi üzerinedir. Onların hangisi yönetime gelirse gelsin, “millet”in ya da halkın yönetimi gerçekleşmiş olmayacaktır. Bu kesindir.

Yazının tamamı burada.