12 Eylül darbecilerinin yargılanacağı davanın ilk duruşması, darbeden 32 yıl sonra 4 Nisan 2012’de Ankara’da yapılacak. Bu davanın devrimciler açısından neyi ifade ettiği üzerinde biraz düşünmekte yarar var.

 

32 yıl öncesindeki örgütlerimizin ortak iddiası, devrim yapmak ve siyasi iktidarı halka devretmekti. Toplumsal muhalefetin yükselmesini, geniş halk kitlelerinin itirazlarının yükseltilmesi mücadelesini, demokratik talepler etrafındaki örgütlenmelerimizi, sendikal mücadeleleri, yani her şeyimizi devrime endeksli olarak kurguladık. Azımsanmayacak güçler biriktirdik. Oligarşiyi çok zorladık. ABD, kendi etki alanını kaybetme korkusuyla özel örgütlenmeler yarattı. Sivil faşistleri devlet içindeki çetelerle birlikte yönetti. Bu da yetmedi, cunta darbe yaparak yönetime el koydu ve biz kaybettik. Kazananlar insanlık tarihinin yüzyıllarca yıllık birikimiyle oluşturulmuş ve kendilerinin de uymak zorunda oldukları yasaları da görmezden gelerek bizleri sözde yargıladılar. Bir kısmımız için buna bile gerek görmediler, pusularda işkencelerde öldürdüler. Diğerlerinin yargılanmaları ise “aile içinde” göstermelik bir işti. Devrimciler dışında herkes kısa bir süre sonra siyasal ve toplumsal yaşama geriye döndü. Başbakan hatta Cumhurbaşkanı oldu. Sadece devrimciler sadece Cunta yönetimi boyunca değil sonrasında da sistemli olarak ezildiler, hatta imha edildiler. İşte bu nedenle 32 yıl boyunca devrimciler, sosyalistler, komünistler ve gerçekten demokrat olanlar 12 Eylül ile bir hesaplaşmak istediler.

 

Peki, bugün ne oluyor? Yıllardır “12 Eylül ile hesaplaşmalıyız” diyen bizler, şimdi bu hesaplaşmanın neresindeyiz?

 

Ne yazık ki bu kesimlerin bir bütün olarak doğru bir yerde durduğunu söyleyebilmek mümkün değildir. Kimileri 12 Eylülün sembol isimlerinin yargılanmasını sıradan bir vaka olarak sunmakta ve bir şey çıkmayacağını söylemektedir. Bu kesimlerin önemli bir bölümü Anayasa Referandumu sırasında Geçici 15. Maddenin kaldırılmasının hiçbir anlamı olmayacağını ve asla yargılama yapılamayacağını da söylediklerinden pozisyonları anlaşılabilir bir şeydir. Baştan beri reddettikleri bir sürecin hızla ilerlemesi karşısında kafalarını kuma gömmektedirler. AKP tarafından ele geçirilen yargının adil olamayacağını, göstermelik olacağını öne sürmektedirler. Oysa bu yeni bir durum değildir.

 

‘Ele geçirilmemiş’ (!) olan yargıyla yapılmış olan bütün yargılamaların nasıl yürüdüğünü, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin nasıl çalıştıklarını bilmiyor muyuz? Bütün bunları yaşamadık mı? ‘Ele geçmemiş’ yargının kararları da, niyeti de belli değil miydi? Devrimci Yol davası daha yeni zaman aşımına uğratılarak tamamlandı. Bu davanın hangi mahkeme aşamalarından geldiğini bilmiyor muyuz? Bugün KCK davalarında ortaya çıkan komik durumlar devrimcilerin tüm davalarında fazlasıyla zaten yok muydu?

 

“Yapılanlarla Türkiye’de yargı kararları siyasileştiriliyor” demek hiçbir şey ifade etmez. Mahkemeler, geçmişte de bugün de siyasi kararlar verdiler, yarın da vermeye devam edeceklerdir. Bunu bilmeyenimiz mi var? Buna şaşırmak, bu konuda ne kadar sığ bir politik birikime sahip olduğumuzu göstermez mi?

 

Bunların tersine 12 Eylülün sembolik iki isminin ve daha sonraki darbe süreçlerinin kimi önemli isimlerinin yargılanıyor olmasını tam bir demokratikleşme olarak görmek de mümkün değildir. Olup bitenin eski rejimin tasfiyesiyle sınırlı olduğunu algılamadan gerçek bir hesaplaşma da gerçek bir muhalefet de yapılamaz. Yeni rejimin öznesi olan AKP’den gerçek bir demokrasi beklemek samanlıkta kaybettiği iğneyi sokak lambasının altında aramaya benzer.

 

Biraz tarih bilen, biraz analiz yapan herkes politik yargılamaların toplumsal talepler ve mücadelelerin içinde bulunduğu aşamayla doğrudan bağlı olarak şekilleneceğini bilir. Kapitalizm içi iktidar kavgalarının kritik dönüşüm dönemleri dışında radikal yargılama süreçlerine ve kararlarına sahne olmayacağının en belirgin kanıtı Süleyman Demirel’dir. Gerek sözleri gerek bizzat kendi yaşamı ile “kelleyi kaptırmayanın” şapkayı alıp gitse de yeniden güç kazanabileceğinin en tipik örneklerindendir. Tartışmanın iki “zıt” ucu aynı yanlışı yaparak farklı sonuçlara varmaktadır.

 

Bu iki yanlış anlayışın ortak özelliği geldiğimiz aşamayı 32 yıllık takip ve mücadeleye borçlu olduğumuzu görmemeleridir. Tüm tarihsel örneklerin de ortaya koyduğu gibi ne AKP ne de, bir başka burjuva partisi bu hesabı göremez! Bu balçıkla sıvanamayacak kadar açık bir gerçektir.

 

Bütün devrimcileri, bütün mağdurları, onların çocuklarını ve giderek bütün halkı bu yargılamanın tarafı, muhatabı haline getirmeden 12 Eylül darbecilerinden hesap sorulamaz! Bu nedenle şimdi devrimciler için esas önemli olan şey, 4 Nisan’da binlerce insanı o mahkemenin önüne yığmaktır.

 

Şimdi “AKP göstermelik yargılama yapıyor” diye ortalıkta dolaşılmasına gerek yoktur. Bugün bunu yapmak yarın kendisine “bak ben yargılamanın göstermelik olacağını söylemiştim” diye böbürlenmeye zemin hazırlayabilir ama toplumsal mücadeleye hiçbir katkı sağlamaz. Hayat, kenardan durup bakanları, durdukları yerden bir mirasyedi gibi ahkâm kesenleri asla affetmeyecektir.

 

Darbecilerin yargılanmasını sadece Evren ve Şahinkaya ile sınırlı olarak mahkemeye bırakmayalım. Tüm işkencecileri, faşist çeteleri, Yeşil Kuşak planını açığa çıkarmak için, gerçek bir hesaplaşmayı yapmak için hazırlanalım. Bundan bir şey çıkmaz demek yerine öldürülen arkadaşlarımız için, yok edilen gençlik umutlarımız ve çocuklarımızın geleceği için 4 Nisan’da alanları dolduralım.

 

Türkiye’nin her yerinde, her sokağında, her meydanında hem12 Eylül darbecilerinin hem de yeni rejimin hükümranlarının yüzüne hep birlikte haykıralım:

 

‘Sanık, ayağa kalk!’