Rakel Dink’in “bir bebekten katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim!” sözüyle, bir bakıma karanlıkla TC’nin kuruluş felsefesine işaret etmektedir. Bu sorgulamadan sistemin özü anlaşılmadan ve sorgulamadan sağlıklı bir şey yapmanın imkanı yoktur. Tarihini bilmeden de önünü görmenin imkanı yoktur. Bu ülke tarihi solun tarihi olduğu gibi ailenin de tarihidir.

Diğer taraftan da Rakel Dink özlü sözü ile bir bakıma da 1915 soykırımının günümüze uzanan köklerine de işaret etmekte kolektif sorumluluğun altını çizmektedir. Bu sözler aynı zamanda bir rehin alınmışlığı da vurgular: 1915’ten nemalanmanın getirdiği ve gerektirdiği suskunluk. Bu suskunluktan kurtulmak ve gerçeğin yanında durmanın özgürlüğün ön koşulu olduğu unutulmamalıdır.

1915 ve Soykırım ile ilgili konuşurken bu toprağın milyonlarla ifade edilen Hıristiyan halkı bu topraklardan kazınırken dedem (soyut dede değil biyolojik dedem) neredeydi, bu kullandığımız ve adı Türkçe-Kürtçe olmayan tarla bağ bahçe kimindi, bizim elimize nasıl geçti? Evimizin kapısının üzerinde yada duvarında ve evde kullandığımız dolaptaki, çocukluğumuzda kullanılan bakır kapların üzerindeki o okuyamadığım tuhaf yazılar ne idi?... gibi sorular çoğaltılabilir. Bütün bunlar soykırımın günümüze uzanan kökleridir. Bu köklerin ortadan kaldırılması bu köklerle yüzleşmekten geçer. Burada yaygın olarak düşülen yanlışa işaret edilmesi gereklidir. Bu çok önemli ve dikkat edilmesi gereken bir noktadır; “Ben dedemin yaptıklarımdan sorumlu değilim” demek dünyada ayıp olarak karşılanır ve sorumluluktan kaçmaya çalışmaktan başka bir anlam taşımaz. Sorumluluktan kaçılmaz da.

”BEN O ZAMAN DOĞMAMIŞTIM” DİYENE NAZİ DENİR

Almanca’da kullanılan gnade der späte geburt (geç doğmuş olmanın merhameti /affı) deyimi vardır ve ”ben o zaman doğmamıştım” diyene nazi denir. Kısaca söylersek kolektif sorumluluğun kavranılması ve buna uygun olarak yüzleşilmesi gereklidir. Burada öncülük, dünyaya sınıfsal ve özgürlük penceresinden bakıp özgürlük ve sosyalizm iddialı kişiler ve parti yöneticilerine düşer. Bunların dedeleri 1915’te neredeydiler ve acaba Ermenilerin bir şeyleri kursaklarından geçti mi? Ellerinde eğer Ermeni ve Süryaniler’e ait bir şey varsa bunu sahibine, sahibi artık yoksa o toplumun eğitim veya bir hayır kurumuna devretmeyi düşünüyor mu?

Bu tutum özgürlük iddiasında olan kişileri özgürleştireceği gibi topluma örnek olarak diğer gaspçıların da vicdanına seslenecektir. Toplumun özgürleşmesi de bu tutum ve davranıştan geçer. 1915’in kolektif suç ortaklığı ve rehin alınmışlıktan kurtuluşun yolu buradan geçmektedir. Hasan Cemal bir sorumluluk örneği olarak dedesinin 1915’te nerede olduğunu yazdı. DTK’nın başkanı Ahmet Türk de 1915’in sorumluluğunu kabul etti. Bunlar anlamlı davranışlardır. Ancak eğer ellerinde Ermeni , Süryani, Elen, Ezidi, Pontos malını halen kullanıyor ve bunların iade edilmesinin olanağı varsa tutumlarını daha da anlamlı kılacağı şüphesizdir.

Bu cümleden olarak burada bizim tarafta oldukları iddiasında olanlara bir çağrı yapıyoruz: Batıdan doğudan ve özellikle özgürlük ve eşitlik iddiasındaki yapıların yönetiminde bulunan kişilerin, yazarların, belediye başkanlarının, parti, vakıf ve dernek başkanlarının biyolojik dedeleri 1915’teki Soykırım sürecinde neredeydiler?

Bunu sorgulamak ve söylemek son derece önemlidir. Bu bizi tarihin 1915’teki donmuşluğundan ve rehin alınmışlıktan kurtulmanın yolunu açarak gerçek özgürlüğe doğru hareketin anahtarını vereceği unutulmamalıdır. Gereken sadece birazcık cesarettir o kadar…

Başa dönersek Rakel Dink özlü sözüyle özgürlüğümüzün anahtarını vermiştir. Bu anahtarı kullanmak ise sadece bizim sorumluluğumuz olduğu unutulmamalıdır.