“Adım Hasan. Hasan Yalnız. Bir tek ben kurtulduğum için soyadım Yalnız. Bir tek ben…”

 

1937-38 Dersim Katliamını anlatan “Kara Vagon” belgeselinin tanıklarından birinin dudaklarından dökülüyor bu kelimeler.

 

Maruz kaldıkları kırımın korkusu hala gözlerinde, yüzünde.

 

Gözünün önünde annesi, babası öldürülen çocuklar. Bombalarla parçalanan vücutlar. Kimyasal silahlar, napalm esaslı bombalar. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, kalanların Divriği, Elazığ, Yolçatı, Ilıç, Kemah istasyonlarından trenlerle batıya sürgün edilmesi…

 

O çok sevdiğim demiryolları, trenler gözümde insanlık dışı uygulamaların aracı oluveriyor birden. Perdede akıp giden demiryolunun sadece “refah ve ümran tevlüd” etmediğini görüyorum sıkılarak…

 

Adorno’nun, Hitler Nazizmini pozitivizmin, modernizmin ulaştığı son nokta olarak değerlendirmesi geliyor aklıma.

 

Sonra da Cemal Süreya:

“Bir yük vagonunda açtım gözlerimi,

Bizi kamyona doldurdular,

Tüfekli iki erin nezaretinde,

Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular,

Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar,

Tarih öncesi köpekler havlıyordu

Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk, o havlamalar, polisler

Duyarlığım biraz da o çocukluk izlenimleriyle besleniyor belki.

Annem sürgünde öldü, babam sürgünde öldü. “

 

12 Eylül’ün 32. yılı için başta Devrimci 78’liler olmak üzere pek çok kurumun ortaklaşa düzenlediği etkinliklerdeyim.

 

3 Eylül’de başlayan etkinlikler 28 Eylül’e kadar sürecek. Sergiler, paneller, söyleşiler, film gösterimleri… Epeydir Ankara’nın görmediği yoğunlukta bir 25 gün…

 

Ve sadece kronolojik olarak 12 Eylül 1980 ile sınırlı kalmayan bir çerçevede düzenlenmiş etkinlikler. İyi de olmuş. 12 Mart da var, kayıplar da. Erdal Eren’in ceketi de var, Uğur Kaymaz’ın kurşun delikli kazağı da. 38 Dersim Tertelesi de var, barınma hakkı direnişleri, HES direnişleri de var. Hrant da yer bulmuş, Allende’de.

 

Hasılı bu toprakların ve dünyanın ne kadar acısı varsa, ne kadar gideni, yitirdiği ve kalanı varsa yer vermeye çalışmışlar etkinliklerde…

 

Bu yoğunlukta etkinliklerin yapıldığı Çağdaş Sanatlar Merkezine girildiği andan itibaren insanın değişik duygular içinde kalması ise kaçınılmaz bir durum…

 

Ama bu yoğunlukta bir eksik var. İnsanı acıtan bir eksik. Sanki cevabı verilememiş bir “neden” kalbimizi burkup duruyor:

Neden hala, 12 Eylül yargılanamadı?

Neden hala o dönemin anayasası ve yasaları yürürlükte?

Neden hala toplum olarak o dönemle yüzleşemedik?

Neden hala kendi evlatlarımızı işkencecilerine teslim etmenin utancıyla yaşıyoruz?

Ve daha başka uzayıp giden “neden” silsilesi…

 

Bu sorular tam 32 yıldır asılı bekliyor, cevaplanmak için.

 

3-5 yıl farkla bizimle aynı kaderi paylaşmış olan kimi ülkeler bu soruların cevabını çoktan vermişler, örneğin: Yunanistan, Şili, Arjantin, Uruguay ve daha başka ülkeler.

 

Peki bizim ülkemizde niye bu sorunun cevabı verilemiyor?

 

Tabii ki pek çok "haklı ve geçerli" nedeni vardır, “neden” sorusunun cevaplanamamasının da…

 

Ama “Kara Vagon” filmini seyrettikten sonra bir kez daha anladım ki, bunun başta gelen sebebi bizim geçmişimizle “yüzleş(e)mememiz.”

 

Tıpkı 1915’le olduğu gibi. Ağrı, Zilan, Koçgiri katliamlarıyla olduğu gibi. 6-7 Eylül 1955’de yaşananlarla olduğu gibi…

 

Bu topraklar yüzlerce yıldan beri acı biriktirmiş, kırım, sürgün biriktirmiş.

 

Din adına biriktirmiş, etnik köken adına biriktirmiş, sermaye adına biriktirmiş.

 

Yüzleşmemiş, hesaplaşmamış, biriktirmiş.

 

Bu güne gelmiş.

 

4 Nisan 2012’de başlayan 12 Eylül mahkemesi ne yazık ki istenilen ölçüde bir yüzleşme ve hesaplaşmayı yaratamadı. Bu konuda 12 Eylül’ün muhatabı olan kesimlerin bir görüş birliği içinde olmaması bu olumsuzlukta önemli bir etken sayılabilir. Yakın bir gelecekte de bu durumun değişeceğine dair bir emare ne yazık ki görülmemekte.

 

Görünen o ki, artık bu gün için tek başına 12 Eylül’le hesaplaşmak/yüzleşmek mümkün değildir. Olur ama sade suya tirit kıvamında olur.

 

Bugün yapılacak olan Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın yargılanacağı mahkemeye artık bu gözle bakmanın zamanı geldi diye düşünüyorum.

 

12 Eylül’le hesaplaşmak aynı zamanda Ermeni katliamlarıyla da yüzleşmeyi içermeli. Dersim Tertelesi de 12 Eylül hesaplaşmasından ayrı tutulmamalı. 1955, Ağrı, Zilan, Koçgiri ve yakın tarih katliamları da…

 

Bu yargılama gücünü ve meşruiyetini biraz da bu taleplerden almalıdır.

 

12 Eylül’ün sadece işkence ve idamdan ibaret olmadığı bir kez daha açığa çıkmalıdır.

 

“Kara Vagon” belgeseline konuşan bir asker “vicdanları yoktu, merhametleri yoktu” diyor ağlayarak.

 

Bu yargılamanın biraz da vicdan ve merhamet arayışı olduğunun bilinmesi gerekir.

 

Eğer bu yapılamazsa her ne olursa olsun eksik kalacaktır.

 

Ve ne geçmişi ne de bu günü anlayamayacağız.

 

Ben artık 12 Eylül’ün 33. yılı etkinliklerinin bu şekilde olmamasını istiyorum.

 

Çabam ve isteğim bu yöndedir.

 

Kendi adıma bu yüzleşmeni/hesaplaşmanın takipçisi olacağım.

 

İçimi rahatlatmak için olduğu kadar, bu toprakların insanlarıyla, yaşayanlarıyla duygudaşlığımın devam etmesi ve aslında geçmişten daha fazla geleceğe saygım olduğu için…