Türkiye’den taşınıp İngiltere’ye yerleşen elektronikçi Melih Karakelle’nin kişisel blogunda yazdığı ‘Türkiye’den neden taşındım?’ yazısı en çok paylaşılan ve okunan yazılar arasına girdi.

1976 İstanbul doğumlu olan Melih Karakelle yazısına gösterilen ilgi sonrası şöyle yazdı:

“Şu an bu sayfayı okuyorsanız muhtemelen yıllardır bloguma yazdığım yüzlerce cihaz tasarımı veya yemek tarifini değil, Türkiye’den Neden Taşındım? isimli yazımı okuduğunuz içindir.

O zaman kim olduğumu yazmadan önce kısa bir bilgi vereyim, bu yazıyı sadece sebep soran eşim dostum okusun tek tek laf anlatmayayım diye yazmıştım, yani sosyal mesaj vermeye vs çalışmıyorum zaten bloguma da günde 50 bilemedin 100 kişi girer, sosyal mesaj versem ne olacak değil mi?

Ama enteresan bir şey oldu, meğer yanlız değil mişim, pek çok insanın içinde bir karşılığı varmış bu durumun ve sosyal medyada yayılıverdi, şu an bu satırları yazarken anlık 600’den fazla insan o yazıyı okuyor.

Gelelim kim olduğuma, öyle ensesi kalın TR’de geçirdiği zamanı bebekte yatı ile geçiren biri değilim. Öğretmen çocuğuyum, banyo yapmak için gazyağı alacak paramız olmadığı için annemin bizi ıslak bezle silerek okula gönderdiği, okul pantolonum olmadığı için teyzemin eski parkasının kesilip bana pantolon olarak dikildiği türden bir çocukluk geçirdim. 12 yaşımda yazın çocuk işçi olarak preste çalıştığım fabrikada, yanımda çalışan diğer çocuğun parmakları kopunca (aklınızda canlandırmayın, canlandırabileceğiniz birşey değil parmakları kopmuş ve eli preste ezilip sıkışmış bir çocuk), hayatımın yönünü değiştirmem gerektiğine karar verip patrondan paramı isteyip ilk elektronik kitimi aldım ve elektroniğe bulaştım, sonra yazılım ve bilgisayar işleri ile 20’li yaşlarımı tamamladım.

30’lu yaşlarımın ortasında da elektroniğe geri döndüm. Kısacası 12 yaşımda aldığım karardan beri çok ama çok çalışıyorum. Şu an İngiltere’de yaşıyorum, bunun sebebi işimi yapabileceğim iki ülkeden biri olması ve diğer ülke olan Çin’de dil engelini bir kenara koysam bile, Türk pasaportu ile çocuğumu gönderebileceğim bir okul olmaması. Bundan önce de bir süre Malezya’da yaşadım. Özetle hayat bana güzel ve bana kolay falan değil, sadece çok  çalışıyorum.

Buraya bildiğim bilgisayar dilleri ve yaptığım projelerle ilgili birşeyler yazmak isterdim ancak görünen o ki, ülkeden gitmem ülkede yıllardır yaptıklarımın yüzlerce katı daha önemliymiş, o yüzden şimdilik bununla idare edin.

İŞTE O YAZI:

Melih Karakelle’nin çok paylaşılan yazısı şöyle :

Yazıya başlamadan önce kullandığım bazı kelimeleri tarif edersem daha az yanlış anlaşılırım.

YOZLAŞMA: Türkçe’deki en güzel kelimelerden biri. Toplumdaki çürümüşlüğün bir norm halini alması ve değerlerde geri dönülemez çöküş yaşanması anlamına geliyor.

CAHİL: Bu yazıda, okula gitme gün sayısı az olan kişi olarak değil, toplum normlarına uyabilecek düzeyde eğitilmemiş veya tersi yönde eğitlerek toplumun günlük hayatına tehdit oluşturan kişi olarak kullanılmıştır. Örneğin, herkes devlet dairesinde sıraya girerken, sıraya girmeyip kurnazlık yaptığını düşünen, yaya geçidinden geçen yayaya yol vermesi gerektiğini kavrayamayan kişi isterse 4 üniversite bitirmiş olsun cahildir.

APTAL: Türkiye dışında bu kelimenin aşağılama sayıldığı bir başka ülke var mı bilmiyorum ama Dünya üzerindeki her 3 kişiden 1’i  ortalamanın altında zekaya sahipken, Ortalama Zeka’nın IQ-90 civarı olduğu Türkiye gibi ülkelerde, bu 3 kişiden birinin zekası maalesef, “akıllı” olarak tarif ettiğimiz bazı şempanzelerin (IQ-85) altında kalıyor. Sonuç olarak toplumda gördüğünüz tanıdığınız her 3 kişiden biri için Aptal demek bir hakaret değil, durum tespitidir.

Bu insanların aptal olduğunu bilerek hayata yaklaşmak, pek çok durumda “ama niye böyle yapıyorlar anlayamıyorum?” sorunuzun cevabıdır. Öyle yaparlar çünkü kapasiteleri o kadardır. (Türkiye’nin de içinde bulunduğu dünya IQ tablosuna buradan bakılabilir: http://www.photius.com/rankings/national_iq_scores_country_ranks.html)

Sözlük bitti, yazıya geleyim:

Toplumlarda cehaletin önüne geçmenin kritik bir eşiği vardır.

Bu eşik, birim aklı selim kişi başına düşen cahil sayısı olarak ifade edilebilir ve eşiği var eden şey de aklı selim kişinin eğitebileceği cahil sayısının sınırlı olmasıdır.

Bu eşik değer aşıldığında yozlaşma’nın önündeki tek engel Devlettir.

Devlet, toplum içerisindeki cahillerin ve aptalların, toplumun geri kalanına zarar vermeyecek düzeyde eğitiminden sorumludur.

Bunun en tipik örneğini hani yurtdışına giden herkesin söylediği, “Abi adamlar sıraya giriyorlar, kimse kimsenin hakkını çiğnemiyor, yaya geçidine ayağını atıyorsun duruyorlar” gibi yorumlarda görebilirsiniz.

Bahsedilen toplumlarda herkes bir filozof falan değildir, sadece Devlet, öncelikle vatandaşlarının hepsini topluma zarar vermeyecek düzeyde eğitmiştir. Bunun sonucu olarak karşınızdaki insanın aptal olması sizin için problem teşkil etmez, kapasitesi kadar bir işte çalışır ve toplum için faydalı bir birey olur. Çünkü cahil değildir. Daha yüksek kapasitesi olanlar da aynı temel eğitimi aldıkları için, kapasitelerini kurnazlık için değil toplum yararına kullanmaları gerektiğini aksi durumda hayatın sürdürülebilir olmadığını bilir. Bu sayede uygar toplumlardan daha az dolandırıcı, daha çok bilim adamı çıkar.

Gelelim Türkiye’den neden taşındım? sorusuna;

Çünkü Türkiye son 12-13 yılda artarak devam etmekle beraber son 30 yıldır, Özal ile başlayan bir çürüme süreci sonucu artık tam olarak yozlaşmış bir ülke.

Bunu ağzımdan salyalar akarak falan söylemiyorum, bunu tüm ailemi ve arkadaşlarımı bırakıp taşınmak zorunda kalmış biri olarak son derece büyük bir hayal kırıklığı ile söylüyorum.

Şu an Türkiye’de cehalet bir norm olarak toplumun genelinde kabul görüyor ve kişi başına düşen cahil sayısı, bu kişilerin kişisel emek ve finansmanları ile eğitebileceğinin çok ötesinde.

Üstelik, Cehalet’in iktidar olduğu bir noktadayız ve zaten fazla sağlıklı olmayan devlet geleneğimiz de yerlebir olduğu için devletin var olan durumda cehaleti bırakın önlemek, körüklediği gerçeği ile karşı karşıyayız. Bu durumda, günümüz Türkiye’si basitçe, yozlaşmış bir toplum olarak tarif edilebilir, çünkü kritik eşik aşılmış, çürüme toplumun genelini sarmıştır.

Bu durumda en komiğime giden ise “CHP adam gibi muhalefet yapsa” gibisinden günlük hayatta hiçbir pratiği olmayan bir durumun olası tek kurtuluş olarak görülmesi.

Bu sözleri sıklıkla dile getirenlerden tek talebim kendilerine bir siyasi parti kurup CHP'yi beklemekten vazgeçmeleri. Bunu CHP'den daha iyi muhalefet yapacaklarını düşündüğüm için istemiyorum. Aksine, cehalet ve yozlaşmadan beslenen bir toplumun artık akıl-mantık ile kurtarılamayacağını anlamalarını umduğum için istiyorum. Çünkü gördükleri güçlü muhalefet hayalinin toplumu kurtarması artık mümkün değil, Ülkede hırsızlığın kötü birşey olduğunu düşünen kişi sayısı %50'nin altında ise siz bu insanlara değerler ve uzun vadeli planlar üzerinden hiçbirşey anlatamazsınız.

Yakın tarihte bunun bir çok örneği yaşandı. Örneğin, 1960'lar Afganistan’ına, İran’ına Lübnan’ına, Mısır’ına bakın. Bir de bu günkü haline bakın.

Aşağıdaki fotoğraf 1960'lar Afganistanı'ndan. 1970-80'ler Türkiye’sine ne kadar benziyor değil mi?



Afganistan’ın ve diğerlerinin bu noktada kaybettiği şey, dini özgürlükler falan değildi. Onlar, cehalet’in önlenmesi ile ilgili savaşı kaybettiler. Toplumlarında cahil olmak geçer akçe oldu, iktidara gelenler meydanlarda eğitimli insanları “monşerler” diye yuhalatıp da cehaletten beslenince oldu bunlar. Sonrasında cahil bir milleti yönetmenin en kolay yolu olan din öğesi ön plana çıkmış olabilir ancak bütün bu ülkeler yozlaşarak bu duruma geldiler, dindarlaşarak değil.

Türkiye yozlaşmada komşularına göre biraz yavaş hareket etti. Bunu ister “Atatürk’lü yıllar sayesinde” diye tarif edin, isterseniz de “Avrupa’nın burnunun dibinde tüm bu ortadoğu pisliği ile arasındaki tampon olduğu için, Avrupa tarafından kollandı” diye tanımlayın ama Türkiye için de süre sonunda doldu.

Şu an, günde ortalama 12 saatini TV'de bol tecavüzlü, aldatmalı, dolandırmalı, abisinin karısına sulanmalı diziler ve evlilik programları izleyerek geçiren, Kendisi dışında kimseye saygı göstermeyen, Çıkarı uğruna yaptığı herşeyi mübah sayan, Kaba davranmayı geçer akçe sanıp ülke yönetimini bile kabadayılığa teslim eden bir topluma dönüşmüş durumdayız. Ve bu toplum çocuk yetiştiriyor, bu çocuklar siz ne kadar uğraşsanız da aynı okula gittiği çocuğunuzun davranışlarını şekillendirecek. En az bir 70 yıl aynı toplumda yaşayacak. Bu noktada artık yapılabilecek hiçbir şey olmadığı gibi birşeyler yapmaya çalışmak da enerjinin boşa harcanması dışında bir sonuç doğurmaz.

Birey olarak eğer insanlığa bir faydanız olsun istiyorsanız, milliyetçiliği bir tarafa bırakıp, bu faydayı, sizden bunu talep eden toplumlara yönlendirmeniz çok daha doğru olacaktır.

Ben bu noktada, bana ayrılan sürenin sonuna geldiğime, bir birey olarak hayatımın kalanını düzelmesi mükün olmayan bu durumun içinde yaşamaya çalışmamın anlamsız olduğuna karar vererek Türkiye’den taşındım. Gün geçtikçe de aldığım kararın ne kadar doğru olduğunu anlıyorum. Özlem yok mu? Var tabi. Ama daha çok heba ettiğim onca yılın hayal kırıklığı var üstümde.

——————————————————————————————————————————

Okuyana not:

Yukarıdaki yazıyı beni tanıyan, hayatımın aşağı yukarı ne kadar mücadele ile geçtiğini bilen, taşınma kararı ve sürecimdeki olaylara hakim olan eşim dostum okusun diye bloguma yazmıştım.

Ancak sanırım sosyal medyada fazlaca paylaşılmış olacak ki, normalde projelerime ayda 500 kişi bakarken bu yazıyı ilk 24 saatte 100.000 kişi okumuş. Aynı şeyi düşünen insanların ne kadar çok olduğunu mu gösterir? yoksa her fırsatta ne kadar ezildiğinden dem vuran ülke cehaletinin aslında ne kadar çok insanı ezip hayatını yaşanmaz hale getirdiğini mi? bu konuda yorum yapmayacağım. (Demokrat Haber)