Vedat Yıldırım Kardeş Türküler denince akla ilk gelen isimlerden biri. Onun sesinden Kürtçeyi dinlemenin, hele de sahnede dinlemenin tadını Kardeş Türküler ve Bajar konserlerinden bilirler.
Vedat Yıldırım kişisel olarak da politik tavrını sakınmayan, duygusunu da, desteğini de belli eden bir sanatçı.

Bajar’la şehirli ötekinin, Kardeş Türküler ile birlikte yaşamanın, sanatın, kültürün, performansın duygusunu Vedat Yıldırım'la, Gazete Duvar'dan Jinda Zekioğlu konuştu

Covid pandemisi ne kadar etkiledi müzik dünyasını, sizin çalışmalarınızı?

Yüzde 95 etkiledi. Zaten konserler iptal edildi. Önümüzdeki dönem planları ikinci dalga ihtimali ile şimdilik iptal. Açıkçası ben olsam, ben de kapalı mekanda konsere gitmek istemem. O nedenle kültür sanat camiası sahiden zor durumda. O nedenle daha çok üretime yöneldik galiba.

‘TÜRKİYE BİR SOSYAL DEVLET DEĞİL Kİ!’

Belki de bu öngörülemezlik nedeniyle kültür sanat dünyası boyut değiştirecek?

Müzik diğer sanat alanlarına göre daha örgütsüz bir yapı. Tiyatrocuların sendikası var, sinemacılar keza öyle ama müzik dünyası çok dağınık. Müzisyenler daha doğrusu çok dağınık. Bizde birey dünyası daha güçlü. Sıkıntılar elbette yaşanıyor. Ve belli ki devam edecek. Bir destek desen yok. Daha sosyal devletlerde, Avrupa’da, sanatçılar iptal edilen organizasyonlar için devlet tarafından destek alıyor. Ama Türkiye’de böyle bir şey yok çünkü Türkiye bir sosyal devlet değil! Birikimini insanına harcayan bir ülke değil. Birikimi nereye harcanıyor bilmiyoruz.

İç Anadolu Kürtlerindensin. ‘Ankara Kürdü’ olmak nasıl bir duygu? Sürgünlük var ancak üzerinden öyle çok zaman geçti ki artık literatürde bu kimliğin yeri var. Türkiye’nin başkentinde ama gerçek bir Kürt köyünde doğup büyümek nasıl bir duygu?

Kızılırmak’ın kıyısında Kesikköprü’de büyük, kalabalık, güçlü çok güzel bir köyümüz vardı. Topraklarımız vardı, ekip biçiyorduk, ekonomik durumumuz iyiydi. Karşımızda abdal köyleri vardı, Neşet Ertaş’ların köyü, Tatar köyleri, Türkmen köyleri, Alevi köyleri vardı. Henüz 12 Eylül darbe öncesiydi. Dilimizi konuşuyorduk, bir tık daha rahattı. Komşu köylerle ilişkilerimiz çok iyiydi. Ama tabii 12 Eylül’le birlikte birçok şey değişti. Bizim şöyle bir farkımız vardı. Köyü boşaltılmış, zorunlu göçe maruz bırakılmış, büyük şehre göçe itilmiş Kürt aileler hayata 2-0 yenik başladılar. Bizim belki bu anlamda şanslı bir yanımız vardı. Hem sınıfsal hem kültürel hem dil hem etnik olarak ayrımcılığa uğradı insanlar. Ortaokula Ankara’da yatılıya başladım. İlk kez o zaman Kürtçe konuşamamanın, konuşmanın yasaklanmasının, bu yasaklı halin farklılığının farkına vardım. Gitar çalardım lisede. Kürtçe söylemek imkansız. O dönem ‘beyazlaşma’ya başladım kendimi Türkçe ile ifade ederek.

Evde ya da Kürt akranlarınla olan ortamlarda kimleri dinliyordunuz?

Sabahlara kadar küçük bir radyoda Erivan Radyosu’nu aradığımı hatırlıyorum. Çocuğuz yani, Dallas zamanları. Şivan Perwer kasetleri gelmeye başladı sonra. En büyük heyecanımızdı. Gizli saklı dinlerdik. Dinlediğimizi daha çok anlıyorduk, hissediyorduk belki oydu bizi dile bağlayan. Zülfü Livaneli, Ahmet Kaya, Cem Karaca da dinlerdik çok.

‘KARDEŞ TÜRKÜLER 90’LARIN KİMLİK SORUNLARIYLA DOĞDU’

Ve bir gün Kürtçe bir şarkı söylenmesi gerekmiş…

Belki Kardeş Türküler projesi olmasaydı, ben şarkı söylemeyen davul çalan bir müzisyen olacaktım. Çok dilli bir grup olduğumuz için Kürtçe bir bestemi söyledim. Burada şöyle bir farkındalık oluştu tabi, köyümüzde Kürtçe dinliyorduk ama Ankara’da lisede Kürtçe okuyamıyor, şarkı söyleyemiyorduk. Ancak Boğaziçi’ndeki o çok kültürlü yapı sayesinde Kürtçeyle kendimizi daha özgür ifade edebildik. Daha çok kültürlü bir bakışa ihtiyaç vardı. Türkiye’de kimlik meselelerine, farklı dillere parmak basmak gerekiyordu. Türkiye’deki sol kültür uzun yıllar bu kimlik meselelerini dışladı. Kadın hakları, feminist bakış gibi meseleleri ikinci plana attılar daha doğrusu. Ama 90’larla birlikte Kürt kimlik siyasetinin yükselmesi, Alevilerin-Aleviliğin dinsel, kültürel haklarının konuşulmaya başlanmasını gördük. Gazi Olayları’nı yaşadık. Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu (BGST)’nun anlayışı, farkındalığı tam da o 90’ların kimlik sorunlarının renklerini barındıran bir yapıyla doğdu.

Bajar’da ise rock müzik yapma hayallerinizi şehre akan yolda “Fırat suyu Marmara’ya karıştı” sözüyle dile getirerek gerçekleştirmeye çabalıyorsunuz. Bajar’ın etnik, cinsel/cinsiyet, din, sınıf ekseninde şehre göçen karakteri artık bir özne. İsmi de bu yüzden Bajar zaten. Bu sizin müziğinizi nasıl besliyor?

Kardeş Türküler de nihayetinde kentli bir müzikti. Bir türküyü ya da kılamı olduğu gibi yorumlamaz kendimizden katarız, yorumlarız.

Bajar’da soundlar tamamen farklı, enstrümanlar farklı ve daha çok kendi bestelerimiz üzerinden yol alıyoruz. Kardeş Türküler bu anlamda daha geleneksel ancak Bajar’da kendi adından da yola çıkarak işportacıları, ameleleri, beyaz yakalıları görüyoruz. Cinsiyetçiliği döven şarkılarımız var. Hatta LGBT Onur Haftası sebebiyle de bir çalışma yaptık. Ama bugünlerin sıkıntısı ne biliyor musun? Gerçek olan performans. Gerçek olan sahne. Mesele hemhal olmak, gördüğün yüzlere sesini ulaştırmak. Bu süreç müzisyeni kanser eder.

‘SAHNE Mİ GERÇEK HAYAT MI? SANATÇI İÇİN SAHNE!’

Vedat Yıldırım’ın sahnede bazı özellikleri var. O konser atmosferinin de enerjisi ile emprovize bestelerin, bazı sözleri değiştirerek yorumlaman, belki yazdığın şiirin bizim bilmediğimiz kıtalarından devam etmen… Kürtçe bilmeyen ama anlamasa da seni dinleyen geniş bir kitlen var. Sen bu karşılıklı etkileşimi, enerjiyi neye yoruyorsun?

Henüz köydeyken bir gün amcam bana Pink Floyd’un meşhur The Wall şarkısını dinletti. Ne müzik biliyordum ne de sözlerini anlıyordum. Ama çok güzeldi. Çok etkileyiciydi. Sözleri anlamasan da o isyanını alır yorumlarsın. Çocuk da olsan, bilmediğin bir dil de olsa o isyanı ya da o aşkı hissedersin, alırsın. Müziğin soyut dünyasının avantajı belki de. Doğaçlama performansa gelince… Biz bunu çok seviyoruz. Sahne bambaşka bir atmosfer. Ve bir şarkının her performansı bir yenilenme aslında. Öteki türlüsü bana memuriyet gibi geliyor. Günün meselelerine, dertlerine dair bir duyguyu o şarkıya katmak kaçınılmaz ve bence çok önemli. Bunu çok iyi yapan müzisyenler de var aslında.

Kardeş Türküler’de başardığınız bu biraradalığın Türkiye’de siyaseten oturtulamamasını neye bağlıyorsun?

Biraz zor bir soru tabii. Biz ne kadar becerdik? Normalde Kardeş Türküler gibi onlarca ‘buluşma’ projesinin olması gerekiyor. Ama enseyi de karartmamak lazım. Konserlerde çok farklı kesimlerden insanlar bir araya gelebiliyor, eğlenebiliyor. Ama siyasette bunun olmamasının nedeni basit. Hiçbir şeye izin verilmiyor ki! Hep bir zapturaptlık yani nasıl olacak, nasıl mümkün olacak ki?

Buna en yakın HDP örneği var. Sence Kardeş Türküler’deki biraradalık gibi mi HDP’de?

Söylem olarak HDP biaradalık vurgusu yapıyor. “Türkiye partisiyiz” diyor. Ama yaşantı başka bir şeydir. HDP bunu dile getiriyor, siyaseten üretimini bu alanda büyütmeye çabalıyor. HDP’nin de bu anlamda siyasetine sürekli çomak sokuluyor. Konuşulmasına izin verilmiyor, üretimine izin verilmiyor. İşte İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kürtçe kurs açıyormuş. Yani o kadar aciz bir yerdeyiz ki aslında. Kürtçe kursu nedir yani? Bugünün meselesi midir? Ya da vergisini veren Alevi’nin Cemevi’nden kime ne? Bu kadar sıkışmışlık haline rağmen de enseyi karartmamak gerektiğini düşünüyorum. Sadece bu değil Türkiye’nin çok ciddi bir sistem sorunu var ‘Nasıl yaşayacağız’a dair. Koca bir işsizler ordusu var. Covid onları etkilemiyor bile.

Siyasetçiler bunları dile getirdiği için susturulmaya çabalanıyor. Peki siz?

Biz de bu yönde üretim yapan, görüş bildiren sanatçılar olarak, Türkiye’de demokrasi kültürünü yaşatmaya çalışanlar olarak bir kere TV ve anaakımda asla yer alamayız. Yazılı olmayan ama herkesçe bilinen bir yasak bu. Biz de zaten bu tür yayın kuruluşlarına bayılmıyoruz. Bizim de yer aldığımız yayınlar var. Kalp kalbe karşıdır. Biz de sesimizi duyuran, bize alan açan mecraları buluruz, buluyoruz.

Türkçe söyleseydin, birçok meslektaşın gibi popüler kanallarda yer alabilirdin. Bu yönde üretim yapsaydın çok daha fazla alan açılırdı. Bunu neden denemedin? Seni engelleyen neydi?
Bilemiyorum olur muyduk, olmaz mıydık? Ancak Türkçe üretim yapsak daha şanslı olabilirdik. Ya da bu yönde bir politik duruşumuz olmasaydı daha çok kapılar açılacaktı. Bence Kürtlerin de bu anlamda çuvaldızı biraz kendine batırmaları gerekiyor. Pandemi döneminde daha çok Kürtçeye eğildim. Biraz kitapçılardan da yeni Kürtçe kitaplar aldım. Kürtçe kitap satan kitapçılarla sohbet ettim. Kürtler Kürtçe okumuyor. Az okuyor ya da okumuyor. Dolayısıyla bu meselenin de bir tarafı da biziz, kendimiziz. Kendimi de katarak söylüyorum. Daha çok Kürtçe okumaya ihtiyacımız var. Daha çok Kürtçe’ye dönmek, yönelmek zorundayız.

Özellikle Kürt müziğinin, sanatının sorunları nedir sence? Nelere ihtiyaç var?

Kürtler bir yönden şanslı. Şansızlığın şansı. Devlet kuramamanın vermiş olduğu tektipleşmeme duygusu folklorunu çok güçlü kılıyor. Sözlü edebiyatı, yazılı edebiyatı çok güçlü. Bir ikincisi de diaspora şansı. Kürt edebiyatı Avrupa’da daha çok gelişti çünkü orada aynı zamanda başka kültürlerle de birlikte daha rahat alan bulabildi, daha çok çalışmalarda bulunabildi, daha özgür hareket edebildi. Sinema, müzik için de bu böyle gelişti. Mesela Ciwan Haco. Direk yüksek bir seviyeden başladı. Türkiye’de olsaydı bu alanı bulamayabilirdi. Bu diasporanın şansı aslında. Mehmet Uzun’un romanındaki başarı, özgünlük de aynı özgürlükten kaynaklı bana kalırsa. Nizamettin Ariç müziği buna yine iyi bir örnek. Kürt rap müziği de diasporada daha kolay gelişti, başka kültürlerle etkilenerek büyüdü. Çok da pesimist konuşmak istemiyorum. Şu anda Kürt müziğindeki sıkıntı bütünüyle Türkiye’deki siyasi ortamdan kaynaklanıyor. İkinci sıkıntı dil meselesi. Çünkü bizim için anadilde üretim çok önemli, çok elzem. Bir Kürt kültür politikası olmalı deniyor ancak 40 milyonluk bir halkın kültür politikası olamaz. Belki bir kültür merkezinin politikası olabilir ama 40 milyonun tek bir politikası olması mümkün değil. Kürtler pop da yapar, rock da yapar, fantezi de yapar. Güney’deki kanallarda pop fantezi alanları daha çok tercih ediliyor örneğin. Benim sevdiğim bir tarz değil ancak olacaktır, olur bunun önüne geçilemez. İran’da Rastak diye bir grup var. Çok güzel müzik yapıyorlar. Önemli olan anadilinde, kültüründen beslenerek, özgürce müzik yapmak. Bunu yapmadığınızda taklitçi olunuyor bence taklitçi müzik yapmamak gerekiyor. Asıl sorun edebiyat alanında. Çünkü bir şekilde Kürtçe müzik dinliyor insanlar. Ancak edebiyatın gelişmesi için dil çalışmalarının artması gerekiyor.

‘APOLİTİKLERİN POLİTİKAYA ETKİLERİ DAHA ÇOK’

Sanatçının politik olmaması mümkün mü?

Politika dediğin nedir? Alışverişe gidiyorsun, hayat pahalılığı ile karşılaşıyorsun. Bu politik değil midir? Bu herkesi kapsar. Bunun üretime yansımaması mümkün mü? Bence apolitiklerin politikaya etkileri daha çok. Ne dedik, Güney’de daha çok pop-fantezi müzik ön planda. Bu da bir politika değil mi? Sanat hayatı yansıtan bir olguysa, hayattan ne beklediğimizi de bu sayede görüyoruz esasında.