GÜLŞEN İŞERİ / Birgün

 

Türkiye zor bir eşikten geçiyor… Demokrasi yok, hak ihlalleri aldı başını gidiyor, hak arama özgürlüğü kelepçeli artık bu ülkede, hapishaneler dolup taşarken bir de üstüne yangınlar çıkıp insanlar diri diri yanıyor. İktidarın araçları her gün daha da ağırlaşırken ‘başka bir dünyanın mümkün’lüğü ütopik gelmeye başlıyor. Oysa ütopik gibi görünen başka bir dünya, bundan tam 4 bin yıl önce varmış. Hangi devletin adalet sistemi; “halkın zenginliğe, bulunduğu ülkeye, statüye bakılmaksızın ‘eşit’, dürüst ve makul sürede hak arama özgürlüğüne; ulaşmasını sağlayacak zemini sunmaktaydı”? Devam edip: “Basit bir davayı zorlaştırmayınız. Zor bir davayı da basit göstermeyiniz. Doğru olanı yapınız,” maddesini de ekleyelim…

Bu topraklarda ilk siyasi birliği kuran, 4 bin yıl öncesinin süper gücü Hitit Devleti’nin kanunlarındaki örnek bir-iki madde, bugünden bakınca bize bir hayal gibi geliyor.

Erdal Doğan’ın büyük titizlikle hazırladığı 'Hitit Hukuku' kitabı bizi sadece hukuk konusunda değil, birçok açıdan düşünmeye sevk ediyor. Bugün kanıksadığımız hukuk kurallarının, düzenin hangi aşamalardan geçtiğini, hangi ihtiyaçlar dolayısıyla şekillendiğini de ortaya çıkarıyor 'Hitit Hukuku'. Kitabın üçüncü baskısı genişletilmiş haliyle Fam Yayınları'ndan çıktı… Belki başka bir dünyanın mümkün’lüğünü, belleklerimizdeki ‘Kayıp’ı Hitit Hukuku’nda bulabiliriz…

Kitap vesilesiyle bir araya geldiğimiz Avukat Erdal Doğan’la 4 bin yıl öncesinden bugüne baktık.



 'Hitit Hukuku' kitabınız genişletilmiş üçüncü baskıyla okuyucusuyla buluştu. Sizi, Hitit Hukuku üzerine çalışmaya iten neydi?
Bu çalışmaya ilk başladığım zamanlarda çevremdeki birçok kişi beni çok romantik buldu; “Antik bir çağın hukukuyla ne işin var ki” denildi. Bu gibi söylemlerle çok karşılaştım. Hâlbuki bugünün hukukuna bakmak için bizim hukuk sistemimizin nereden geldiğini ve bunun bir mutlak kader olup olmadığını öncelikle öğrenmemiz lazım.

 Bugünün hukuk sistemi Roma Hukuku aslında değil mi?
Bunu çoğu hukukçu bilir; Roma Hukuku, Juistinianus'un hukuk sistemi…

Roma Hukuku bütün dünyayı etkilemiş bir hukuk sistemidir. Sadece hukuku değil, siyaset felsefesini de, yönetim tarzını da etkilemiştir. Roma’da bilindiği gibi köleler eşya sayılır, eşya hukukunda değerlendirilir; kölelerin evlenmesi yasaktır, ola ki kendi aralarında evlendiği takdirde bu evlilikten doğan çocuklar semere yani ürün kabul edilir, ilk zamanlarda öldüklerinde gömülmeleri de yasaktı, şehir çöplüğüne atılırdı. Kadınlar vatandaşlık hukukunda vatandaş değildir. Roma, çok ciddi bir ataerkil bir sisteme sahip olan, cinsiyetçi, köleci ve aynı zamanda kolonist bir sistemdi. Ülkeleri işgal eden ve kolonist politikası gereği de orayı kendisine benzeten bir rejimdi. Bu yönetim tarzı 2 bin yıl içerisinde tüm dünyayı ruhuna kadar etkiledi.

 Sizi Hitit Hukuku’na götüren Roma’nın hukuktaki derin izleri o halde?
Ben Roma’dan önceki dönemlerde de yazılı hukuklar olduğunu biliyordum ve o dönemler nasıldı diye merak ettim. Özellikle bu dönem içinde, Anadolu’ya en az bin yıl kadar siyasal ve kültürel mührünü vurmuş Hititler'de durum nasıldı diye merak ettim. Anadolu’da Sümerlerin de Asurların da müthiş etkileri var ama Hititlerin onlardan toplumsal olarak farklılıkları olduğunu çok az bilgi ve daha çok sezgilerimle düşündüm ve hissederek bu çalışmaya başlamıştım. Yanılmadım…

Araştırmaya girişirken de bu çalışmayı öncelikle bir yüksek lisans tezi olarak ele aldım. Tez aşamasında sağ olsun sevgili danışmanlarım Cemal Bali Akal, jüri üyeleri ve danışmanlarım Niyazi Öktem ve Belgin Erdoğmuş hocaların katkıları çok. Özellikle kitaplaştırma dönemindeki diğer üç yılda Hititolog ve Şapinuva kazı başkanı sevgili Aygül Süel hocamın yardımları ve danışmanlıkları çok değerlidir... Öyle ki, teze başlarken ben, çoğu hukukçu gibi Hititlerin yazılı bir yasaları olup olmadığını bilmiyordum. Tezin amacı Roma’yla karşılaştırarak bugünkü modernite, modern hukuk ve siyaset felsefesini eleştirmekti. Sahaflarda, 'Hitit Yasaları' adındaki sınırlı sayıda basılmış bir kitapla karşılaştığımda o anı ve sonrası o kitaba sarılışımı ve eve götürene kadar sıkıca tutuşumu unutamam. İlk çırpıda baktığımda o yasa maddelerinde inanılmaz şeyler vardı, sosyal yaşam, ekonomi, hayat, her türlü ilişkiyi bulabilmek mümkün… 100’er 100'er toplam 200 maddeyi içeren tabletlerden oluşan yasa maddeleriydi…

Bizim hukuk kürsülerimiz o vakte kadar Hitit Hukuku'ndan bihaberdi… Sezgilerimle çıktığım olayda bulduğum belgeler, bilgiler beni doğrular niteliğe geldi. Çünkü 2 bin yıl önceki Roma Hukuku'ndan da 2 bin yıl önceki yani yaklaşık 4 bin yıl önceki hukukta, bir başka dünyanın hukukunu görüyordum.

 Kitaba da baktığımızda 4 bin yıl önce toplumsal barış ve huzur ortamının olduğunu görüyoruz, Hitit Hukuku bu anlamda önemli bir kaynak değil mi?
Hukuk sistemlerini şöyle kurmuşlar; kısasa kısas hukuk sisteminden daha çok, toplumsal barışı amaçlayan bir sisteme evrilmiş, dönüşmüş bir hukuk. Sürekli amaçlanan toplumsal barış ve refah. Mağdurun gerçekten de mağdurluğunu gidermek. Bir kin hukukunu değil barışçıl ve toplumsal huzurun inşasını hedefleyen ve muhafaza etmeye çalışan bir hukuk.

Hatta bir kral, talimatnamesinde, “Eğer onun hukuku Hattuşa hukukundan daha iyiyse onu uygula, değilse Hattuşa’yı uygula, bir problem çıkarsa kralın mahkemesine kadar getir” diyor. “Basit bir davayı zorlaştırma, zor bir davayı da basit bir dava gibi görme…” ve buna benzer birçok talimat bulunuyor.

 Günümüze geldiğimizde Roma Hukuku'nun izleri var, Hitit Hukuku Roma Hukuku'ndan 2 bin yıl önceydi. Hitit Hukuku bugüne neden yansımadı? Roma Hukuku, Hitit Hukuku'ndan haberdar değil miydi?

Bunu ben de düşündüm. Roma Hukuku, acaba Hitit Hukuku'ndan haberdar değil miydi? Hayır haberdardılar.  Roma Hukuk kodifikasyonu ilk kez İstanbul’da yapıldı. Bu hukukun özellikle ticaret alanını kapsayan kısımları önceki çağların yani Sümerlerin, Asurların ve Hititlerin iş ve ticari yaşamına dair hukuk sisteminden alınmadır. Ticari hukuktan yana tercihler yapılıp alınırken; o dönemin ceza yasasına, toplumsal hukuka, idareye dair yasalar tercih edilmiyor. Yani Roma ideolojik, bilinçli bir seçimde bulunuyor.

Hitit Hukuku'nda kralı yargılayan bir iç hukuk sistemi var. Bir anayasa oluşturmuş, kralların her vasiyetnamesi neredeyse güncellenen birer anayasa metnidir. Telepinu Fermanı, bu konuyla ilgili bilinen ilk belirleyici ferman ve anayasadır. Bu fermanda yönetimin nasıl işleyeceğini, kralı denetleyecek bir meclisin görevlerini belirliyor. Öyle ki bu meclis, kralı, görevlerini kötüye kullandığında gerektiğinde tahttan indirip ona o dönem içinde en ağır ceza olan sürgün cezasına çarpıtılacağını kayda almıştır. Buna benzer birçok Hitit düzenlemeleri yönetimde şeffaflık ve denetimi sağladığı için bu durum Roma’nın işine gelmiyor.

Çağ olarak Hititlerin dağılma süreci ve sonrasına girildikten sonra, bugünkü anlamıyla daha çok keyfi uygulamaları görmeye başlıyor ve daha çok yetki ve yönetme arzusunun somut vaka olarak daha çok görünmeye başladığını ve haliyle daha sınıfsal, baskıcı, eşitsizliğe dayalı bir sistemin tercih edilmeye evrildiğini görüyoruz Anadolu’nun. Bir anlamda ‘barbar’ kültürüne sahip bazı Batı ve Doğu siyasi yönetimleri bu paydada buluşmaya başlıyor.

Her hukukçuya, felsefeciye, siyasetçiye, tarihçiye dünyada hukuk ve siyasetin Roma ve Yunan’da çıkmış olduğu anlatılmış ve dünya tarihi de daha çok aktivasyonla böyle biçimlenmeye başlamıştır. Halbuki Yunan ve Roma dönemi insanlığın belki de en karanlık bir dönemidir. Mesela Homerus 'İlyada’yı Hitit diliyle yazdı. Luwice’yi biliyorlar, sistemi biliyorlar; işine geleni aldı Roma… Dünya o tercihlerle devam ediyor. Günümüz tekçi anlayışı, sınıfsal ve cinsiyetçi bakış açısı, Roma’dan kalma bir ‘barbar’ anlayışın devamı olarak devam ediyor.

 Hitit Hukuku bugüne yansısaydı farklı olacak mıydı? 4 bin yıl öncenin hukukundan söz ediyoruz. Bugüne kalan ne?

Benim amacım öncelikle bellekleri yenilemekti. Bizler her şeyi, her gelişmeyi, her 'medeni' ilki Roma ve Yunan üzerinden geliştiğini bildiğimiz için şöyle bir algılama var: O zaman dünya böyle geldi, böyle gider… Bu kaderci anlayış aynı zamanda karamsarlık da doğurmakta. Çünkü bir başka tarih yokmuşçasına, insanlık böyle gelişmeye başladı diyen algımız dışına çıkmıyoruz. Özellikle sol ve muhalif çevreler de farkında ya da farkında olmadan bu durumun çok etkisinde.

 Evet, bugünden baktığımızda kadercilik ve her şeyi oluruna bırakmak gelenek haline gelmeye başladı ama sol cenahta bir umut var, muhalif başka bir dünya özleminin içindeler…

Ama solun her zaman umut ütopyası var. Bu ütopyasını kurarken de tarih öncesinin daha karanlık olduğunu düşünüyor. Hâlbuki sola büyük bir destek verecek malzeme veriyorum: Hitit Hukuku ve Hitit yönetim tarzı. Çünkü başka bir dünyanın mümkünlüğünü tüm kurumları ile binlerce yıl öncesinden gerçekleştirmiş, yapılandırmaya çalışmış bir çağın verilerini sunmaya çalışıyorum. Şimdilerde ekolojik sosyalizm tartışılıyor halbuki o dönemde Hititler kendi pozitif yasalarında ve inançlarında bu anlayışa yer vermiş ve uygulamış.

Adil yargılama denilen hususun o dönemlerin en hassas konularından biri olduğu ve uygulanmaya çalışıldığını görüyoruz. Zamanla çoğu yasalardan ölüm cezalarını kaldırmışlar. Hapishane kurum olarak var olmasına rağmen, kullanılmamış. Çok kimlikli halk, bir arada asırlar boyunca yaşayabilmiş.

En azından bu nedenlerden dolayı bile bizlerin belleklerimizi yeniden tazelememiz gerekiyor. Bu bilgiler ütopya sahiplerine çok büyük bir sıçrama desteği veriyor. Tüm ütopya sahipleri gerçeğe en yakın ve doğru yolda. Tek eksikliğin, tarih ve hak mücadelesi konusundaki bilgilerin tazelenmesi gerekliliği olduğunu düşünüyorum. Haliyle bu eksik bilgi üzerinde iktidarlar tüm dünyaya karamsarlığı pompalayarak, dünyanın böyle geldiğini ve böyle gideceğini telkin edip duruyorlar. Tekrarlamak gerekirse; amacım nostalji yapmak veya Roma yerine Hitit miladı yaratmak değil. Ütopyaların gerçekliğini göstermek. Hukukçularımız, siyasetçilerimiz, felsefecilerimiz bu 2 bin yıl içinde çok muhafazakârlaştı.

 4 bin yıllık bir zamandan da söz ediyoruz. Bugüne dönersek ütopik gelmiyor mu size?
Entelektüellerin, muhaliflerin, solun hatta liberallerin dahi bu konularla ilgili daha yeni ve daha donanımlı olmaları gerekir. Yeni araçlarla, mevcut statükoyla, sistemle mücadele etmeleri gerektiği düşüncesindeyim. Yoksa bir kaderdir, gelir gider’e zamanla inanılmaya başlanılacak ve çoğu kişi hayatının belli kesiminden sonra bu inanca batıp kalacaktır.

 Kanıksanmış bir durum söz konusu… Bu kanıksama bir yanıyla yabancılaşmayı getiriyor, bu yabancılaşma içine de ister istemez kadercilik giriyor…
Karl Marx, dünyanın vicdanını taşıyan bir düşünürdü; tarih, toplum gibi bilgisini, Roma ve Yunan’dan başlatması o günkü bilgilerle normal karşılanabilir, çünkü bu bilgiler yoktu ve kendisinin müthiş yabancılaşma teoreminden daha sonra pragmatik analizlere doğru kaydığını görmekteyiz.

Bizler sürekli ve hızlıca yabancılaşarak şu an dediğin kanıksamayı sağlamış durumdayız. Hem bir kader olarak algılanma hem de iktidar araçlarının veya parasal sistem düzeninin kurduğu tahakkümle kendimizi de meta haline sokmuş durumdayız.

 Bu nedenden dolayı, öleni de kanıksıyoruz, "onun yerine ne de olsa bir başkası gelir" diyoruz. Bu duygu ve akıl düşüncesi ile içine hapsolduğumuz cendereden bir an önce  acilen kurtulmamız, var olma sorunumuz.

 Uzun soluklu bir çalışmaya imza atmışsınız aslında… Ama verdiğiniz bilgilere bakarsak bu iktidar odaklarının çok hoşuna gidecek bir durum değil?

Beş yıl boyunca çalıştım. Fakat bu bilginin iktidarına soyunanlarca dolaşıma sokulacağına çok az ihtimal veriyorum. Çünkü kendi kurduğu ideolojik sisteme zarar gelmesini istemez. Halbuki benim çalışmama benzer kim bilir ne çok çalışma vardır. Tüm bu çalışmaların yoğun ve hızlı biçimde yayılması, özellikle hikâyesine ve geleceğine meraklı olan herkese ulaşımı şarttır. Bu tür yeni bilgilerin, talepleri netleştireceği gibi hedefe varma ve örgütlenme için çok ciddi bir enerji sağlayacağı malumdur.

Biz hukukçular bu adalet mekanizması dışında yeni araçlar ve talepler ile yeni hukuk metinleri oluşturmak gibi bir cesarete sahip değiliz. Çünkü var olan düzen böyle kabul edilir; bir formül verilmiş, biz de bu formülle hareket etmek zorundaymışız gibi bir davranış içindeyiz… Muhafazakârız ve her şeyi bildiğimizi sanırız.

Taşlaşmış yapısal hukuk sistemi içindeyiz, bu taşlaşmış hukuk sistemi insanın her türlü yaşamını tahakküm altında tutuyor… Onun için binlerce kişiye uygulanan yargılama değil tutuklama prosedürü sistemi mevcut.

 Bu yüzden bu ülkenin hapishaneleri çoğalıyor… Hitit Hukuku’na baktığımızda var olan hapishaneler bile kullanılmıyor?
4 bin yıl önce hapishaneler var ama kullanılmıyor… Kullanılmamasının nedeni de bir tercih, dünya tercihi. Tüm bunların tekrar sorgulanması gerekiyor; hem hak arayışı içinde olanların, hem kimlikleriyle derdi olanların yeniden bakması gerekiyor.

 Suç ve ceza kavramı bugün çok farklı boyutlarda… Bu kavramların da karamsarlığa ittiğini düşünüyor musunuz?
İslami kesimde belli dertleri olan kesimler bu nedenden dolayı çok daha enerjiyle hareket etti. Diğer kesimlerde, muhalif kesimlerde bunu çok az görüyoruz. Belki bütün umutlarını Doğu Bloku öncesindeki dengelerle, o ülke siyasi liderlerin kendi dönemleri içindeki pragmatik teorilerine dayandırdıkları için… 1990’dan sonraki sosyal toplum düşüncesi, sosyalizm gibi düşünceler büyük bir karamsarlığa dönüştü. Dünyada da genel olarak "bu iş böyle gitmez" şeklinde bir önerme ve bir dayatmayla bu durumun propagandası da çok yapıldı.

HAPSETME BİR KİN HUKUKUDUR. YANİ MODERN KISASA KISASTIR

 Türkiye’de hapishaneler meselesine gelirsek... Başbakan yeni cezaevleri öneriyor; Adalet Bakanı, Urfa’da çıkan isyanla ilgili daha çok cezaevi yaparak sorunu çözeceğini iddia ediyor… Mesele sistem sorunuysa bunun karşısına daha güçlü önermelerle çıkmak gerektiğini mi savunuyorsunuz?

Başbakan yatırım olarak Diyarbakır’da hapishane öneriyor, bu bir sürprizse, halimiz vahim!

Özellikle ceza yargılanmasında ilgilenen, bunun mağduru olan tüm herkesin çok radikal bir şekilde sistemi eleştirmesi gerekiyor. Mesela sol, muhalif kesimler bile bugüne kadar topluma tahakküm eden sistemi eleştirirken; ona benzer kurumlar üreterek  sözde alternatif önermeler sunuyor.

Hapishaneye karşı hapishane, hapse karşı hapsetme… Aynı araçlarla, aynı muhalif araçlarla, yani onların benzer kopya önermeleriyle bu iş olmaz. Tüm muhalif olanların hapishanelere karşı olması lazım.

Bir ceza olacaksa bunun karşılığı hapsetme değildir. Hapsetme bir kin hukukudur. Yani modern kısasa kısastır… Hatta daha ötesidir. Eski ölüm cezalarının yerine bu kadar çok yoğun hapsetme de bu yüzdendir.

Muhaliflerin, daha farklı, daha insancıl, daha doğacı kavramlarla muhalefetlerini sürdürmesi gerekmez mi artık? Bizler yeni önermeler sunamadığımız için eleştirilerimiz de sönük, zayıf ve iddiasız kalıyor. Kendisini hapseden sistemi o da aynı ceza ile cezalandırmayı düşünüyor, "Sıra size gelecek” diyor; önerme bu, bu yaklaşımla bu sitem dönüştürülemez. Daha radikal, daha insancıl önermeler sunmak lazım.

Mesela Urfa'da, hapishanede yanan ve öldürülen onlarca mahpus, kayıtlara sayısal bir istatistik olarak geçti. Çünkü Urfa’daki gibi onlarca hapishanede, binlerce kişi bu kindar sistemin kurbanı olarak patlamaya hazır. Öyle ki, gözü kararmış bir yargı sistemiyle karşı karşıyayız… Dolu hapishanelere dahi 3 -4 katı insan doldurmayı marifet ve yargılama sanıyor.

Geçmişten bugüne hukukun geldiği sefaleti okumak istemeyenleri ve özellikle tutuklamaların verilmesinde etkisi olan savcı ve hâkimleri çok değil, şöyle bir hafta o hapishanelerde yatırmak işe yarar mı bilmiyorum…