RAGIP ZARAKOLU / DEMOKRAT HABER

Kimi liberal tarihçiler, 1915’te yaşanan olgunun bir soykırım olduğu noktasına geldiler sonunda. İnsanlığa karşı işlenen suçu, bir şekilde Osmanlı’nın üstüne yıkarak, bu suçun sorumluluğunu ve bu “kirli iş”ten modern Cumhuriyeti arındırmak olarak da anlayabiliriz bunu.

Bunu yapmak, aslında 1918 Mütarekesi ile 19 Mayıs 1919 tarihleri arasında mümkündü. Osmanlı Parlamentosu buna ilişkin bir soruşturma başlatmıştı (1). Öte yandan savaş yıllarını hapis ve sürgünde geçiren, mütareke dönemi kabinelerinde Kültür ve İçişleri bakanlıklarında bulunan Ali Kemal, daha da ileri giderek, Ermeni Patrikliği’nin yaptığı suç duyurusundan sonra (2), 1915 soykırımını bilfiil örgütleyen zanlıların tutuklanması kararının altına imzasını attı.

Savaş döneminde stratejik yerlerde aldıkları görevleri itibariyle tanımlayacak olursak, Muhacirin Dairesi Başkanı Şükrü Kaya, Bitlis/Muş ve Halep Valisi Abdülhalik Renda, Diyarbakır Valisi Dr. Reşit Bey, Sivas Valisi Ahmet Muammer Bey, İstanbul Emniyet Müdürü Ahmet Faik Bey, dönemin İstanbul Merkez Komutanı Miralay Ahmet Cevat Bey, Merzifon Kaymakamı Faik Bey, Almanların istediği “cihat” fetvasını imzalayan Şeyhülislam Ürgüplü Mustafa Hayri Bey, Diyarbakır Valisi İbrahim Bedrettin Bey, İçişleri Bakanı İbrahim Canbulat, Sivas Valisi Mehmet Sabit, Ankara Valisi Tahir Cevdet Bey, Tokat Valisi Süleyman Sudi Bey, Siyasi Şube müdürü Tevfik Hadi Bey, İzmir Valisi Rahmi Aslan Bey, Of Mutasarrıfı Mustafa Asım Bey, İaşe Bakanı Kara Kemal, Meclis Başkanı Halil Menteşe, dönemin başbakanı Sait Halim Paşa, ideolog Ergani-Maden Mebusu Ziya Gökalp, Erzurum ve Şam Valisi Tahsin Uzer, Teşkilatı Mahsusa’dan Kara Vasıf, daha sonra İstiklal Mahkemeleri’nin başına geçirilen Ali Çetinkaya, Kürt aşiret reisi Ali Seyit Bey, Halep ve Antep Mebusu Ali Cenani Bey, Teşkilatı Mahsusa kurucularından Ahmet Eşref Kuşçubaşı, 1915’te uygulanan planlı soykırımı örgütleyen başlıca zanlılar arasındaydı.

Burada, insanlık karşısında görevini yapmayan ise İngiliz emperyalizmiydi. Çünkü 1915’te acımasız bir soykırım sürdürülürken, İtilaf devletlerinin öncüsü olan İngiliz ve Fransız hükümetleri, bunun İttihatçı sorumlularını işaret ederek, “insanlığa karşı işledikleri suçtan” ötürü yargılayacaklarını dünya kamuoyuna ilan etmişlerdi. Bu belki de bir çeşit erken “Nürnberg mahkemesi” örneği olacaktı. Gerek, o dönem Ermeni halkını temsil eden Patriklik, gerek o dönemin meşru Osmanlı Hükümeti üstüne düşeni yaptı. Görevini yapmayan Londra oldu. İngiltere, stratejik çıkar uğruna, insanlık karşısında kendisinin 1915 yılında deklare ettiği “uluslararası hukuk misyonunu” sattı.

Mustafa Kemal’in de 1918 kışındaki tavrı, İttihatçıların “suç” işlediği doğrultusunda gelişmişti. Çünkü o da İngilizlerin İttihatçıları cezalandıracağına inanıyordu. Çıkardığı gazetede bunu açıkça deklare ediyordu. Hatta, İngilizlerin onayı ve padişahın desteğiyle Karadeniz bölgesine yollanılmasının nedeni, o dönemde Alman işbirlikçisi olarak gördüğü İttihatçılara tavırlı olmasıydı. Görevi ise, Topal Osman benzeri çetelerin şerrinden Rumlar ve diğer bölge halkının korunmasını sağlamaktı.

Tarihin garip tecellisi Ermeni Devrimci Federasyonu (EDF-Taşnaktsutyun) öncülüğünde bağımsızlığını ilan eden Ermenistan’ı hemen tanıyan İstanbul Hükümeti iken, onunla Kazım Karabekir komutasındaki tek düzenli ordu ile savaşan Ankara Hükümeti olacaktı.

Parlak bir gazeteci olan Ali Kemal, gazeteci arkadaşları İttihatçılar tarafından vurulduğunda, İttihatçı anlayış ile sonuna kadar mücadele edeceğine ant içmişti. İttihatçıların gittikçe daha yoğun biçimde Ankara’da toplanması, onu ülkenin geleceği konusunda daha da endişeli kılıyordu. Ona göre, eğer İttihatçıların maceracı politikaları devam ederse, Türk için vatan diye bir şey kalmayacaktı. Ankara’daki bu kadrolaşmadan sonra Mustafa Kemal’in de 1915’te yaşananlara ilişkin tavrı değişmeye başladı. İngilizlerle pazarlıklar sonucu, 1922’de Yunanlıları yalnız bırakırken, bir yandan da yargılayacağını ilan ettiği “savaş suçlularını” serbest bırakıyor, bunların çoğunluğu soluğu Ankara’da alıyordu. 1921’de, İstanbul Askeri Mahkemesi’nin Talat, Enver ve Cemal paşalar, Dr. Bahaatin Şakir, Cemil Azmi Bey hakkında verdiği idam kararının “infazı” tarihin garip bir tecellisi olarak, eski müttefikleri EDF’nin fedailerine nasip olacaktı. EDF’nin İttihatçıların karizmatik liderlerini infaz etmesi, aslında 1921’e kadar endişeli olan Mustafa Kemal’in elini rahatlatacaktı. Endişelerinde haklı olduğu ise, İzmir suikastı girişimiyle doğrulanacaktı. Suikast sonrasında yaptığı açıklamada, bunların Ermeni kıyımının sorumlusu olduklarını son kez telaffuz edecekti.

Ali Kemal’e dönecek olursak, 2000’li yılların ikinci yarısında hareketlenen “kaos” planları, Hrant Dink suikastıyla zirveye tırmanırken, boy hedeflerinden birinin de gazeteci kimliği ile Basın Müzesi’nde “Basın Şehitleri” galerisinde hak ettiği yeri çoktan almış olan Ali Kemal seçilmesi tesadüf değildi.

Pontos’u ve Koçkiri köylerini yakıp yerle bir eden, daha sonra İzmir’in yakılmasını planlayan Sakallı Nurettin Paşa, Eylül 1922’de İzmir Rum Ortodoks Metropoliti Hrisostomos Kalafatis’i, Fransız bahriyelilerinin sözde koruması altında, sokak çetelerine linç ettirecekti. Yaklaşık iki ay sonra ise, Ermeni soykırımı zanlılarını tutuklattığı için “Artin Kemal” diye anılan Ali Kemal, Beyoğlu’nda gün ortasında kaçırıldı ve İzmit’te Sakallı Nurettin Paşa tarafından yine sokak çetelerine linç ettirildi.

İstanbul’un geleneksel Türk semti Süleymaniye’de doğan Ali Kemal, Çankırılı Mumcular Kâhyası Balmumcu Ahmed Efendi’nin oğluydu. 1882’de Mekteb-i Mülkiye’ye girdi ve burada okurken şiirler yazıp, dergi çıkardı. Asıl ismi Ali Rıza iken yazdığı yazılar ve şiirlerinde Ali Kemal adını kullandığından bu isimle tanındı. Fransızcasını ilerletmek için 1887’de Fransa’ya gitti. Paris’te II. Abdülhamid’in muhalifleriyle temas kurdu. Daha sonra bir süre Cenevre’de bulunduktan sonra 1888 baharında İstanbul’a döndü. Bir öğrenci derneği kurdu (bu devrimci gençlik hareketi tarihi bakımından önemli ilklerden), ve bu yüzden dokuz ay hapis yattı. Hapisten çıktıktan sonra 1889’da Halep’e bir çeşit sürgün memur olarak tayin edildi.

1895’te Paris’e kaçtı. Orada İkdam gazetesinde muhabirlik yaptı. Jön Türk hareketine katıldı. Mizancı Murad ile birlikte hareketten ayrıldı. 1900’da Kahire’ye gitti. 1903’te Londra’da bir İngilizle evlendi. Meşrutiyetin ilânından kısa bir süre önce 1908’de İstanbul’a döndü ve İkdam gazetesinin başyazarlığını yapmaya başladı. Mülkiye’de siyasi tarih, üniversitede ise Osmanlı tarihi dersleri verdi. Partilerin kurulmaya başlamasıyla ilk kurulan parti olan Ahrar Partisi’ne girdi.

Ali Kemal, İkdam’da otoriterleşmeye başlayan İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni eleştiren yazılar kaleme aldı. Liberal eğilimli Serbesti gazetesi başyazarı Hasan Fehmi Bey’in Galata Köprüsü’nde öldürülmesi üzerine, İttihatçılar aleyhine daha da ağır yazılar yazdı, derslerinde yaptığı konuşmalarla üniversite öğrencilerini hareketlendirdi.

Bir süre sonra ölüm tehditleri nedeniyle Londra’ya yerleşti. Orada muhalif bir dergi çıkardı, ancak dergisi Türkiye’de yasaklandı. 1912’de İttihatçılar iktidardan uzaklaşınca İstanbul’a dönüp, yeniden İkdam’da başyazar olarak yazmaya devam etti. Fakat altı ay sonra İttihatçıların hükümet darbesinden sonra Ali Kemal Viyana’ya sürüldü. Üç ay sonra İstanbul’a döndü ve bir süre suskun kaldıktan sonra Peyam gazetesini çıkarıp yine muhalefete başladı. Baskılar sonucu Peyam’ı kapatmak zorunda kaldı.

Ali Kemal, İttihat ve Terakki yönetimi döneminde gazetecilik yapamadığından, savaş yıllarında öğretmenlik yaparak geçinmeye çalıştı. Mondros Ateşkes Antlaşması sonrası yargılanmamak için Almanlarla üst düzey İttihatçı yöneticilerinin yurtdışına kaçmasının ardından Ali Kemal siyasete atıldı. Hürriyet ve İtilâf Partisi’nin genel sekreteri oldu. İkinci Damat Ferit Paşa hükümetinde içişleri bakanı oldu.

“Savaş suçu” zanlısı üst düzey İttihatçı yöneticiler onun bakanlık döneminde tutuklandı. Ali Kemal, hükümet içinde çıkan bir anlaşmazlık yüzünden istifa edip, Peyam gazetesini yeniden yayımlamaya başladı. Yazılarında Ermeni tehcirine de yer verdi. Milli Mücadele’de yer alan İttihatçıları eleştiren yazıları yüzünden yandaş öğrencilerce protesto edilince Darülfünun’daki hocalık görevini bıraktı.

Ali Kemal, Milli Mücadele’yi İttihatçı bir hareket olarak gördüğünden Mücadele’nin muhalefetini sürdürdü. Ancak 10 Eylül 1922’de “Gayelerimiz Bir İdi ve Birdi” başlıklı bir yazı yazarak yanıldığını söyledi. Ama bu, hakkında verilmiş olan yargısız infaz kararının uygulanmasını engellemedi.

Dünyada soykırım kurbanlarına sahip çıkan vicdanlı insanlar için oluşturulan dürüstler bahçesinde Ali Kemal’in de yerinin olması gerekli. Hatta onun adı, Ermenistan’ın başkenti Yerevan’daki Soykırım Müzesi’nde, Anatole France’ın, Arnim Wegner’in, Morgenthau’nın isimlerinin yer aldığı duvara konulmalı.

Ali Kemal, düşüncelerini ve eleştirilerini hiç çekinmeden cesaretle yazıya döktü. İlkeli ve dürüst bir insandı. Bedelini hayatı ile ödeyecek kadar…

_______________

(1)    Bk.: Vahakn N. Dadrian, “Ermeni Soykırımı Faillerinin Türk Askeri Mahkemelerinde Yargılanması”, Toplu Makaleler Kitap 1: Ermeni Soykırımında Kurumsal Roller”, s. 239-318, Belge Yayınları 2004.

(2)    Bk.: Sait Çetinoğlu, Patrik Zaven’in Ermeni Soykırımı Örgütleyicilerinin Listesi, Pêrî Yayınları, İstanbul 2011

_______________

Yayına hazırlayan HRANT KASPARYAN