Kare Sanat Galerisi'ndeki "Subliminal Manzaralar" sergisi devam ediyor. 3 Nisan'a kadar sürecek olan sergide Mewhish Iqbal'in kadın ve çocuğun günümüzdeki konumuna odaklanan baskı ve tekstil çalışmaları yer alıyor.

Raşit Mutlu, Iqbal'in sergisi üzerine bir yazı kaleme aldı. Mutlu'nun "Subliminal, Arkeik, Güncel Manzaralar" başlıklı yazısı şöyle:

Londra’daki Victoria & Albert Müzesi önünde uzun süredir asılı olan bir slogan: "Tarih silahtır." İlk bakışta radikal bir söylem gibi görünse de günümüzün siyasal ve sosyal yapısını anlamak yolunda sade ve bir o kadar da güçlü bir ifade. Tarih, elbette muzaffer olanın elinde tuttuğu güçlü bir silahtır; onu kullanarak ötekileştirdiği toplumları, anlayışları yok etmiş ve kendi kanununu oluşturmuştur. Hal böyle olunca tarih yazımının bir parçası olan sanat tarihinin de eşitlikçi bir tonda yazılmasını bekleyemeyiz. Linda Nochlin, "Neden hiç büyük kadın sanatçı yok?" diye sorarken de aslında tam da bu konuya dokunmaktaydı. Sorun aslında "büyük" kadın sanatçının olmaması değil, tarih yazımı pratiğinin erk tarafından sistematik şekilde kadını hafızadan silmesi yöntemidir.

Pakistan doğumlu, Avustralyalı sanatçı Mehwish Iqbal de bugün bile bittiğini iddia etmenin imkansız olduğu ötekileştirme süreci içinde kadın olmanın, kadın olarak doğmanın ne anlama geldiğini anlatmaya çalışıyor. Zaman zaman kendi tecrübelerinden kimi zaman ise etrafındaki manzaralardan etkilenerek ürettiğini ifade ettiği bu çalışmalarında kadın ve çocuk kimliklerini sorunsallaştırıp bu kimliklerin sosyal yansımalarını inceliyor.Tüm bunlar bir araya geldiğinde ise, bu çifte standardın sanıldığı gibi belirli bir topluma ya da zamana değil her yere ve şimdiye ait olduğu sonucuna varan sanatçı, önyargının ve eşitsizliğin "medeni dünyanın" en önemli simgesel yapılarından olan müze, galeri gibi kültürel kuruluşlarda da kendini gösterdiğine işaret ediyor. Nitekim Guerrilla Girls, Where We At gibi sanatçı kolektiflerinin içinde bulundukları sergi ve pratikler de sorunun evrenselliğini kanıtlar nitelikte.

Iqbal’in sözü geçen sorunlar ile ilgilenirken aynı zamanda doğaya ait canlıları kullanması da bir tesadüften öte bilinçli bir tercihi yansıtmakta ve doğayı insan yaşamını anlamak için adeta bir metafor olarak kullanmakta. Böylece, Sübliminal Manzaralar sanatçının Avustralya doğasında yaşadığı deneyimlerden ve insanın doğal çevresi ile olan "garip" ilişkiden ilham alıyor ve eserlerdeki hayvan, güve, böcek figürleri cinsellik, doğum, yaşam, ölüm, dönüşüm gibi kavramlara göndermeler yapıyor. Aynı zamanda parçalar halinde bir araya gelmiş, dağınık gibi görünen hayvan sembolizminin toplumsal yapının aksaklıklarını betimlemesi, sanatçının kurduğu insan – doğa birlikteliğini daha anlamlı kılan yapılara dönüştürüyor. Doğada varoluş şekilleri ile herhangi bir sosyal ya da politik bağlamı olmayan hayvanın eserlerdeki sembolik kullanımı ise, yine dil ve onun türevleri ile oluşturulan sosyal yapının parçalarını ortaya koymakta. Böylece Iqbal oluşturduğu görsel dil ile varolanı yıkıp yerine bir yenisini koymaktansa, şeylerin düzenini anlamayı ve dolayısıyla da anlatmayı amaçlıyor. İnsan - doğa arasında kurulan bu ortaklık ise ilkeli ve bilinçdışına ait olanı ya da Jung’un deyimiyle arketipi ve kolektif bilinçdışını temsil eder. Bu açıdan Iqbal’in  Sübliminal Manzaralar’ı kolektif bilinçdışında var olan fakat doğrudan ve yalnızca bireye ait olmayan deneyimleri yansıtan bir seri olarak da ele alınabilir. Sanatçının malzeme ve teknik seçimi de çalışmalarının içeriği ile paralellik gösterir şekilde, serigrafi, gravür, kolografi gibi bir çok baskı tekniğini boya ve kolajla bir araya getiren Mehwish Iqbal aynı zamanda kullandığı yarı saydam kağıtlar, elbise patronları aracılığı ile de medyumun kırılganlığına ve hassaslığına atıfta bulunuyor. İşlerdeki detaylı işlemeler ve karmaşık çizimler sanatçının zanaat ile olan ilişkisinin yanı sıra katmanlar oluşturarak sosyal altyapıyı, geleneği ve dogmayı sorgulayan görsel bir dile işaret ediyor.

Görsel anlamda sıklıkla tekrar eden bir diğer tema ise giysiler. Iqbal’in elbise patronlarını hem eserlerinin malzemesi hem de giysiyi tema olarak kullanması medyum ile anlam arsındaki sıkı ilişkiyi gösteriyor. Bunun yanında kendi ifadesiyle giysi ‘bireylerin sosyal, kültürel ve politik geçmişlerine dair ipuçları veren manipulatif bir rol ediniyor ve bu yönüyle de giysi Virginia Woolf’un hikâyelerinde, romanlarında görmeye alışık olduğumuz şekliyle, toplumsal yapının, kalıpların ve ‘medeniyetin’ simgelerine dönüşüyor. Iqbal ise ‘manipülatif’ olarak tanımladığı bu kalıpları çözmeye ve parçalarına ayırmaya çalışıyor. Seride üstünde durulması gereken bir diğer nokta da sanatçının gerek hayvan figürlerini gerekse giysileri oluşturma sürecinde kullandığı renk, desen ve çizimlerin kağıt üzerinde adeta soyut bir ifade yaratıyor olması. Bu teknik sanatçıya, doğa aracılığı ile ifade etmeye çabaladığı insanın istikrarsız ve karmaşık yapısını gösteren görsel bir dil kazandırıyor. Bir başka ifade ile renkler ve desenler materyalliklerinin ötesinde anlamlar ifade eden bir yapının parçaları oluyor. Bu da, daha önce de ifade edildiği üzere, sanatçının el emeği ile olan ilişkisini öne çıkarıyor. Tam da bu noktadan alıp toparlamak gerekirse, yeniden feminist teoriye dönmek yerinde olacaktır. Zanaat ve sanat arasında yapılan bu ayrımın Iqbal’in işlerinde silikleşmesi, feminist sanat tarihi eleştirisinin tarih boyunca kadın emeğinin küçümsenip sanat tarihi dışında bırakıldığına yönelik tezine hiç de rastlantısal olmayan bir paralellik gösterir.

Son sergisinde Iqbal, iddia ettiği gibi insanın karmaşık, kararsız ve ikircikli yanına hitap ediyor ve ilkel fakat bir o kadar güncel meselelerden, kişisel ama öte yandan bir o kadar kolektif deneyimlerden ilham alıyor, bilinçdışından günlük hayata taşanı Sübliminal Manzaralar ile izleyiciye sunuyor.

Adres: Abdi İpekçi Cad.  Ada Apt. No:22/8 K:2 - Nişantaşı / İstanbul