Türkiye hükümeti, “Kürt meselesi” nezdinde bütün devlet kurumlarını hukuk dışı bir alanda örgütlemeye devam ederken buna karşılık Kürt Coğrafyasında hukuk ve adalet mücadelesi de sürüyor. Hükümet, hiçbir hukuki zemininin bulunmadığı artık apaçık ve aşikar olan “sokağa çıkma yasağı” uygulayarak bütün bir Kürt coğrafyasını “toplama kampı”na dönüştürüyor. Avukatlar ise hukuki zemini tüm açıklığı ile ortaya koyarak ülkede çalmadık savcılık ve mahkeme kapısı bırakmıyorlar, yerel savcılık teşkilatlarından Anayasa Mahkemesine kadar başvurarak bıkmadan usanmadan ve ısrarla görevlerini yapmaya davet ediyorlar.

Fakat, Heyhat! Türkiye Yargısı gerçekten çağrıldığı hiçbir yerde bulunamadı bugüne kadar! Yargı kurumlarının olağanüstü sessizliğini yırtan ise ne yazık ki İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin, üç parlak ve ısrarlı adalet taşıyıcısı arkadaşlarım Av. Oya Aydın, Av. Neşet Giresun ve Av. Erkan Şenses'in başvurusu üzerine Türkiye hükümetine verdiği sorular oluşturuyor. İHAM’ın sorduğu sorulara biz cevap verelim;

1- Türkiye’de bugün uygulanan sokağa çıkma yasağının hiçbir hukuki temeli yoktur. Geçerli ve yürürlükteki hukuk düzenine göre Olağanüstü hal veya sıkıyönetim ilan etmeksizin sokağa çıkma yasağı uygulayamazsınız. Bazı eblehler İç güvenlik yasa paketi ile sokağa çıkma yasağının kabul edildiğini iddia etmektedirler. Fakat, onların diplomaları derhal ellerinden alınmalıdır…

2- Fiili bir durum olarak uygulanan sokağa çıkma yasağı sürecinde halkın yeterli sağlık, yiyecek, elektrik ve su ihtiyaçlarına ulaşabilmesi için “beyaz bayrak açması” bile yetmemektedir…

3- Devlet, hukuki değil sadece ve sadece askeri önlemler almaktadır ve bu iç savaşın içindeki sivil taleplerini karşılayacak hiçbir hizmet tanımı ve uygulamasına da sahip değildir. Bu yönden sorgulandığında da, PKK şiddetini gerekçe göstermekte ve böylece kendisini bir şiddet örgütü ile eşitleyecek bir açıksözlülük sergilemektedir…

Cevaplar kısaca bunlardır. Ama bu meselenin daha üzüntü verici yanı Türkiye yargısının yaşadığı bu acıtıcı imtihanıdır. İHAM’ın sorduğu hiçbir soruyu soramamıştır. Türkiye’nin hukuk ve yargı alanının bu konuda kendiliğinden adil bir karar üretememesi, buna ilişkin bir denetim ve sorgulama geliştirememesi bu ülkenin bütün hukukçuları açısından bir utanç konusudur. Bu durum, Kürt meselesi bağlamında, Türkiye hukuku ve yargısının tam anlamıyla sınıfta kaldığının kanıtıdır. Artık “Milli Adalet” iflas etmiştir… Şimdi bir de İHAM’a bakalım…