İSTANBUL - Emek Özgürlük ve Demokrasi Bloğu’nun desteklediği İstanbul İkinci Bölge Milletvekili Adayı Sırrı Süreyya Önder, Meclis’e girmesi halinde, grup disiplini çerçevesinde kendisine verilecek her görevi yerine getirmekle birlikte, kendi yöntemleriyle de egemenlerin kirli maskesini teşhir edeceğini ve gülünç duruma düşüreceğini söyledi. Seçmenlerine de seslenen Önder, ‘oğlun gibi ever, kızın gibi gelin et’ sözünü hatırlatarak, “Biz bu halkın gerçek umudu ve yarınları olarak Meclis’te olacağız. Tek istediğimiz bizi evlatları gibi görmeleridir” dedi.

Birbirinden farklı çevrelerce sıkı bir şekilde takdir edilen ve destek alan, BDP’nin de desteklediği bağımsız adaylardan biri de yönetmen-yazar Sırrı Süreyya Önder.

Türkiye, Sırrı Süreyya Önder’i senaryosunu yazdığı, oyunculuğunu ve yönetmenliğini yaptığı Beynelmilel filmiyle tanıdı önce.

Önder, çeşitli gazetelerde yazdığı yazılarıyla da dikkatleri üzerine çekerken, şimdi de Emek Özgürlük ve Demokrasi Bloğu’nun İstanbul İkinci Bölge Milletvekili Adayı olarak halkın huzuruna çıktı. Özgür Gündem gazetesinde köşe yazarlığı yapan Önder’le, siyasete atılma nedenlerini, çalışmalarını, Türkiye siyasetini ve Meclis’te üsteleneceği rolü konuştuk.

*Kamuoyu sizi sinema ve sanat disiplinlerindeki üretimlerinizle tanıyordu. Siyasete atılmak hangi ihtiyaçlardan ortaya çıktı?

- Sol koordinatlarda duran, durmaya özen gösteren ve bütün üretimi politik olan bir insanım. Koordinat olarak da solda duran biriyim. Bu dönemin iki açıdan özel olduğunu görüyorum. Birincisi, ilk defa son 7 yıldır aşağı yukarı denenen, tökezlenen ama yürüyen bir ortaklaşma süreci var. Bu ilk kez bir seçim ittifakı olmasının ötesine taşındı ve bir stratejik ortaklık hedeflendi. İkincisi, savaş artık bir halkın var olması, yok olması noktasına evrildi. Bu anlamda siyasal alanda millete dayatılan anayasa, özgürlük vaadiyle kotarılan anayasa, üç ay geçmeden bütün dikişlerini patlatmış durumda. Yeni dönemde bu mesele birincil gündem maddelerinden biri olacak. Tüm bunlar ışığında bu ittifak üzerinde ortaklaştığı insanlardan biri ben oldum. Bana bu söylendi. Bu sorumluluğu, görevi üstlenmem istendi. Bu anlamda kayıtsız kalamazdım, kalmadım.

TÜRKİYE SOLU İLE KÜRT HAREKETİ

* Türkiye’nin sosyalist-devrimci hareketine baktığımızda, geçmişle bugün arasında özellikle Kürt sorununda farklı bir paralele girme durumunun söz konusu olduğunu görüyoruz. Ulusalcı ayrım net bir şekilde görülebiliyor. Bunun içinden bireysel ya da küçük çaplı grup çıkışları oluyor. Sol ve Kürt hareketi arasındaki durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Bunu sadece bireysel isimlerle sınırlamamak lazım. Aslında bir ayrışma yaşandı, bu da sürpriz değil. Bütün halkların tarihinde bu ayrışma hemen her coğrafyada yaşanmış, tarihin her döneminde benzer bir seyir izlemiştir. Dolayısıyla bu ayrışma yaşanacaktı. Savaş koşulları bu hesaplaşmanın çok daha hızlı olmasına sebep oldu. Ben ulusalcı bir çizgiye evirilen siyasal yapılardan da umudu kesmemek gerektiğini, onlara ısrarla anlatmak ve göstermek gibi bir görevimizin olduğunu, bu konudaki üslup ve yöntemleri çok gözeterek seçmemiz gerektiğini düşünenlerdenim. Çünkü orada bugün bulunulan noktalar ne olursa olsun, bir devrimci mücadele tarihi ve bir sol siyasal zeka, birikim durmakta. Bizim en doğal tabanımız ve ittifakımız olabileceklerin ilk başında gelen kesimler. Biraz buna çaba sarf etmek, bundan hiç elimizi ve emeğimizi eksik etmemek gerektiğini düşünenlerdenim. Kendimi burada konuşlandırmamın da bir yandan böyle bir amaca hizmet edeceğini düşünüyorum. Böyle bir anlamı olması lazım diye düşünüyorum.

“KOORDİNATLARINI TEŞHİR ETTİM”

*Adaylığınızın kesinleşmesiyle medya başta olmak üzere, birtakım eleştiriler aldınız. ‘Her şey iyi ama keşke Kürtlerin adayı olmasaydı’ anlamına gelen söylemler dillendirildi. Bu söylemleri nasıl karşıladınız?

- Şimdi yadırgatıcı değil eleştiriler. Hatta tam tersine övgüler yadırgatıcıdır bir miktar. Eleştirilerden rahatsız değiliz. Eleştirinin çok daha gerçek olduğuna inananlardanım. O anlamda bir yönüyle kendi koordinatlarının teşhir edilmesi işlevi gördüğüme inanıyorum. ‘Bana ne olacak ki, beni oradan vuramazlar. Niye Kürtlerin yanında durayım’ deniyor. Ben dünya halklarının mücadelesini savunan bir insanım. Onlar insanların güncel meseleler hakkında fikir bildirmesini sıkıntılı bulmuyorlar, fakat böyle kalıcı ve net şekilde yan yana duruşlar onların yürütmekte oldukları bu kara propaganda politikalarını sekteye uğratıcı bir şeydir. Bunun izahını yapamıyorlar. Öyle olunca da saldırı gelmesi gayet doğal.

‘HALKIN GÖZÜNÜN ÖNÜNDE YAŞAYAN İNSANLARIZ’

* Ankara siyaseti, kasetler ve liderlerin seçim meydanlarındaki etik dışı üslupları ile deyim yerindeyse zıvanadan çıktı. Yaşanan bu kirlilik sizi korkutuyor mu? Böyle bir mindere çıkmakla eş değer değil herhalde sizin Ankara’ya gidişiniz?

- Hüseyin Avni Ulaş diye siyasal liberallerin babası olan biri var. Der ki, ‘Ben devletin gücünden değil, fitnesinden korkarım’. Bu tabi ki beni korkutur. Çünkü bizim alışkın olmadığımız bir minder orası. Ona dönük reflekslerimiz yok. Biz hayatı kendi algıladığımız ve kendi ahlakımıza uygun gördüğümüz şekilde yaşarız. Fakat bu tür operasyonların sunum biçimi, başını ve sonunu yok sayıp, manipüle ettiğin zaman, sonuç böyle sıkıntılı bir propaganda mertebesine dönüşebilir. Bize dönüşen, bunun bilincinde olup, daha büyük bir dikkatle yaşamak. Başkaca da bir önlemi yok. Biz bu dikkatle yaşayalım, öyle bir provokasyon olduğunda hesabını daha rahat verebiliriz elbet. Neyinden korkalım ki onun dışında. Biz yaşam tarzı olarak halkın gözünün önünde yaşayan insanlarız. Bugünden sonra da böyle yaşayacağız, ama üzerimizde biraz daha çalışılacak, bunu gönülden ve hatırdan uzak tutmamak lazım.

“KÜRTLER KORKU DUVARINI AŞTILAR”

- Çatışmalar şiddetleniyor. Sınır boylarında çoluk çocuk ceset arar hale geldi. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu yaşananları?

- Bir ara çok kullanılan bir slogan vardı, ‘Êdî Bese’ diye. Bu slogan ilk kez bu kadar görünür oluyor. Bu kadar ete kemiğe büründü. Kürtler artık topyekûn bir halk olarak, korku duvarını aştılar. Kimsenin kimseden nasihat dinlemeye mecalinin kalmadığı, kendi bildikleri gibi bir eyleyiş içine girme iradelerinin artık bir hayat memat meselesi olduğunun dayatıldığı fotoğraftır bu. Bunu hem Kürt devrimcilerinin, hem egemenlerin çok iyi okuması lazım. Kürt devrimcileri ve topyekûn hepimiz eğer halkın bu iradesini doğru okuyamazsak, ciddi ciddi halkın gerisine düşme tehlikemiz var.

“BLOK, EGEMENLERİ TELAŞLANDIRDI”

* Seçime doğru ortam iyiden iyiye gerildi. Seçime giderken ne tür kaygılar taşıyorsunuz? Seçimlerin güvenliği var mı?

- İki anlamda da seçim güvenliği bu topraklarda 40 yıldır hiç yok. Ama bu dönemin özel bir önemi var. İlk defa emekten, demokrasiden, özgürlükten yana olan bu kadar geniş ve gönüllü çevre yüksek bir coşkuyla yan yana durdu. Bunun egemenleri çok fazla tedirgin ettiğini, telaşa kapıldıklarını ve ne pahasına olursa olsun bu ortaklaşma halini tasfiye etmeyi amaçladıklarını düşünmek iddialı bir yorum olmaz. Gerçeğe en yakın şey budur. Bu birlikte durma halinden çok tedirgin oldular. Kürtlerin ulusal demokratik kimliklerine ve buradan kaynaklanan tespitlerine sahip çıkma biçimleri ve iradesi hiç bu kadar yaygın ve net olmamıştı. Bu iki şey onların seçimin bilinen anlamdaki güvenliğini, her türlü provokasyona uğratma için yeterli bir sebeptir ve böyle icra edeceklerdir.

“BANA DÜŞEN GÖREVİ LAYIKIYLA YAPACAĞIM”

* Geçtiğimiz dönem Ufuk Uras için sizin bugün arkanızdaki desteğin bir benzeri söz konusu oldu. Ortaklaşmanın her anlamda mana bulduğu bir durumdu bu. Siz Meclis’te kendi durduğunuz yerden önce nereyi bozma, ya da nereyi yapma yoluna gideceksiniz?

- Öncelikle şunu söylemek lazım, bu bir bireysel hareket değil, bir blok hareketidir ve bir manifestosu var. Seçimden sonra -tabi seçim olabilirse- bu bir grup disiplinine girecek. Hepimiz buna tabi olacağımızı deklere ederek katıldık. Üstelik de bize bunun dışında bir opsiyon tanındığı halde. Hepimiz böyle bir grup disiplini ile davranmayı kararlaştırdık. Grup disiplini demek bir sorumluluk ve işbölümü demektir. Öncelikle bu görev bölüşümünde bana ne düşecekse bunu bu günden kestiremem ama o görev her neyse onu layıkıyla ve bihakkın (iyi bir şekilde) yapmak birinci önceliğim. Ama onun dışında ya da bunu yaparken, aynı zamanda bu halk kitlelerinin dezenformasyonunu teşhir etmek en iyi yapacağım, en yatkın olduğum işlerden biriymiş gibi geliyor bana. Bu makyajı sökmek, bu maskeleri teşhir etmek, indirmek ve bir iki fiskeyle bunları gülünç duruma düşürmek benim aklıma gelen ve bugüne kadar yapageldiğim bir durum. Bu ittifakın bana vereceği görev her ne olursa olsun onu yaparken de böyle bir üslupla davranmak diye özetleyebiliriz.

SİNEMAYA DEVAM MI?

* Peki sinema ne olacak? Herhalde Meclis’te olduğunuz sürece sinema yapamayacaksınız?

- Valla arkadaşlar beni herhalde kandırdılar. Sinema yapabilirsin dediler, fakat sinema başka bir iş yaparken, bir yandan da yanında yapılabilecek bir iş değil. Bu sinemaya da haksızlık olur. Şartlar el verirse evet sinema yapmaya devam etmeyi isterim ama bu belki artık yönetmenlik olarak olmaz ama senaristlik olarak devam eder. Senaryo yazabileceğimi düşünüyorum. Zaten senaryolarımı hep başka işler yaparken yandan yazmak zorunda kaldım. En azından senaryo alanında bir kanalın hep açık olacağını tahmin ve temenni ediyorum.

* Seçim telaşesiyle her gününüzü, her saatinizi halkın içinde başka bir sahada geçiriyorsunuz. Bu sırada bir sinemacı gözüyle bakıyor musunuz çevrenize, neler dolduruyorsunuz heybeye?

Valla itiraf edeyim, bir iki gün böyle baktım başlangıçta. Sonra bana çok ayıp bir şey gibi geldi. O kadar çarpıcı ve köşeli bir gerçek alanının içerisine girdik ki, bu esnada bir yandan da sinemayı düşünmek olacak bir şey değildi. Sen de alanlarda hep bizimlesin o sarsıcılığa şahitsin. Orada çok daha başka sarsıcı durumlara gözümüz ve gönlümüz açık olmak durumunda. Öte taraftan zaten illa da sinemacı gözünün sürekli açık olmasına gerek yok. Sen farkında değilken sinemaya ilişkin bir sürü detay beyninde yer edinir, orada mayalanır ve zamanı geldiğinde bir bakmışsın ortaya çıkar.

“OĞLUNUZ GİBİ EVERİN, KIZINIZ GİBİ GELİN EDİN”

* Son olarak, seçmeninize neler söylemek istersiniz?

Meşhur bir atasözü vardır, ‘oğlun gibi ever, kızın gibi gelin et’. Bunun bambaşka bir anlamı var. Öyle cinsiyetçi bir söylem falan değil yani. Şimdi biz kendimizi bu halkın, ezilenlerin, yoksulların, yok sayılanların çocukları gibi görüyoruz. Onların gerçek umudu ve yarınları olarak mecliste olacağız. Tek istediğimiz bizi evlatları gibi görmeleridir. İşte o sözün karşılığı gibi o şekilde sahiplenmek, oğulları gibi evermeleri, kızları gibi gelin etmeleridir.

ANF