Öcalan, “Şu anda sorunun çözümü için AKP Hükümetinin bir barış kararının olması gerekir. Ama bütün gelişmeler gösteriyor ki hükümetin böyle bir barış kararı yok. Aksine AKP'nin amacı Kürtleri tasfiye etmektir” dedi.

BEN YARARLANMAYAYIM DİYE YASA ÇIKARMIYORLAR

Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede yazdığı son savunmalara değinen Öcalan, “Daha önce de belirttiğim gibi el yazımla 790 Sayfadan oluşan son savunmamın 5. cildini AİHM'ne gönderdim. Bu savunmama ek olarak ayrıca 2 sayfa daha yazmıştım, dilek ve temennileri içeriyor. Benim durumumun tam bir hukuk skandalı olduğunu AİHM'in de artık anlaması gerekiyor. AİHM oyunlara gelmemelidir, bazı siyasi ittifaklar olabilir ona bir şey demiyorum ama hukuk söz konusu olunca ilkeli olmak gerekir. Türkiye'de benimle ilgili bir şey söz konusu olduğunda tam bir hukuk oyunu sergileniyor. Geçenlerde bir yasa çıkacaktı öğrenci affıyla ilgili sırf ben yararlanmayayım diye yüz bin öğrencinin yararlanmasına engel oldular. Daha önce de buna benzer şeyler yaşandı, biliniyor, sırf ben yararlanmayayım diye kanunu çıkarmaktan vazgeçtiler. Benim infaz şartlarımı da AİHM iyi değerlendirmelidir. İdamı kaldırdılar ama ağırlaştırılmış müebbet hapis de idam benzeri bir uygulamadır. Benim durumum söz konusu olduğunda Türkiye kendi kanunlarını bile uygulamıyor.” dedi. Öcalan, şöyle devam etti:

15 ŞUBAT SOYKIRIM TARİHİDİR

“15 Şubat, Kürtlerin soykırım tarihidir. Sadece benimle ilgili değil. Şeyh Sait'le başlayan ve benimle devam eden Kürtlerin soykırım tarihidir. Cibranlı Halit onları daha önce yakalamışlardı, isyandan önce. Şeyh Sait'in öyle ayaklanma başlatma gibi bir hazırlığı da yoktu. Niyeti de yoktu. Bir komplo, bir provakasyon sonucu Şeyh Sait olayı gelişmişti.”

M. KEMAL ÇELİŞKİLERDEN YARARLANDI

“Mustafa Kemal esas itibariyle İngiltere'yle Sovyet Rusya'sı arasındaki çelişkilerden yararlanarak devleti yaşattı. Mustafa Kemal İngiltere'yle Rusya arasındaki çelişkileri ve bu çelişkilerin kaynağını iyi biliyordu. Sovyet'e dayanıyordu fakat İngiltere'ye de yaklaşan politikalar sergiliyordu. Aslında o dönem Rusya'yla İngiltere arasında Ortadoğu'da üç yeni tampon-ara-denge devlete izin çıkmıştı; Türkiye, İran ve Afganistan. Türkiye denge unsuru bir devlet olarak ortaya çıktı. İngiltere'de Türkiye'ye karşı iki farklı görüş vardı. Bir taraf Türkiye'yi kesinlikle istemeyen kesimdi. Bu kesim Türkiye'nin doğuşuna izin verilmemesi gerektiğini savunuyordu. Fakat George Lloyd 1922 Hükümet değişikliğiyle gitti, daha muhafazakar, ılımlı, Türkiye'nin doğuşuna izin veren kesim yeni Hükümetin başına geldi. İngiltere'deki bu yeni hükümet, Türkiye'nin kontrolü temelinde bir denge unsuru olarak ortaya çıkmasına izin verdi. Mustafa Kemal de kendisi anti komünist birisi olmasına rağmen Lenin'e ve Stalin'e dayanarak onların desteğini sağlıyordu, özellikle de Stalin'e dayanıyordu. Mustafa Kemal ömrünün sonuna kadar da bu iki devletin çelişkilerinden ve arasındaki dengeden yararlanarak yaşattı devleti.”

TÜRKİYE’NİN DOĞUŞUNDA YAHUDİLERİN KATKISI BÜYÜKTÜ

“Fakat İngiltere “imparatorluğumuzun Ortadoğu'daki yayılma politikalarına ilk çomak sokan Mustafa Kemal'dir” diyordu. Bu nedenle Mustafa Kemal'i hiçbir zaman affetmediler, etrafını kuşattılar. Mustafa Kemal de etrafının İngiliz yanlılarıyla kuşatıldığını biliyordu ve buna ses çıkarmıyordu. Mustafa Kemal'i böylece kuşattılar. İngiltere o dönem Türkiye'de Yahudilere destek sağlıyordu. Yahudilere Türkiye'nin şu an bulunduğu coğrafyayı yurt olarak gösteriyordu ve Yahudilere Yahudi devletinin burada kurulacağını söylüyordu. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti'nin doğuşunda ve sonrasında Yahudilerin çok büyük katkısı vardır. Yani aslında Türkiye Cumhuriyeti bir proto-İsrail olarak kuruldu, yani bir ön-İsrail devleti olarak kuruldu. Bunun için biliniyor ilk önce Anadolu'yu Hrıstiyansızlaştırdılar, Ermeni, Asuri ve Suryanileri fiziki soykırımdan geçirdiler. Hıristiyanlara yapılan soykırımla Kürtlere yapılan soykırım farklıdır. Hrıstiyanlara fiziki soykırım'da başarılı oldular ama Kürtler'de bunu tam başaramadılar. Bu nedenle Kürtlere fiziksel soykırımla birlikte ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel soykırım uyguladılar, hala uyguluyorlar.”

ÜÇ MÜTTEFİKİN CUMHURİYETTEN DIŞLANMASI GÜNÜMÜZÜN DE SORUNU

“O dönem Türkiye Cumhuriyeti'nden Kürtleri tasfiye ettiler. Fethi Okyar “ben elimi Kürt kanına bulaştırmam” dediği için tasfiye edildi, iktidardan düşürüldü, yerine İngiliz yanlısı İnönü Hükümeti ve Fevzi Çakmak ekibi getirildi. Bunlarla iktidarı ele geçirdiler. Mustafa Kemal gücünü yitirdi ve bir nevi sembol olarak kullanıldı. Öylesini güçsüzleştirilmişti ki İnönü ve o ekibe karşı daha sonra kurdurduğu Serbest Fırka da başarılı olamadı. İkinci olarak islamcı kesimi tasfiye ettiler. Bir de komünist-sosyalist kesimleri tasfiye ettiler. Aslında bu üç kesimin, kuruluş aşamasındaki üç müttefikin cumhuriyetten dışlanması günümüzün de sorunu olarak varlığını sürdürüyor.

80’DE GLADYO MİLLİLEŞTİRİLDİ

1920'lerden 50'lere kadar İngiltere, Türkiye üzerinde denetim sağlıyordu. 1950'lerden sonra denetim Amerika'ya geçti. 1950'lerde Türkiye'de NATO'ya bağlı özel bir Gladio kuruldu. 1950'lerde kurulan bu Gladio, Türkiye ve Amerika için “milli bir Gladio” iken, 1990'larda bu gladio özerkleşti. 1990'da Doğan Güreş, “Kürtleri tasfiye için İngiltere'den yeşil ışık aldık” demişti. NATO PKK'ye karşı Türkiye'yi destekledi, Merkezi de Almanya'ydı. 1985'lerden itibaren NATO sözleşmesinin 5. maddesini de bize karşı harekete geçirdiler. Türkiye'ye çok yoğun bir destek verdiler. Fakat binlerce köyün boşaltılmasını, binlerce faili meçhul cinayeti NATO'nun emri ve onayıyla gerçekleştirmediler. NATO, köy boşaltmalarına ve faili meçhullere izin vermemişti. Bu köy boşaltmalar ve faili meçhuller Türkiye'de özerkleşen gladio eliyle yapıldı. Türkiye'deki NATO Gladio'su 1980'de Kenan Evren döneminde millileştirilmeye çalışıldı. 1990'da ise Çiller darbesiyle özerkleşti. Şu an var olan mücadelede bunun sonucudur. Bugün içeride tutulan kesim deşifre olan kesimdir.”

DEŞİFRE OLAN GLADYO TASFİYE EDİLDİ SADECE

“1990'larda Tony Blair'in bir sözünü hatırlıyorum. “Kuzey Irak'ta bir Kürt bölgesi oluşturmaktan başka bir politikamız yok” diyordu. NATO bu şekilde Türkiye'yi bize karşı destekledi. Fakat özerkleşen bu gladio'nun da 2007'de Washington'da Erdoğan-Bush görüşmesinde tasfiyesine karar verildi. NATO Gladiosu deşifre olan ve kontrollerinden çıkmaya çalışan gladioyu AKP'nin desteğiyle tasfiye ediyor. İçeride olanlar bunlardır. Ancak benim daha önce bu konuda söylediklerimi düzeltiyorum. Daha doğrusu düzeltmek değil de açıyorum. Daha önce iyi formüle edemedim belki, şimdi netleştirip daha iyi ifade ediyorum. AKP'nin Türkiye'deki iktidarını ordu içinde kabul eden kesim vardı, etmeyen kesim vardı. AKP ordudaki kabul eden kesimle anlaşarak -ki bu ordu içinde NATO Gladiosunu temsil eden kesimdir- anlaşarak diğer özerkleşen gladio kesimini tasfiye yoluna gitti. Yani gladio tam tasfiye edilmedi, gladionun bir kesimiyle tam anlaşma ve uzlaşma sağlandı. Bunun böyle bilinmesi gerekir. Bu NATO gladiosu dediğimiz, öyle küçük değil, çok büyük bir alana yayılmış durumda. Türkiye'den Afganistan'a Pakistan'a kadar yayılmış durumdadır. Süleymaniye'deki çuval olayı da bununla bağlantılıdır. Oradaki özerkleşen gladio, Talabani'ye suıkast hazırlığı yapıyordu. Ama her anı izleniyordu ve anında müdahale ettiler. Çuval olayı bu nedenle gerçekleşti. Orada üç bin kişilik Türk birliği var. Niye kimse üzerinden durmuyor, bundan bahsetmiyor.”

KOMPLOYU DAĞ VE HALK BOŞA ÇIKARDI

“Erdoğan ile Baykal 2002'de Beylerbeyi'ndeki bir köşk'te anlaştılar. Bu görüşme belgelidir. Yanılmıyorsam Yalçın Küçük'ün bir kitabında da geçiyor, fakat biz de biliyoruz. Bu anlaşmayla Erdoğan'ın başbakanlığının yolu açıldı. Yani cezaevindeyken başbakanlığa giden yolunu açtılar. Baykal, “AKP nasıl olsa gidicidir, iki yıl kadar iktidarda kalır sonra gider” diye düşünerek Erdoğan ile anlaştı. Anlaşmanın içeriği de aslında Kürtlerdi. Erdoğan'a “sen siyasal islamla Kürtleri bitir” dedi. Baykal Kürtleri AKP eliyle bitirip sonra kendisinin 2004'te başbakan olacağını düşünüyordu. Plan buydu. Bu plan içerisinde Bahçeli de vardı. Bahçeli onlar da bu oyunun içindeydiler ve yıllarca AKP'yi desteklediler. O dönemde ayışığı, sarıkız vb. darbe planları da bu planla bağlantılıdır. Bu süreçte PKK'yi de içeriden tasfiye edeceklerdi. 2003'lerdeki barış tutumumuz Devlet tarafından zaaf olarak nitelendiriliyordu. Bunda kısmen başarılı da oldular, o bilinen kaçışlar yaşandı. Dağdaki arkadaşların ve halkımızın büyük direnişi bu planı boşa çıkardı, plan tutmadı. İngiltere onlar da AKP'yi destekledi, Amerika ve İngiltere'den yeşil ışık aldı, iktidarını sürdürdü.”

AKP DE KÜRT SORUNUNU ÇÖZMEK İSTEMİYOR

“İngiltere'nin, Amerika'nın, büyük güçlerin Kürt sorununu çözme gibi bir niyetleri yok, çözmek istemiyorlar. AKP de Kürt sorununu çözmek istemiyor. İngiltere-Amerika, büyük güçler Kürt sorununu çözmek istemedikleri için PKK'yi koz olarak ellerinde tutmak istiyorlar. Bu nedenle PKK'ye ihtiyaçları var. Bu kozla Türkiye'ye baskı yaparak Kuzey Irak'taki süreci tamamlamak istiyorlar. Ayrıca İran konusunda da Türkiye'yi kullanmak istiyorlar. İngilizlerin bir sözü var; “Limanı sert bağlamak” diyorlar. Yani Türkiye'yi kendilerine sağlam bağlamak istiyorlar. Büyük plan bu. Bu planı AKP de tam olarak bilmiyor. Aslında AKP bir şemadır. AKP'nin büyükbabaları vardır. Ancak AKP de sorunu çözmek istemiyor.

YENİ Mİ FARKEDİYORLAR

Cevat Öneş diyor ya “ortada bir siyasi irade yok”. Doğrudur, ben de öyle düşünüyorum. Liberallerle de şimdi kavgalılar. Taraf çevresi, onlar yeni mi farkediyorlar? Biz uzun zamandır söylüyorduk bunları. Bize kızıyorlardı. Hatta aleyhime yazı yazıyorlardı. Bana; “Apo sen AKP'ye çok haksızlık ediyorsun” diyorlardı, gazetelerinde. İşte ne yazık ki şimdi benim haklı olduğum ortaya çıktı.”

DEVLET ARTIK ADIMLAR ATMALI

“Devletin artık barışın yolunu açabilecek adımlar atması gerekiyor. Yerine getirilmezse ben artık çekileceğim. Haziran sonrasına yönelik bir adım atılacağının işaretini, yeşil ışığını bile henüz vermediler. Bu işaret verilmezse, barış adımları atılmazsa benim yapabilecek bir şeyim kalmaz. Bu durumda Haziran kararı da gözden geçirilebilir. Herkes bunu doğru anlamalıdır. Somut şeyler tartışılırsa, varsa Hükümetin bir barış projesi yine değerlendirmelerimi yaparım. Ben bütün verileri değerlendiriyorum. Şu an somut bir barış projesi göremiyorum. Ancak ABD gibi İngiltere gibi büyük devletlerin ani çıkışları da olabilir, bilemiyorum.”

MECLİS BARIŞ KARARI ALMALI

“Ben daha önce de ifade etmiştim. Hükümetin bu sorunun çözümü için bir barış kararı alması lazım. İsterse, iradesi olursa bu çok kolay alınacak bir karardır. Gül'e başbakanlığı döneminde mektup yazmıştım. Gerekli uyarılarda da bulunmuştum. Ancak cevap vermedi. Çok yazdım, Erdoğan'a da yazdım, cevap olmadı. Halen de barışa ilişkin bir karşılık vermeleri, bir kararları yok. Hanefi Avcı da kitabında “Apo'yla çözmemiz lazım, Apo'yla görüşülebilir” demiş. Mehmet Ağar “düz ovada siyaset yapsınlar” dediği için önünü kestiler, tasfiye ettiler. Biliniyor Hanefi Avcı ve Mehmet Ağar, geçmişte benimle en çok uğraşan, benimle en amansız mücadele eden kesimlerdendi. Hatta Suriye'de bana suikast düzenleyen kesimin içindeydiler. Fakat bunlar bile sorunun çözülmesi gerektiğini, bunun için benimle görüşülmesi gerektiğini söylüyorlar. Bunlar anladılar ki bize karşı olan mücadele tarzıyla başarılı olamıyorlar o zaman barışa yöneldiler. Bana 2002'de burada askerler “savaşacaksanız adam gibi savaşın” demişlerdi. Hanefi Avcı, Mehmet Ağar, Eşref Bitlis, Cem Ersever, Erbakan, hatta Turgut Özal -ki başta bize karşı şahindi- bu tarzla bize karşı başarılı olamayacaklarını anladıkları için diyaloga, barışçıl çözüme yöneldiler. Kıvrıkoğlu ve Karadayı da biraz böyleydiler, diyaloga karşı değillerdi, biraz diyalogtan yanaydılar. Yani böyle kendilerinin sınırlı bir yaklaşımları vardı. Ecevit dürüst bir adamdı fakat görev yapamaz hale getirildi.”

AKP’NİN AMACI KÜRTLERİ TASFİYE ETMEKTİR

“Şu anda sorunun çözümü için AKP Hükümetinin bir barış kararının olması gerekir. Ama bütün gelişmeler gösteriyor ki hükümetin böyle bir barış kararı yok aksine tasfiye kararı olduğu görülüyor, hükümete yakın bazı kesimler, o Polis Akademisi ve oradaki bazı yazarlar, Zaman çevresi vb.lerinin yönlendirmesiyle KCK operasyonları yapıldı. Şimdi de her tarafta böyle sinsice, gizli şekilde bu operasyonlar durmadan devam ediyor. Kars'taki gibi. Bu operasyonlar hükümetten kesinlikle bağımsız değil. Bu kesimler “biz bunları içeri alırız ortalık bize kalır, istediğimiz gibi at oynatırız, geriye kalan kitle bize kalır” düşüncesindeydiler. Fakat bu plan tutmadı. Devlet içinden de bu KCK operasyonları doğru bulmayan kesimler var. Kürt Hareketi ne kadar farkında bilmiyorum ama AKP'nin bu tasfiye planları jitemin tasfiye planlarından daha az tehlikeli değil. 2010 yılı da AKP'nin bu planının tutmadığını gösteren yıl oldu. Ortada alınmış bir tasfiye kararı var. BDP de Kandil de yeteri kadar farkında değil. Hakkari'deki imam olayında da görüldü. Başbakan'ın bize karşı öfkesi çok büyük, tehdit ediyor. Bire-yirmi alırım anlamındaydı o. Bir imama karşılık yirmi insanımız öldürüldü, Geçitli olayı bununla ilgilidir. Tüm bunlar bir soykırım tehlikesine işaret ediyor. Bülent Arınç da geçenlerde bir açıklaması vardı; “amacımız onları pasifize etmektir” diyor. Yani bir pasifikasyon uyguluyorlar. Bu görülmüyor mu? Bu tasfiye niyetleri fark edilemiyor mu? KCK'den dolayı 2000 kişi içeride. 10 bin kişi bile daha alabilirler. Çünkü ortada alınmış bir karar var. Çözüm projeleri yok, böyle bir merkezi kararları var. Bütün bunlar kapsamlı bir planın parçaları. İşte görülüyor bölgeye 1.500 yeni imam atanmış, yeni camiler kuruluyor. Ben söylüyorum, kendi cemaatlerinizi, kendi camilerinizi kendiniz kurun. Bölgeye maksatlı atanan bu imamların arkasında saf tutmayın. AKP'nin amacı Kürtleri tasfiye etmektir.”

KCK TUTUKLULARI ÖLÜM ORUCUNA GİRMEMELİ

“KCK tutukluları şunu bilmelidirler, onlar birer rehinedir. Belediye başkanları, Iğdır Belediye Başkanı, o da içeride. İyi bilsinler, bunlar rehinedir. Devlet onları rehine tutuyor içeride. Kürtçe savunma da işin görünen kısmı. Daha örgütlü ve tehlikelerin farkında olarak hareket edebilirler. Bu gayri meşru yargılamalara ilişkin demokratik tepkilerini ortaya koyabilirler. Fakat ölüm orucu türü eylemlere girişirlerse, onların provokasyon çıkarma amaçlarına zemin sunabilirler, kolay hedef haline gelirler. Tehlike sanılandan daha büyüktür. BDP de yeteri kadar farkında değil. AKP kendi hegemonik gücünü inşa ediyor, her tarafa yayıyor. Kendi iktidarını sağlama alıyor. Faşist-İslamcı bir hegemonyadır, bunların müslümanlıkla, islamlıkla alakası yok. Bütün bunları siyaset akademilerinde tartışılabilecek konulardır. Ciddi konulardır. Bu Hizbullah'ın çok küçük bir güç olduğuna dönük değerlendirmeler var. Doğru küçük grup olabilir ama devlet onları, başka grupları harekete geçirebilir, size yönelir, farkına bile varmazsınız. Her tarafta bunlar bekliyorlar, yanıbaşınızda bekliyorlar, tehlikenin farkında değilsiniz. Önemli olan içlerindeki samimi kesimlerle bir ilişkinin kurulmasıdır. Onlar Kent Konseyi'ne çağrılır, konuşulur. Samimi kesimleri işin farkındalarsa Kent Konseylerinde yer de alabilirler.”

BURADA NEFES BİLE ALAMIYORUM

“Ben burada ağır mahkumiyet koşullarındayım, nefes bile alamıyorum, uyku yok. Burada daha fazla bir şey yapamam. Ben burada bir rehine gibiyim, çarmıha gerilmiş biriyim. Çarmıha gerilmiş birisinin de özgür karar vermesi doğru değil, ahlaki de değildir. Çarmıha gerilmiş birisi ancak bu kadarını yapabilir, ben de ancak böyle yapıyorum, savunmalar hazırlıyorum. Kürt Hareketi de bunu bilerek hareket etmeli ve üstümdeki bu yükü kaldırmalıdır. Ben gerekli olan savunmalarımı yazdım, görevimi de yerine getirdim. 2004, 2005, 2007, 2008'de kandırmaya çalıştılar. Bu sefer kesinlikle böyle olmamalıdır. Ben halkımızı kandıramam. Yol haritasında da belirtmiştim, sorun çözülmezse, amaçlanan tasfiye ise “varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlamak için topyekün direniş aşaması başlayabilir” demiştim. Bu konular gece gündüz tartışılmalıdır. Kürt Hareketi kendi kararını kendi verecektir.

Benim sırtımdan geçinenler, beni kullananlar ayrılıp gittiler. İyiniyetli olanlar kaldılar. Ama bunu ne kadar geliştirirler bilemiyorum, kendileri bunu belirlerler.”

MUHTIRA SAVUNMALARIMA YÖNELİKTİ

“MGK bildirisi çıktığında herkes çok şaşırdı, nerden çıktı bu eski tarz ifadeler. Hatta şok olanlar oldu. Ama ben şaşırmadım. Bu bildiri doğrudan benim son savunmamla (V.Cilt) ilgilidir. Savunmamı kaldıramadılar, böyle cevap verdiler. Gül, Diyarbakır'da halkın temsilcileriyle görüşmek istemedi. İsteseydi onlarla da biraraya gelebilirdi. Kent Konseyi temsilcilerini kabul etmedi. Bunun yerine kendi yandaşlarıyla görüştü. O Diyarbakır burjuvazisi olarak adlandırılan kesim var ya son zamanlarda, onlarla görüştü. Halkın iradesini tanıma yok, halkın temsilcilerini kabul etme yok. Seni inkar etmeye geliyor, sen demokratik tepkini ortaya koymuyorsun! BDP de doğru değerlendiremedi. En iyi değerlendirmeyi bir köşe yazarı yapmıştı; “Gül, 20-30 yıllık emeği ortadan kaldırmaya geldi” diyordu. Doğru kavramış, tek cümleyle güzel söylemiş.”

DEMOKRATİK ULUS KAVRAMINI KULLANACAĞIM

“Arif Doğan çıkmış konuşuyor ama bilgi kirliliği yaratıyor. Öyle sandalyede falan oturması da hikaye olabilir. Kürtler tehlikenin farkında olmalı, önlemlerini almalıdırlar. Hükümetle asker arasında çelişki olması işbirliği yapmayacakları anlamına gelmiyor. Bunların hepsini bir bütün olarak düşünmek lazım. Kent Konseyleri, İl Konseyleri önemini sürekli vurguluyorum. Bunların kısa sürede kurulup, tamamlanmaları demokratik çözüm açısından yararlı olacaktır. Ben bundan sonra demokratik ulus ittifakı kavramını kullanacağım. Bu kavramı ilk defa dile getiriyorum. İttifak, birlik arayış ve çalışmalarını bu şekilde kavramlaştırmış oluyorum. Bu çerçevede ÖDP, EMEP, ve diğer sol çevrelerle görüşülüp, diyalog geliştirilmesi önemlidir. Onlar da bunun içinde yer alır. İyi örgütlenirse potansiyel var, harekete geçirilirse yüzde on barajı bile aşılabilir.”

KILIÇDAROĞLU BDP İLE DİYALOĞA AÇIK OLMALI

“Kılıçdaroğlu, Baykal'ın yeni bir versiyonu olmak istemiyorsa, kemalizmi demokratikleştirme gibi bir misyonu varsa BDP ile diyaloga açık olmalıdır. CHP ve Kılıçdaroğlu cumhuriyetin demokratikleştirilmesi, kemalizmin demokratikleştirilmesi yönünde bir açılım içine girerse bir birliktelik gelişebilir. Hatta böyle bir misyonu varsa, yapılacak bu ittifak Kürt-Türk ilişkilerinde yeni bir sayfa açabilir.”

ANF