Halkların Demokratik Partisi (HDP), haftalık grup toplantısında Grup Başkanvekili Çağlar Demirel Demirtaş’ın mesajını okudu.

Demirtaş'ın mesajında, "Bizler büyük coşku ve moralle mücadelemizi dört duvar arasında sürdürmeye, barışı en güçlü sesimizle haykırmaya devam edeceğiz" denildi.

Partili 8 milletvekili ile birlikte tutuklu bulunan Eş Genel Başkanlar Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın yokluğunda dördüncü kez gerçekleştirilen toplantıda, bu hafta Demirtaş’ın tutuklu bulunduğu Edirne F Tipi Kapalı Cezaevi’nden grup toplantısı için gönderdiği, ancak iki hafta sonra sansürlenmiş bir şekilde HDP’lilere ulaşan mesajı okundu.
 
Demirtaş’ın sansürlenen o mesajı şöyle:
 
“Çok değerli milletvekili arkadaşlarım, partimizin değerli yöneticileri, üyeleri, dostlar ve değerli basın emekçileri, her birinizi ayrı ayrı canı gönülden selamlıyorum. Sadece kalem ve kağıdımın olduğu bu koşullarda yazdığım bu mesajın eksikleri olursa da affınıza sığınıyorum. Bize dayatılan haksızlık, zorbalıklara rağmen her zaman ki gibi dimdik ayaktayız, coşkuluyuz ve gayet iyiyiz.
 
Çok değerli arkadaşlarım Ortadoğu, Mezopotamya ve Anadolu coğrafyası tarihte hiç olmadığı kadar çok yönlü müdahale ve saldırılar altındadır. Nitekim bugün ortaya çıkan IŞİD ve El Kaide gibi vahşet ve tecavüz örgütleri tam bir kitlesel katliam ve kültürel soykırım mekanizmasına dönüşmüşlerdir.
 
İslam’ı temsil iddiasıyla ortaya çıkan bu örgütler ne İslam’a ne başka dinlere ne de insanlığa dair en küçük bir katkı sunmadığı gibi binlerce yıllık insanlık değerlerini de ortadan kaldıracak bir saldırganlığa dönüşmüştür.
 
Türkiye’de ise tek dile ve tek kimliğe dayalı ulus yaratma projesindeki ısrar bu toprakların bütün farklı kimliklerini, dillerini ve renklerini zulmün her türlüsüne tabi tutmuştur. Cumhuriyet’in demokrasiyle buluşmasını isteyenler, farklı bahanelerle ‘iç düşman’, ‘terörist’ ve ya ‘vatan haini’ suçlamalarıyla karşılaşmış ve yok edilmeye çalışılmıştır. Toplumdaki her türlü demokratik dönüşüm isteği şiddetle bastırılmış muhalif kimliğiyle bilinen sanatçı, akademisyen, işveren, siyasetçi gazeteci herkes hapishanelere ve sürgüne gönderilmiştir.

Cumhuriyet tarihi bir yandan tekçiliğe dayalı yeni bir kimlik inşa etme faaliyeti, diğer yandan bu tekçiliğe sığınmayanların mücadelesiyle geçmiştir.

Cemaat meselesi henüz tam olarak bütün yönleriyle ortaya çıkarılmış değil. Ancak bugünkü verilerle anlaşılabileceği üzere küresel, neolibarel sistemin Türkiye’yi yeni yüzyılda teslim alma biçiminin adı cemaat denen paralel devlet yapılanmasıdır. Hükümetin bu yapıya karşı iç hukuk ve evrensel hukuk kaidelerinden sapmadan yürüteceği mücadele konusunda herhangi bir meşruiyet sorunu yoktur.
 
AKP’nin de uygulamış olduğu bu politikalar ve içeride dayattığı hegamonik ideoloji dış politikanın da ana ekseni oluşturmaktadır. Mezhepçi siyasi hat dış politikanın ana belirleyeni olarak kabul edildiği için Türkiye diplomatik alanda tam bir çöküşle karşı karşıyadır.
 
Bu yöntem de bu niyet de yanlış ve tehlikelidir. Devletin hali hazırda var olan tek dil ve tek kimlik ideolojisine bir de tek mezhebi eklemek, sorunlarımızı çözmek yerine kaosu derinleştirecektir.
 
Bu çerçevede yapılmak istenen anayasa değişikliği ile bir oldu-bittiyle getirilmek istenen “başkanlık” sistemi işte bu ideolojik referansları hızla pratikleştirmek için düşünülmüş bir formüldür.
 
Ana muhalefet partisi CHP ise bu niyetler karşısında “radikal bir demokrasiyi” temsil etmekten uzaktır. Esasında CHP’nin bu ideolojik AKP tutumu karşısında eleştirdiği şey, “tek dil ve tek kimlik” değil, sadece “tek mezhepten” rahatsızdır.  

Adına ironik bir şekilde “Yeni Türkiye” dedikleri şeyin ne Türklere ne Kürtlere ne Müslümanlara ne de diğer farklılıklara kazandıracağı hiçbir şey yoktur.
 
Bu doğrultuda yapılacak bir anayasa değişikliğinin toplumun önemli bir kısmının nezdinde hiçbir meşruiyeti yoktur. Parlamentonun 10 üyesi yasa dışı bir yolla tutuklama adı altında rehin alınmışken, geri kalan HDP milletvekillerinin de fiilen çalışmalara katılmadığı bir meclis Anayasa değişikliği yapamaz.

Bu kadar tarihi bir dönemde yapılan en ciddi hata mezhepçi ve milliyetçi politikalar doğrultusunda strateji kurmaktır. Maalesef AKP de bunu yaptı. İşte bizlerin yani HDP’nin farkı da tam da burada ortaya çıkıyor. Irkçılığın, milliyetçiliğin, mezhepçiliğin ve cinsiyetçiliğin bütün coğrafyamızı kasıp kavurduğu böylesi bir dönemde demokratik ulus perspektifi ile bütün kimlik ve inançların bir arada eşitçe özgürce yaşamasını savunmanın ne kadar da hayati bir tutum olduğu daha iyi anlaşılıyor.
 
Bizler daha büyük bir moral ve coşku ile mücadelemizi dört duvar arasında sürdürmeye de devam edeceğiz. Bize büyük haksızlıklar yapılıyor diye barışı gür sesimizle haykırmaktan bir an olsun geri durmayacağız. Bize yapılanlara karşı koyarken, ne şiddeti ne silahı ne ölümü çare olarak görmeyeceğiz. Akılla, duyguyla, heyecanla örgütlenerek toplumsal bilinci ve uyanışı büyüterek, bu girdaptan çıkacağız.
 
Son olarak iç ve dış kamuoyunda desteklerini sunan bütün çevrelere teşekkürlerim selamlarımı iletiyorum.
 
Tutuklanan Cumhuriyet gazetesi yöneticileri, özgür basın emekçileri, özgür basının tüm kadrolarına, bulunan yazarları, cezaevlerindeki tüm siyasi tutsaklara dayanışma duygularımı iletiyorum. Özgürlük kazanacaktır.”

(Kaynak: Dihaber)