Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı Erdal Aksünger, Kürt siyasi hareketine yapılan baskıları, CHP’nin Kürt sorununa bakışını ve tutuklu HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın durumuna ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Kürt sorununda çözüm için 2019’un ‘kırılma noktası’ olacağını savunan Aksünger, “Aslında şöyle bir durum var ortada. Bir süreç başlasa bile bu tekrar AKP’nin başlatacağı bir şeyin üzerinden olmaz. 2019’un bu işin kırılma noktası olacağını düşünüyorum. Orada ‘hayır’ cephesinin çok güçlü olarak bu işi halledebilme ihtimalinin çözüme en büyük katkı olacağını düşünüyorum. Burada Selahattin Demirtaş içeriden çıkmadan, Apo üzerinden bu tartışmaların da bir yere varamayacağını düşünüyorum” dedi.

“AKP ve CHP nasılsa PYD de siyasi bir partidir” ifadelerini kullanan Aksünger, “Ortada reel bir gerçek var. Ben bunu MYK’da da söyledim, diğer kurumlarda da… AKP bir şey diyor diye onun arkasından bunu söylememiz, efendim Türk toplumu bize tepki duyar diye çekinmemiz bence çok yanlış. Bir ülkeyi yönetmeye talipseniz, muhakemenizle bunu görmek zorundasınız. Ortada bir gerçek var. PYD bir partidir zaten. PYD, Rusya’da temsilcileri olan, hatta Avrupa Birliği ile devamlı görüşen bir partidir. Suriye PYD’yi tanımanın ötesinde, kantonları yöneten siyasi parti olarak tanımlıyor” dedi.

Aksünger Artı Gerçek’ten Bahar Kılıçgedik’in sorularını yanıtladı.

- Bölgede OHAL uygulamaları, kayyım atamaları, milletvekillerin tutuklanması gibi birçok sorun yaşanıyor. Bölgede belediyelerin kayyımla yönetilmesi, seçilmiş milletvekilleri ve belediye başkanlarının cezaevinde olması toplumda nasıl bir karşılık buluyor? Bunlara batı nasıl bakıyor?

Bu Olağan Üstü Hal’in getirdiği baskılar, seçilmişlerin içeri alınması, tutsak tutulması bir duygusal kopuşa neden oluyor. Bu duygusal kopuş, Türkiye’deki ortak yaşam açısından en büyük sorunlardan bir tanesi… Üstelik, iktidar böyle yaptığı sürece bu sorun sınırları aşıyor. Kürtlerin, sınır ötesindeki akrabalarına karşı yapılmış eziyetler de içeriyi etkiliyor. Bu da duygusal kopuşu hızlandırıyor. Çünkü hükümet bunların hepsini kendi iç iktidar refleksleri üzerinde yapıyor.

Batıdaki kentlerde, özellikle İzmir ve İstanbul’da çok yoğun bir Kürt kitlesi yaşıyor. Onların kendi bağlarından, hem de duyarlı olan insanlarla temasından kaynaklı olarak bir farkındalık var. Hayatın sosyal alanlarındaki yaralar konusunda duyarlı kitlenin anlattığı hikayeler var. İzmir’de mesela bu çoğalıyor.

- OHAL uygulamalarını, yaşanan ölümleri parti olarak dönem dönem gündeme taşıyorsunuz. Kürtlerden partinize ne tür eleştiriler geliyor. CHP nasıl bir politika izlemeyi düşünüyor?

Cumhuriyet Halk Partisi’ni, bir kitle partisi olarak düşünürseniz, birçok kanadı var. Bu noktada özellikle sol sosyal demokrat kanadının bu konuda çok hassas olduğunu biz zaten görüyoruz. Mesela en önemli eleştirilerden bir tanesi, dokunulmazlıkların kaldırılması meselesiydi. Burada Genel Başkan, bir ihtiyatlı davranma gereği kendince hissetti. Bu ihtiyatlı davranmanın aslında gerekçelerini halk bilmediği için ben söyleyeyim. Çok açıkça kendisi ifade ettiği için söyleyeyim.

AKP bunu halka götüreceğini, bunun için 3 aylık bir propaganda yapılacağını, bunun da bir Türk-Kürt çatışmasına alanlarda yol açma ihtimalinin çok yüksek olduğunu, bu bir iç savaşa bile dönebilir tarzında bir endişesi vardı. Olur mu olmaz mı bu başka konu. Ama bu endişeyi olağan karşılıyorum.

- Genelde eleştiriler bu yönde mi?

Bu yönde ama bir de Kürt sorununun çözümü noktasında, çözüm sürecine katkı vermemek gibi bir durumla ilgili bazı eleştiriler geliyor. İlk söylediğim konuda haklı olacakları noktalar olabilir ama ikinci konuda çok haklı olduklarını söylemeyeceğim. Ne HDP ne de AKP, Cumhuriyet Halk Partisi’ni bu sürece katmadı. İnanılmaz bir sadakatle götürmeye çalıştılar bu süreci, ihanete dönene kadar bu böyleydi. CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, bir grup toplantısında ‘Söyleyin bize, bizim ne yapmamız gerekiyorsa yapalım’ diye söylediğinde AKP, ‘Size ihtiyacımız yok, sizin sözünüze ihtiyacımız yok’ tarzında bir yaklaşım gösterdi. HDP bir şey söylemedi ama bunu tasdik eder gibi oldu.

- CHP’nin çözüm sürecine dahil edilmediğini söylediniz. Şuan Abdullah Öcalan ile aile ve avukatların görüştürülmesi yönünde talepler var. Aslında Türkiye’nin de bir çözüme ihtiyacı var. Bu noktada parti olarak yeniden çözüm sürecinin başlatılmasına yönelik bir adımınız, partinizin bu yönde bir politikası var mı?

Bu zaten partinin içinde aslında konuşulan bir konu… Nasıl bir çözüm olması noktasında bunun geçişkenliklerini, bütün Türkiye’nin buna adapte sağlanmasını… Çünkü AKP bunu sağlarken, Türkiye’de kendini sol diye gören insanların da aslında desteklerini ‘yetmez ama evet’ üzerinden aldı. Bunun üzerinden baktığımız zaman, o kitleler de aslında bugün belli bir pişmanlık içerisindeler. Ama o gün belki de çok eleştirmemek gerektiğini düşündüğüm bir konu var. Hiç yapılmamış bir şeyler denendi. Tamamen sürecin hepsi hatalıdır diyerek, bu konuya bakmıyorum.

DEMİRTAŞ İÇERDEYKEN ÇÖZÜMDEN BAHSEDEMEYİZ

Bizim bu noktada bir politika geliştirmeye, bu politikayı da yarım ağızdan değil, dolu dolu söylememiz gerektiğini aslında hepimiz biliyoruz. Ben bunu devamlı dile getiriyorum. Bir İzmirli ve İzmir’de milletvekilliği yapan Genel Başkan Yardımcılığı yapan biri olarak bunu söylemem, İzmirliler tarafından da aslında tevazu görüyor. Aslında şöyle bir durum var ortada. Bir süreç başlasa bile bu tekrar AKP’nin başlatacağı bir şeyin üzerinden olmaz. 2019’un bu işin kırılma noktası olacağını düşünüyorum. Orada ‘hayır’ cephesinin çok güçlü olarak bu işi halledebilme ihtimalinin çözüme en büyük katkı olacağını düşünüyorum. Burada Selahattin Demirtaş içeriden çıkmadan, Apo üzerinden bu tartışmaların da bir yere varamayacağını düşünüyorum.

- Neden? Bunu biraz daha açabilir misiniz?

Ben, Selahattin Demirtaş’ın içeride bütün dinamikler tarafından tutsak edildiğini düşünüyorum. Buna Kürt hareketinin bir tarafında, kendine göre belki de narsistleşmiş bir kesimin de dahil olduğunu düşünüyorum….

- Bu düşünceye kapılmanıza neden olan şey nedir?

Çünkü, bu hareketin içerisindeki siyasal insanlarla benim öyle böyle diyaloğum var zaten. Öğrencilik yıllarımdan başlayan diyaloglarım var. Ben sosyal demokrat bir insanım. Solcu bir insanım. Bu konuda irtibatlar, sohbetler esnasında vardığım algı… Ayrıca piyasalaştırılmaya çalışan bir sürecin sonrasındaki hikayelere baktığım zaman, okumalarımda Selahattin Demirtaş orada çok önemli bir figür. Bunda Abdullah Öcalan’ın ne kadar payı vardır, yoktur tartışmasının cesaretle yapılması gerektiğini düşünüyorum.

Sayın Demirtaş, Türkiye’de aslında etnik kökenli bir partinin ülke üzerinde ne kadar derin bir şekilde izler bırakacağını gösterdi. Herkesin etnik kökenli olduğunu iddia ettiği HDP aslında, etnik ve sol bir partiden ziyade, Selahattin Demirtaş ile özdeşleşmiş olan bir özgürlükçü parti konusu var. Ne sol ne sosyalist ne de muhafazakar bir parti olarak tanımlıyorum. LGBT’lisinden, kadınlara her kitleden özgürlük savunucuları HDP’de bir araya gelebildi. Bu daha önce geçmişte çok yaşanılmış bir konu değildi. Kürt siyasal hareketi bunu öyle düşünse bile, sol da bunu öyle çok başaramadı. Türkiye’deki sol da ithal çünkü bence… O yüzden bu yeni filiz konusunda AKP zaten rahatsızdı, bence MHP’yi tam karşıtçı olarak düşünürsek geriye kalan da kendi iç dinamikleri içerisindeki sıkıntılar olduğunu düşünüyorum.

- Kendi içinde bir tasfiye mi diyorsunuz?

Evet bir kısmı da öyle diyebiliriz. Evet ben öyle görüyorum.

- Kongredeki konuşmanızda AKP, CHP nasılsa PYD de siyasi bir partidir dediniz. CHP, PYD’ye bir parti olarak mı, yoksa “terör örgütü” olarak mı bakıyor? Siz nasıl bakıyorsunuz?

Ortada reel bir gerçek var. Ben bunu MYK’da da söyledim, diğer kurumlarda da… AKP bir şey diyor diye onun arkasından bunu söylememiz, efendim Türk toplumu bize tepki duyar diye çekinmemiz bence çok yanlış. Bir ülkeyi yönetmeye talipseniz, muhakemenizle bunu görmek zorundasınız. Ortada bir gerçek var. PYD bir partidir zaten. PYD, Rusya’da temsilcileri olan, hatta Avrupa Birliği ile devamlı görüşen bir partidir. Suriye PYD’yi tanımanın ötesinde, kantonları yöneten siyasi parti olarak tanımlıyor. Keza Amerika için de öyle. Amerika’nın kutsadığı Kürt toplulukları var. Kim ne derse desin bu böyle. Kendi varlığı ile birlikte onların varlığını eşgüdüm halinde götürmeye çalışıyor. Hem Rusya tehdidine, hem Suriye’deki başka oluşumlara ve Irak’ın tamamen İran’ın güdüsüne girme meselesine karşı Kürtler, Amerika için denge unsuru. Bunları bir barış sağlanması olasılığı üzerinden söylüyorum.

- Bir Türkiye’mi tanımıyor?

Erdoğan onu söylüyor. O da işine gelip gelmediği zaman yapıyor. Bazen şeytanlaştırıyor, bazen de can ciğer kuzu sarmasına döndürüyor. Zaten en tehlikeli siyaset bu. Bu siyasetin en tehlikelisi de bence kandırılmış insanların, tekrar kandırılma ihtimalleridir. Her kesim için söylüyorum bunu. Hem Kürtler, hem milliyetçiler hem de muhafazakarlar için söylüyorum bunu.

Söyleşinin tamamı burada.

(Kaynak: Artı Gerçek)