HDP Sözcüsü Ayhan Bilgen, 24 Haziran seçimlerine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

HDP’nin bölge kentlerinde oy düşüşü yaşadığını değerlendirmelerinin eksik tartışıldığını ifade eden Bilgen, “Tehdide, baskıya rağmen alınmış bir oy ve elde edilmiş bir başarı var” dedi.

Sandık güvenliği ve Adil Seçim Platformu’na değinen Bilgen, “Tedbirler konusu asla mazeret kabul etmeyecek kadar net bir yüzleşme gerektiriyor. Millet İttifakı ve HDP, tüm sandıklarda ciddi, disiplinli, verilen her oyun korunmasını sağlayacak bir örgütlenmeyi, alternatif sistemi kurarak toplumu bilgilendirmede umut ve güven verme konusunda bir süreci inşa etmeyi ne yazık ki başaramadık. Hepimiz Anadolu Ajansı'na mahkum olduk ve çok sayıda yerde hiç sandık görevlisi olmamış. Yani ne HDP'nin ne de Millet İttifak'ındaki partilerin bırakın sandık kurulu üyesi, müşahidinin bile olmadığı 15 bin sandıktan bahsediliyor. İster sivil inisiyatifler, ister siyasi partiler kimin ne kadar payı var değerlendirmesi ayrı ama sonuçta bu bir halka karşı sorumluluktur, borçtur” dedi.

HDP Sözcüsü Ayhan Bilgen, Mezopotamya Ajansı’nın (MA) Selman Güzelyüz – Hayri Demir ‘in sorularını yanıtladı.

Seçimlerden çıkan sonuçları nasıl değerlenmek gerekiyor?

Yanıta aslında nasıl bir ortamda seçime gittik ve yani bu ortamda Türkiye siyasetinin ihtiyacı, beklentisi neydi, bunlar ne ölçüde gerçekleşti? Galiba böyle bir eksen üzerinden değerlendirmeyi yapmak lazım.

Türkiye siyasetinde bir değişim talebi, bence son derece güçlü. Bu sandıklarda kendisini hissettirdi. Ama bu değişimi somut bir alternatif olarak sunmak ve seçmenin talebinin karar sürecine şekillenmesini sağlayarak bir alternatif, bir umut inşa etme konusunda bence muhalefet yeterince rüştünü ispat edemedi. Evet, burada bir toplumsal beklenti var ama bu beklentinin yönetimi konusunda istendiği  düzeyde bir başarı söz konusu değil. Bunu bir bütün olarak muhalefet açısında söylüyoruz. Toplamda eğer üzerinden bir buçuk yıla yakın süre geçmesine rağmen 16 Nisan'daki ‘Hayır’ oylarının hemen hemen aynı düzeyinde ifade ediyorsa, elbette ki hile, baskı ve engellemelerle birlikte güçlü, etkili, ikna edici, inandırıcı bir muhalefet performansının da sergilemediğini gösteriyor. Ben bu noktada yani kritik dönemecin çok belirleyici olduğu kanaatindeyim.

Bahsettiğiniz bu dönemeçler nasıl belirleyici oldu?

Bunlardan birisi ittifak tartışmaları yapılırken, HDP'nin dışarıda bırakılmasıdır. Yani orada Erdoğan aslında psikolojik üstünlüğü elde etti. Söylem üstünlüğünü kurdu, muhalefeti korkuttu. Muhalefetin kendisinin toplumdan beklediği oyun kuruculuğunu oynamasını engelledi. O korku ile HDP'yi dışlayan, ötekileştiren bir pozisyon seçildi. Bu zaten aslında bir psikolojik yenilgiyi beraberinde getirdi.

İkinci kritik dönemeç ise daha çok sandık güvenliği ile ilgili yaşanan süreçti. Bu konuda yapılacak muhtemel hileler ve bunların karşısında geliştirilebilecek tedbirler konusu asla mazeret kabul etmeyecek kadar net bir yüzleşme gerektiriyor. Millet İttifakı ve HDP, tüm sandıklarda ciddi, disiplinli, verilen her oyun korunmasını sağlayacak bir örgütlenmeyi, alternatif sistemi kurarak toplumu bilgilendirmede umut ve güven verme konusunda bir süreci inşa etmeyi ne yazık ki başaramadık.

Hepimiz Anadolu Ajansı'na mahkum olduk ve çok sayıda yerde hiç sandık görevlisi olmamış. Yani ne HDP'nin ne de Millet İttifak'ındaki partilerin bırakın sandık kurulu üyesi, müşahidinin bile olmadığı 15 bin sandıktan bahsediliyor. İster sivil inisiyatifler, ister siyasi partiler kimin ne kadar payı var değerlendirmesi ayrı ama sonuçta bu bir halka karşı sorumluluktur, borçtur.

Bu sorumluluğunun gereğinin yapılmadığına dair bir durum değerlendirmesidir. Bu şu açından önemli; sonuçta Türkiye 6 ay sonra da yerel seçim atmosferine girecek. Şimdi önümüzdeki bu 6 ay boyunca bu eksiklikler görülememiş ise, sandık güvenliği ve seçim güvenliği ile ilgili doğru bir planlama geliştirilemezse, muhalefetin ortaklaşması konusunda sağlıklı, cesur, açık bir uyuşma tabanda, toplumda geliştirilemezse, partiler bunu yönetemezlerse yani  bu taktirde bugünkü değerlendirme, özeleştiri de çok anlam ifade etmeyecektir.

Seçimlerin HDP açısından en çok değerlendirildiği konuların başında HDP’nin bölge kentlerindeki oy oranlarındaki düşüş geliyor. Bu kısmi düşüş neden yaşandı?

Tabi ki HDP'nin en vefalı seçmeni, en sadık, en zor dönemlerde partisine sahip çıkmış HDP'yi eleştirse bile onu yalnız bırakmamış, onu başkalarına yem etmeme yönündeki ahlaki sorumluluğunu yerine getirmiş olan seçmenin aslında bir uyarısı var ise, bunu hiç işi dolandırmadan net biçimde değerlendirmek bir ahlaki sorumluluktur. Bir toplumsal sorumluluktur. Bunun hiçbir şekilde sümen altına atılır bir tarafı yok. Ama görünen tablo çok öyle değil. Elbette ki eleştirel yaklaşımlar olabilir, HDP'yi eksik bulan yetersiz bulan özellikle de şehirlerin ablukası döneminde yeterince güçlü, etkili olarak siyaset yapılamadığını düşünen çevreler olabilir. Ancak o çevrelerin HDP dışında bir başka partiye gidip oy verme ihtimali çok zayıf. Yani HDP' den bu konuda daha etkili, daha duyarlı güçlü bir çalışan özne olmadığı için bunu söylüyoruz. Ama elbette ki, yeterince istekli, yeterince kararlı, heyecanlı bir tutum almamış olabilirler ama vicdani olarak üzerlerine düşeni yaptılar. 

Burada bir kere taşımalı oy konusu ciddi bir sorun. Kalıcı nüfus hareketleri ciddi bir sorun ama galiba daha da önemlisi muhtarların, kaymakamların çok net olarak devlet adına kampanya yürütmesidir. HDP ile çok politik ilişkisi olmayıp ama sandıkta oy veren seçmeni tedirgin ettiklerini düşünüyoruz. Yani Kars'ta seçim öncesi çakıl ve parke taşları bıraktıkları köylere hemen seçim sonrasında çakıl ve taşlarını geri götüreceklerini söylemişler. Yani tehdide, baskıya rağmen alınmış bir oy ve elde edilmiş bir başarı var.

Diğer yandan da MHP’nin o kentlerdeki oylarında da bir artış görülüyor.

Bazı şehirlerin nüfusu ile orantıladığınızda çok büyük rakamlarda güvenlik güçlerinin kullandıkları oylar söz konusu. Sözleşmeli erler olmak üzere örneğin Diyarbakır'da oy kullansalar belki toplam aritmetiği etkilemeyecek, değiştirmeyecek miktarda ama Hakkari ve Şırnak'a kaydırıldığında çok büyük bir orana tekabül ediyor. Burada önceden planlanmış bir durum var.

Nasıl bir plan peki?

Tüm dikkatler AKP ile HDP üzerine yoğunlaşmışken, yani MHP'nin orada yükselmesi, muhtemelen MHP üzerinden organize edilmiş oylar, MHP'nin toplam oyunu rakamsal arttırdı ama vekil temsilini AKP'ye yaptı. Çünkü Hakkari'de zaten o oylar ile vekil çıkaramazsınız ama ittifak ile AKP'nin vekil çıkartmasını kolaylaştırırsınız. Şırnak, Hakkari gibi ve başka şehirlerde buna benzer sonuçlar elde edildiğini düşünüyorum.

Bu ince hesap nasıl yapıldı, ittifak süreciyle birlikte mi gelişti?

Bu aslında 15 Temmuz'dan beri var olan ittifakın yansımalarıdır. Sonuçta seçim tarihini de belirleyen Bahçeli'ydi. 15 Temmuz'dan itibaren tabi ki öncesinde başlanmış bir süreçten söz ediyoruz. HDP'li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması, yargılama, tutuklamalar; Sur'da, Cizre'de yaşanan süreç adı konmamış bir koalisyonu zaten işaret ediyordu.

Bunu daha geriye götürdüğümüzde 7 Haziran seçimleri sonrasında Bahçeli'nin tırnak içerisinde söylüyorum “fedakarlık edip” yani muhalefet ile birlikte bir şey yapmamayı tercih edip, iktidara bir açık çek vermesidir. Bu sürecin kazananı kimdir, kim kimi kuşatmıştır onun için iki taraf açısından söylenebilir şeyler var. Ama “15 Temmuz'da Erdoğan'ı biz kurtardık” diyen bir akıl var ortada. Bu özellikle güvenlik bürokrasisindeki örgütlenmeden kaynaklanıyor. Bu gittikçe yargıya da sirayet ediyor. Nihayetinde bu seçimde de sosyolojik izahını yapmanın son derece zor olduğu, yani toplumsal karşılığının sahici özne olarak tarif edemeyeceğimiz bir siyasal özne ortaya çıkartıldı.

 Peki önümüzdeki MHP nasıl bir rol alacak, pozisyonu nasıl şekillenecek?

Benim kişisel kanaatim MHP asla sorunların ortağı olmayacak. Hesabını vereceği bir pozisyona girmeyecek. Bu pozisyon gayet açık bir pozisyon. Davulu hükümetin boynuna asıyor, ama politikalara baktığımızda MHP iktidar da olsa da ancak bu kadar olur diyeceğimiz işler oluyor. Kadrolaşma konusunda MHP koalisyonun ortağı olsa da, ancak bu kadar kadrolaşabilir diyeceğiniz şeyler elde ediyor. Bu siyasette son derece tırnak içerisinde, “akıllıca” bir kazanım.

İyi bir oyun kurma ve bu oyun sadece galiba MHP yönetiminin kurduğu bir oyun değildir, biraz MHP’yi de aşan bir ilişki. Belki tüm bağlantıları ile devlet içi, iktidar içi dengeleri ile birlikte bunu okumak ve böyle değerlendirmek lazım. Belli ki, bürokrasi içerisinde yani hala başka yöntemler ile başka mekanizmaları inşa edip, başka süreçleri şekillendirerek siyaseti dizayn etme hatta toplum mühendisliği yapma konusunda ciddi bir yaklaşım var.

Bu ittifaka bir ömür biçmek gerekir mi? Seçim öncesi yaşanan kimi tartışmalarda “çatlak var” değerlendirmesi yapan çevreler de olmuştu. Katılıyor musunuz?

Siyaseti iktidar merkezli yapanlar için iktidar uğruna kavga etme değecek bir şeydir. İktidar merkezli, devlet odaklı siyaset yaptığınızda çıkar çatışması kaçınılmazdır. Burada ideolojik olarak yakınlıkta, kavgayı engelleyecek, rekabeti ve çekişmeyi azaltacak bir şey olmaz. Bazen tam tersidir; ideolojik yakınlık rekabeti daha sertleştirir, keskinleştirir. AKP içerisinde örneğin MHP ideolojisine daha yakın duranların, MHP ile ilgili aldığı pozisyonları bazen daha sert ve karşıt olur.

Çünkü kendi kıymetlerinin, değerlerinin düşeceğini düşünürler. Muhtemelen MHP, AKP içerisinde bir MHP'li gibi çalışan bakanlardan çok hazetmiyor olabilir. Önümüzdeki dönemde MHP'nin talepleri ve beklentileri arasında büyük bir gerilim yaşanacağını düşünüyorum.

Kürtlere, sola, Alevilere karşı aynı sözü söylüyor olabilirler, aynı anlayışa, aynı yaklaşıma sahip olabilirler ama kurulacak söylemler, gerilim ve kavga siyaseti onların kendi aralarındaki koltuk kapmaca yarışının bir parçası olabilir. Bu kavgayı, düşmanlaştırma, tehdit stratejisini gerilim ve kamplaştırma siyasetini kendi çıkarlarının bir aparatı haline getiriyor olabilirler.

Buradan şunu mu çıkarmak gerekiyor acaba Kürtlere, Alevilere ya da sözünü ettiğiniz toplumsal kesime dönük baskıların daha da artacağı bir döneme mi gireceğiz?

Hükümetin önünde bir yol ayrımı var. Erdoğan'ın buna ne kadar gücü yeter bilmiyoruz ama eğer seçim onun açısında bizim en başta söylediğimiz gibi bir güven tazeleme, uluslararası arenadaki yalnızlaşmayı aşmak, kırmak ve yeniden “evet bu toplum beni seçti, bana oy verdi yapılacak bir şey yok benimle çalışmak zorundasınız” deme niyetinde ise bu bir fırsattır. Sonuçta yeniden bir kapı açılır ve siz o kapıyı kullanabilmek için bir takım tercihler yapmak zorundasınız. Yani AB kapısını aynı zamanda o ulusalcı ve ayrımcı söylem ve konseptle işbirliği yaparak açamazsınız. Bu artık tutarlı demokratikleşme tavrı gerektirir. OHAL konusunda net tercih yapmayı gerektirir. Seçimlerden önce söyledikleri için hatırlatma ihtiyacı duyuyorum; hukukun, demokrasinin daha da güçlendirildiği bir Türkiye. Erdoğan'ın söylemleri bunlar. Bu vaatleri yerine getirmek mi, yoksa hayır yerel seçimlere giderken aynı ittifak, “aynı strateji, aynı ötekileştirme siyaseti yürütürsen o kadar güçlü çıkarsın” yolunu mu tercih edecek. Ben bu konuda henüz net bir tercihi olduğu kanaatinde değilim. 

Bir politika değişikliğine mi gidecek?

Elbette ki mevcut pozisyonunu korumak daha kolayına gelir, öbürünü yapmak daha zor ve daha cesur bir adım gibi gözükebilir. Ama ittifakını korursa iktidar ömrünün kısalacağı çok açıktır. Bu koşullarda aynı politika ve strateji ile beş yıl gitmesi imkansızlaşır. Bunu en nihayet yerel seçimde test etmiş olur. Yerel seçimde yaşayacağı şok ve kırılma yeniden değişim talebini son derece güçlendirir, motive eder. Dolayısıyla şöyle bir noktaya geliyoruz; aslında Erdoğan'ın aynı rotada mı devam edeceği yoksa daha pragmatik davranıp iktidar ömrünü uzatmak için yeni açılımlar mı yapacağını belirleyecek olan aslında muhalefettin tavrıdır. Yerel seçimlere giderken, güçlü bir demokrasi inisiyatifi geliştirilebilirse Erdoğan kendisine yeni bir yol  haritası yapmak zorunda kalır. Bunu seçimden önce bile yapak zorunda kalabilir. Muhalefet Erdoğan ile milliyetçilik yarışına girerse, kendi korkularına teslim olmuş, boyun eğmiş bir siyaseti dillendirmeye devam ederse de gayet tabi bir özne olması, umut olması, yerel  seçimlerde yeni bir sayfa açılmasının asla öncülüğünü yapamaz.

Muhalefet demişken, “HDP’ye CHP barajı aştırdı” değerlendirmesi de sandık sonrası en çok konuşulan konu ve hükümetten doğru da bu yönlü değerlendirmeler geldi. Buna dair neler demek istersiniz?

Burada oylar sanki partilerin cebinde duruyor, canları kime vermek istiyorsa alıp bunlara dağıtıyorlar işte bu kadarını şu partiye, bu kadarını bize. Böyle bir şey yok. Evet bunu çok kendisine sorun etmeyen, bu konuda daha anlayışlı davranan CHP yöneticileri ve temsilcileri de oldu. Hatta CHP muhalifleri, listeye girememiş ya da CHP’nin bugünkü yönetim tarzını eleştiren milletvekillerinden, parti yöneticilerinden çok sayıda isim oldu. Bunu bir kere taktir etmek ve bu olgunluğu ifade etmekten imtina etmemek gerekiyor. Ama kurumsal olarak da şöyle bir pozisyonu göz ardı etmemeliyiz; sonuçta CHP seçmeninin bir kısmı, özelikle de HDP'li vekillerin dokunulmazlığının kaldırılıp, yargılama sürecinin başladığından bu yana CHP'nin HDP'ye bir diyet borcu olduğunu da görüyor. Kendi partilerini eleştiriyorlardı.

Bunu CHP içerisindeki bir çok milletvekili hatta parti yöneticisi açık yüreklilikle net biçimde ifade etti. Bunun elbette ortaya çıkarttığı bir toplumsal duyarlılık olmuştur.

Bu duyarlı toplumsal çevre gayet tabi son derece akıllıca, stratejik bir tercih yaptı. HDP kaybettiğinde, HDP baraj altına kaldığında bugün ne olurdu diye soru sorduğunuzda aslında onların ne kadar öngürülü, doğru ve ahlaki bir tutum takındığını görüyoruz.

CHP'nin milletvekili sayısı 15 tane daha fazla olsaydı Türkiye siyasetinde bir şey değişmezdi. Ama eğer HDP'nin 67 milletvekili çıkmamış olsaydı, baraj altında kalsaydı muhtemelen AKP 360'larda bir rakamla başka bir güç elde etmiş olurdu. Dolayısı ile burada bunlar kalıcı mı, geçici mi, bir kereye mahsus mu, tartışmasına asla girmek istemem. Bizim yapmamız gereken şey şudur; bu oylar demokrasiye ve barışa verilmiştir. Yani HDP demokrasi ve barış mücadelesinin öncülüğünü yaptığı müddetçe, bu oylar kalıcılaşabilir, örgütlenebilir, eğitilebilir ortak bir mücadelenin içerisinde taşınabilir. Sadece bir seçim işbirliği olmaktan çıkar bir bütün olarak demokrasi mücadelesinin sokakta da, hayatın her alanında da güçlenmesinin bir dinamiği haline gelebilir. Burada o çevreyi yok sayan, dışlayan, hafife alan bir yaklaşım sergilenirse elbette ki yani insanlar sembolik düzeyde bile olsa sergiledikleri bu dayanışma tavrı ile hayal kırıklığı yaşarlar. Burada güçlü bir oyun bozan iş yaptıklarını ifade etmeliyiz, taktir etmeliyiz. HDP'nin baraj altında kalması için, HDP'ye oy verilmemesi için  çok güçlü bir kampanya yürütüldü, kriminalize edildi. HDP'ye oy vermenin nerdeyse suç gibi tarif edildiği bir seçim kampanyası süreci yaşadık. Buna rağmen HDP ile yan yana duran, HDP'ye destek veren her seçmen elbette sadece sandıkta oyunu vermekle yetinmemeli, bundan sonra da HDP'nin tüm çalışma süreçlerinde, mücadele pratiklerinin içerisinde yer almalıdırlar. HDP ise onlara kapı açmalı yani onlara kendi çalışma zeminlerinde kendilerini iyi hissedecekleri, kendi sahiplenmeleri ile yer alabilecekleri bir ortamı inşa etmelidir.

Peki tüm bu değerlendirmeler ve en son HDP’nin izlemesi gereken tutumdan da yola çıkarak HDP önümüzdeki süreçte nasıl bir strateji izleyecek. Kaldı ki HDP’nin özellikle Türkiye’nin batısında oylarını arttırdığı bir seçimi geride bırakmışken.

Belki bizim HDP içerisinde işte temsil ya da yönetimlerinde pozisyonu olanlar açısından bugüne gelişimizde eksiklikler, gecikmeler özeleştiri yapılması gereken yanlışlar, yaklaşımlar olabilir. Ama sonuç itibariyle HDP’nin bu noktaya gelmesi aslında doğru bir proje olduğunun bir kez daha teyit edilmesidir. HDP’nin kuruluş süreci tartışmaları yapılırken, yapılan değerlendirmeler aslında gün gün kendini onaylatıyor. Kendini rüştünü ispat ediyor ve adeta tarihe kendisini teyit ettiriyor, onaylatıyor. Sonuç itibariyle bugün Karadeniz’de bir oy artışı varsa, sabırla kararlılıkla elbette ki sadece örgütsel çalışma değil, o da çok önemli değerli ama bu çalışmaların son derece zayıf olduğu bölgelerde bile toplumsal duyarlılıkla aslında HDP’yi sahiplenmiş bir seçmen kitlesinden bahsediyoruz. Bu Artvin’de de, Çukurova’da, Trakya’da da kendisini hissettiriyor. Bu durumda bu siyasetin bir sosyolojik karşılığı var.

Siz toplumsal karşılığı olmayan bir iddianın ısrarlı aracı mısınız yoksa tam tersine ciddi bir ihtiyaca cevap verecek bir toplumsal talebe dayanacak bir söz ya da siyaset üretiyor musunuz? HDP’ye ihtiyaç var mı sorusu, 24 Haziran’da bir kez daha “evet var hem de çok ciddi bir biçimde” olarak görüldü. Ama elbette HDP üzerine düşen ağır yükü, sorumluluğu taşıyabilecek daha iyi bir çabayla daha örgütlü ve disiplinli bir çalışma ile bu sosyolojiyi daha da büyüten, hitap ettiği kesimleri daha da açan ve yeni toplumsal kesimlerle buluşan bir siyaset üretmelidir. Genişlemeye en açık parti HDP’dir. Çünkü sorunlar, sorunların çözümsüzlüğü HDP’yi haklı çıkarıyor. Toplumun alternatifsizliği, çaresizliği HDP’ye olan umudu yükseltiyor. O zaman bunun gereğini yapan bunu kolaylaştıran bir siyaset ortaya koymakta HDP’nin sorumluluğundadır, omuzlarındadır.

Kaynak: Mezopotamya Ajansı