Mustafa Güçlü / Demokrat Haber

Çalışma hayatına 1981’de Milliyet gazetesinde adliye muhabirliğiyle başladı, daha sonra dershanelerde İngilizce öğretmeni olarak görev yaptı. Tıp fakülteleri ve dershanelerde tıbbî çeviri, TOEFL’a hazırlık amaçlı İngilizce dersleri veren şair ve insan hakları savunucusu Ruhan Mavruk’la iyilik ve cesaret arayışı üzerinden “emeğin ve direnişin” şiirini konuştuk.

Mustafa GÜÇLÜ: Okuyucularımıza kendinizi kalıplaşmış ifadeler dışında sizi en iyi şekilde yansıtacak sözcüklerle tanıtın desem neler söylersiniz?

Ruhan MAVRUK: Bir damlasıyım açık denizlerin, derinlere sevdalı bir ışık damlası…

MG: Bir söyleşinizde; "Şiiri ben seçmedim, şiir beni seçti" diyorsunuz. Şairlerin geçmiş yaşantıları özellikle çocukluk çağları onların şiir yolculuğunda önemli yer tutar. Çocukluğunuzda yaşadıklarınız şiirinize nasıl yansıdı? Başka bir şekilde soracak olursak şiir sizi nasıl seçti anlatır mısınız?

RM: Elbette çocukluk travmaları aslında tüm insanları etkiler. Şair hayatı daha derinden duyumsadığından onun etkileşimi daha yoğundur. Zor bir çocukluktu, evet; parçalanmış aile, sorumsuz bir baba ve boşluk duygusu. Ama günümüze uzanan travmalar yalnızca çocukluk çağı ile ilgili değildir.

Yaşadığımız her şey şiire girer; yalnızlığımız, çoğulluğumuz, korkumuz- cesaretimiz varsıllığımız- yoksulluğumuz, sevgi ve sevgisizlik her şey… Örneğin bunlar, çocuklarının yaşamından endişe duyan annecikler, cezaevlerinden yükselen çığlıklar bir nehir gibi büyür içimizde. Şiirin tanı ağardığında hepsi taşar. Sular bir şiir bırakır ayaklarınıza, o an acının sevince dönüşmesidir.

MG: Eskiye oranla günümüzde kadın şair sayısında gözle görülür bir artış var. Divan şiirinden beri erkek egemen bir alanda kadın olarak üretmenin zorlukları nelerdir? Bir de kadın duyarlılığı adı altında cinselliği ön plana çıkaran yani fetişist boyutta kadın bedenine yönelen şiir hakkında neler söylemek istersiniz?

RM: Geçmişte de kadın şairler vardı. Osmanlı döneminde bir Nigar Hanım örneği… Kürt kadın şairleri de tanıyoruz. Kadınların şiir yazması ve seslendirmesi ayıp sayıldığından baskılandılar. Yakın dönemlerde Gülten Akın, Zerrin Taşpınar gibi şairler insanın ve emeğin sesini yükselttikleri için çabalarının karşılığını alabildiler. Çok önemli bir konu var; sanat çevrelerinde kadın bedeninin cinsel istismarı. Açık ya da şifreli bir mesaja ret cevabı verdiğinizde, dergilerden, yayınevlerinden dosyalarınız dönüyor, türlü bahanelerle dışlanıyorsunuz. Bu nedenle sanat piyasasından hep uzak durdum.

MG: Geçmişinize baktığımızda iki şiir ödülü aldığınızı görüyoruz. Ülkemizde çoğunlukla tartışmalara yol açan her yıl pek çok şiir ödülü veriliyor. Ödüllerin sanatçıyı hem tanınır kıldığı hem de onun üretkenliğine katkı sunduğunu dile getirenler var. Benim de içinde bulunduğum bir grup sanatçı ise ödül ve yarışmalara piyasacı edebiyatın dayattığı bir mekanizma olarak cepheden karşı çıkıyor. Siz ödüller ve yarışmalar hakkında neler düşünüyorsunuz?

RM: İlk kitabım “İda Dağı Çöz Beni “ile İlk Yapıtlar Şiir Ödülü’ne layık görüldüm. Marmara Üniversitesi öğrenci ve asistanlarının çıkardığı ‘Mavi’ adlı kültür-edebiyat dergisi açmıştı bu yarışmayı. “Toplumcu Gerçekçi Şiir ve Modernite” dalında en iyi şair ödülünü aldım ve çok sayıda plaket… Ama bunlar paralı ödüller değildi. O tip yarışmalara hiç katılmadım, çünkü star sisteminde her ödül bir ödünü gerektiriyor. Hepsi de demokratik kitle örgütlerinin sunduğu dayanışma ödülleriydi.

MG: Ülkemizdeki anti-demokratik uygulamalardan muhalif bir kişilik olarak fazlasıyla nasibini alan sanatçılardan birisiniz. ” "Her sanatçı ve yazar savunduğu düşüncelerin bedelini öder. Tüm baskı ve engellemeleri daha çok yazarak kırabiliriz. Bu direniş de sanattır. Şiir tüm baskılara karşı bir direniştir" diyorsunuz. Yaşamın her alanında direnen bir şair olarak geçen yıl haksız yere tutuklandınız. Bize bu tutukluluk sürecinizde yaşadıklarınızla ilgili bilgi verebilir misiniz?

RM: Sayısız kez gözaltına alındım, işimden koparıldım, bu sinsi ilerleyen bir süreçti. Çoğu kez sigortasız çalışmak zorunda bırakıldım, ölüm tehditleri aldım. Korkunç sataşmalara, karalamalara maruz kaldım.

Geçtiğimiz kasım ayında da tutuklanarak Silivri Yüksek Güvenlikli Cezaevine gönderildim, soğuk nezarethanelerde uykusuz geçen altı günün sonunda hücredeydim. Hücrede ancak üreterek yaşayabilirsiniz. F Tipi cezaevlerine karşı direniş yürüttüğüm için mektuplardan, tahliyelerin anlatımından buranın gerçekliğini biliyordum. Mektuplar, şiirler yazdım, kapı altlarından, mazgallardan yapılan anma ve etkinliklere katıldım. Sağlığım etkilenmişti, açlık kan şekerim 250'ye çıkmıştı. Havasız ortamda nefes almakta zorlanıyordum. Yanımda iki arkadaş daha vardı: Sanem Asrak ve Yağmur Sanem Demirel, bana çok iyi baktılar. Dayanışmanın resmini yapabilir misiniz deseler o günleri işaret ederim. Otorite figürlerine karşı hiç zaaf göstermedim, ne gözyaşı ne yalvarış… Ama tahliye olduğumda 10 kilo vermiştim. Tüm bunlara ’’ Umudunu Yitirme’’ adlı son kitabında yer vereceğim. İnsan hakkı ihlalleri, hapishanelerdeki çığlık, bana gelen mektuplar, katıldığım eylemlilikler hepsi onda…

MG: Çukurova Üniversitesinde İngilizce dersi verirken OHAL'le birlikte öğrencilerinizden koparıldınız. Pek çok kamu emekçisi hiçbir gerekçe göstermeden KHK’ler ile görevinden edildi. Etrafımızda her alanda toplumu kuşatma altına alan sindiren bir devlet pratiği var. Sanatın ve sanatçının bu ablukaya karşı üstlenmesi gereken rol nedir?

RM: Ben zaten üniversite yıllarımda fişlenmiş olduğum için OHAL öncesi de mesleki engellerle karşılaştım. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İngilizce Tıbbi Çeviri, TOEFL, UDS gibi dersler verirken AKP İktidarının etkisiyle yavaş yavaş işle bağım kesildi. Sonunda çalışmayı bırakmak zorunda kaldım. KHK’ ye gelince pek çok kamu emekçisini işsizliğe, yoksulluğa sürükledi, intiharlara bile neden oldu. Birlikte çok ciddi bir mücadeleyi gerektiriyor. Zor olan bizi başarıya götürecektir. Çünkü şiir uçurum ağızlarında açan bir çiçektir.

Temelde tüm sanatçılar, özelde şairler örgütlenmeli, var olan insandan, emekten yana kurumlarla birlikte hareket edebilmenin yolları aranmalı. Tabii ki, burjuva sanatçıları ve sanat kuruluşları ile bu çetin yolda yürünmez. Telif hakkı üzerinde biz de devrimci özümüz bağlamında düşünmeliyiz.

MG: Günümüzde toplumcu şiir bütün mecralardan kovulmak üzere ve çok yönlü bir kuşatma altında. Kültür endüstrisinin yarattığı süreçte bir meta haline gelen edebi ürünün niteliğini göz önüne alırsak piyasacı edebiyata karşı “Devrimci Gerçekçi “şiir nasıl bir süreci örgütleme sorumluluğuyla karşı karşıyadır?

RM: Kovulamaz, şiiri kimse bitiremez. Acının ve direnişin çocuğudur çünkü o, ama önce biz kendi içimizde güçlü olmalıyız. Şiirimizi etik, estetik anlamda en üst düzeye getirmeliyiz. Toplumcu şiirde modernite çok önemli bir konu. Bu hem özde hem de biçimde olmalı. Özde, çünkü yenilenen ve çeşitlenen dünyaya yeni anlamlar gerek. Bu anlamları yaratmak istediğimiz ‘’yeni insana’’ ulaşmak için de yeni biçimler… Nazım Hikmet Ran;’’ öz sarsılmasında biçim için yüzlerce form vardır’’ demiş. Araştırmacı, cesur ve gelişimden yana olmalı.

Şiirde konu kısıtlaması olmaz. Toplumsal olanla bireysel olan diyalektik bir bütünlük içindedir çünkü.

MG: Milliyet Kitap, yaptığı bir soruşturma sonrasında Hilmi Yavuz’u “Yaşayan En Büyük Türk Şairi” seçti. Bu bir anlamda divan şiirindeki 'Sultanü'ş Şuara' (Şairlerin Sultanı)makamının yeniden modern şiire de getirilmek istenmesidir. Bu tür yapay makamlar, rütbeler şiirin iç dinamiklerine uygun mudur? Bu tür yaklaşımların sanat alanına egemenlerin bir müdahalesi olduğunu düşünür müsünüz?

RM: Sultanü’s Şuara’yı tarihe teslim edelim, hem Osmanlı döneminde saraya yakın olan şairler bu makama(!) getirilirdi. Fuzuli, Şair Eşref, Nefi hep halkın sorunlarını yazmaları, saltanatın edimlerini eleştirmeleri nedeniyle bu tür nimetlerden(!) uzak tutulmuş, baskı görmüşlerdi. Bu tür yapay makamlar şiirin iç dinamiklerine hiç uymaz, şiir özgürdür çünkü egemenlerin isteklerine ödün vermez, yapısı gereği muhaliftir.

MG: Son günlerde gündemden düşmeyen bir tartışmaya sözü getirmek istiyorum. Çünkü uzun zamandır “Türkçe Edebiyat ”ve ”Türk Edebiyatı” üzerinden çok hararetli bir tartışma yürütülüyor. Bu konuya ilişkin düşünceleriniz nedir?

RM: Türkçe edebiyat makul. Bu dilde birçok eser veriliyor, başka dillerin etkisinden ne kadar pay aldığı da önemli tabii. Türk edebiyatı deyince, Türkiye çok uluslu bir ülke. Divan Edebiyatı’nda Türkçe kadar Farsça, Arapça, Kürtçe gibi pek çok dilin katkısı vardır. Günümüzde ise antolojileri dolduran farklı milliyetlerden birçok şair var.

Sanat evrenseldir, bu nedenle edebiyatçılar arasında ırksal, dinsel ve dilsel bir ayrımcılığa da karşıyım.

MG: Son söz olarak neler eklemek istersiniz?

RM: Şiir uçurum ağızlarında açan bir çiçektir, zoru sever, kötü kalpleri sevmez, onun tanrısı iyilik, cesaret ve arayıştır.

 ‘Yürü bildiğin yolda

 Ölümden öte ne var. ’

________________________

Özgeçmiş

Şair ve yazar, insan hakları savunucusu. 9 Eylül 1956, İstanbul doğumlu. İçinde ünlü atom bilgini İrfan Mavruk’un da olduğu Çerkes kökenli bir ailedendir. İlk ve ortaöğrenimini İstanbul’da yaptı. İTİA Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu (1978) mezunu. Aynı alandaki yüksek lisans öğrenimini 1991’de Sosyal Bilimler Enstitüsünde tamamladı. Sosyal Bilimler Bölümünde doktora öğrenimini yaparken üniversiteden uzaklaştırıldı. Çalışma hayatına 1981’de Milliyet gazetesinde adliye muhabirliğiyle başladı. Daha sonra dershanelerde İngilizce öğretmenliği yaptı, tıp fakülteleri ve dershanelerde tıbbî çeviri, toefl’a hazırlık amaçlı İngilizce dersleri verdi. Özel radyolarda şiir ve kültür-sanat programları hazırlayıp sundu. İki yıl Çevre Radyosunun genel yayın yönetmenliğini üstlendi. Başka Kültürevi Daima Marksist Çeviri Atölyesinde çalıştı. Türkiye Yazarlar Sendikası, Edebiyatçılar Birliği üyesidir.

Şair, ilk kitabı, 1994 yılında Berfin Yayınları’ndan çıkan ‘’İda Dağı Çöz Beni’’ile Mavi Dergisi İlk Yapıtlar birincilik ödülüne layık görüldü. ‘’Derinliğin Serinliği isimli aforizmalar ve felsefe alıntıları ‘Ulusal Yayıncılık’tan çıktı (1996).

İkinci şiir kitabı Gerçek Sanat Yayınları'nda hayat bulan’’ Leyla ‘dan Beri ‘’(1998 ). Bunu’’ Fiyortlar’’ adlı anlatı -şiir kitabı (Daima Yayıncılık, 2005) ve Ayışığı kitaplığından çıkan ‘’Issız Ada ve Savaş Zırhlısı’’ adlı denemeleri izledi ( 2017).

2018 yılında Ayışığı kitaplığından ‘Toplu Eserler’i çıktı.

2018 Aralık ayında Aysad Yayınları ’İda Dağı Çöz Beni’nin  üçüncü ve Fiyortlar’ın ikinci baskısını yayına hazırladı. 2019'un Aralık ayında Güney Havadis Gazetesi tarafından kendisine, Toplumcu Gerçekçi Şiir ve Modernite dalında En İyi Şair Ödülü, 2019 Mayıs ayında ise Sanat Durağı Kültür Evi tarafından, Yaşamın Ve Şiirin Ustası ödülleri verildi. Radyo Umut, Çevre Radyo ve Özgür Radyo’da kültür-edebiyat programları yaptı. Tıp, Biyoloji, Eczacılık Fakültelerinde Tıbbi Çeviri, TOEFL, ÜDS, KPDS dersleri verdi. İnsancıl, Önsöz, Tavır, Berfin Bahar, Öğretmen Dünyası, Sanat ve Hayat gibi dergilerde yazı ve şiirleri yayınlandı. Son dönemlerde, Önsöz, Yaşam Sanat, Sanat ve Hayat, Yeni Gelen, Zamansız gibi dergilerde şiirleri yayınlanmaktadır.

Ruhan Mavruk, ayrıca yüreği kocaman bir insan hakları savunucusu olup, kadın hakları başta olmak üzere çeşitli insan hakları ihlallerine karşı gönüllü olarak mücadele etti. Ortak tepki gösterenlere sürekli destek oldu. Gösterilere katıldı, mahpusların sorunlarıyla ilgilendi, seslerini duyurmaya çalıştı.

Şiir ve düzyazıları 1993’ten itibaren Aykırı (yazı kurulu üyesi), İnsancıl, İblis, Öğretmen Dünyası, Kybele, Öteki, Siz, Ütopya, Güzel Yazılar, Hareket, Tavır, Yaba Öykü, Gerçek Sanat, Aykırı, Evrensel Kültür, Berfin Bahar, Atılım, Nihan, Devrimci Demokrasi, Evrensel, Dayanışma gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı. Hergele, Kybele dergilerinin kurucuları arasında yer aldı, Gerçek Sanat Yayınlarının yazı kurulunda bulundu. İda Dağı Çöz Beni adlı kitabıyla Mavi Dergisi İlk Yapıtlar Şiir Ödülünü kazandı.

“Ruhan Mavruk’un ilk şiir kitabını oluşturan şiirlerde genel olarak ilk görülen, ince duyarlıkların oluşturduğu örgü oluyor. Bireyin, insanın, genç kızlığın, kadınlığın duyarlıklarıyla doğanın ve acılarla dolu yaşamın evrensel bir bakışla algılandığı ve sunulduğu dizeler oluşturuyor Mavruk’un şiirini. “Örselenmiş yıllar akıyor arkamızdan…’ gibi hüzün dolu deyişlerden; “sev okşa beyninin kıvrımlarındaki şeytanları/’hayata tek boyutlu bakma” gibi çözüm arayışının ışıltılarına kadar, insani sorunların deşilip gözler önüne sergilediği şiirlerle dünyaya kucağını açıyor gibi Mavruk. ” (Öner Yağcı)

“Felsefe, düşünce, gerçek, diyalektik, yasa, yönetme, zorbalık, ölüm, yalnızlık, büyüklük, erdem, insan, gençlik, çocuk, sevgi, aşk, sanat, şiir, özgürlük, korku, kavga-direniş ve umutla ilgili özlü sözleri, dizeleri derlemiş Mavruk. Picaso’nun kapağı süsleyen o güzel resmindeki gibi günlerimi çiçekledi. ” (M. Mahzun Doğan)

“Şairin imge-simge sistematiği oturmuştur. İmge savrulmalarına pek rastlanılmaz. Yarattığı imge ve simgeler tam yerlerinde ve olması gerekene özlemini dile getirecek şekilde yaratılmışlardır, kullanılmışlardır. ” (Yılmaz Arslan)

ESERLERİ:

ŞİİR: İda Dağı Çöz Beni (1994), Leyladan Beri (1998), Issız Ada ve Savaş Zırhlısı (Şiirler, mektuplar, 2007), Toplu Eserler (dört kitabının toplu basımı, 2009). İncinmesin Kıyılarımız ( şiirler), Mayıs 2019 (Aysad yayınları)

ÖYKÜ: Fiyortlar - İnsan Atmak Serbest Çöp Atmak Yasak (2005).

DENEME: Derinliğin Serinliği (denemeler, aforizmalar, 1996), Simurg Tufanı (2005).

ÇEVİRİ: Neşeli Öğrenciler (Ann Digby’den, 1991), Körfezdeki Okul (1995).

Ayrıca İngilizce öğrenimi için bir gramer kitabı vardır.

HAKKINDA: Sunay Akın / Yağmurlu Şiir Sokağından Üç Şemsiye!. . (Gerçek, 17. 12. 1994), Yılmaz Arslan / Toplumcu Gerçekçi Şiirin Muse’si: Ruhan Mavruk ve “İda Dağı Çöz Beni” (Ada Kültür, Şubat 1995), Öner Yağcı / Bir Şiir Kitabı Daha (Kitap Eki dergisi, Ocak 1996), M. Mahzun Doğan / Picasso, Ruhan Mavruk, Zeynep Aliye ve Tufan (Dünya Kitap, Nisan 1996), Mazhar Kara / Duvarsız Sarmaşık (Evrensel, Şubat 2000), Derinliğin Serinliği (Gergef, Kasım 1996), Rüzgârdaki Yalnız Türküler (Cumhuriyet Kitap, 18. 1. 2001), Sennur Sezer / Fiyortlar (Cumhuriyet Kitap, 17. 11. 2005).