Şair Emin Kaya ile şiir üzerine konuştuk...
Sedat Sezgin: Şiirin yaşamdaki karşılığı sizce ne olmalıdır?
Emin Kaya: Şiir, yaşamın ana rahmidir, döl yatağıdır. Yaşam şiirle başlamış, dallanmış budaklanmış. Caudwell Yanılsama ve Gerçeklik adlı yapıtında, “Şiir; duanın, büyünün, tarihin ortak taşıyıcısıdır” deyip devam ediyor. “İlkel insanların tören giysileri içinde yüceltilmiş diline şiir dili diyoruz. Tarih boyunca şiir düzyazıya din bilimine hikâye ve oyun dallarına bölünür” diyor.
İncil, önce söz vardı diyor, Kuran Allah Âdem’e isimleri öğretti diyerek sözcüğü kutsuyor. Nitekim kimi doğu kaynakları şiirin çıkış kaynağı için Âdem’in oğlu Habil’in cesedi başında yaktığı ağıtlardır derken, batı kaynakları ise şiiri bağbozumu şenliklerinde Dionysos’a yakılan dua ritüeliyle başlatır. Yani şiir hep var olmuştur insan yaşamında, varlığını sürdürmeye de devam ediyor. Şiirin yaşamdaki karşılığı insanın bugüne kadar ortaya koyduğu sanatın edebiyatın medeniyetin ta kendisidir.
Şiir bireyin bilişsel ve içsel hezeyanları mı yoksa bireyin toplum-iktidar karşısındaki duruşu ve bir nevi isyanı mı?
E.K: Fernando Pessoa Huzursuzluğun Kitabı’nda; “İnsan ruhu ne yaparsa yapsın acının kurbanı olmaktan kaçamaz. Öyle ki hazırlıklı olması gerektiğini bilse bile, sevimsiz sürprizler karşısında acı duyar” diyor. Yaşadıklarımıza ne kadar özenli davransak da bir yerde bir tatsız sürpriz gelip bizi bulabiliyor. Hep bir eksiklik insan ruhunu yakalıyor. Sonuçta yaşadığımız bu hayat isteğimiz dışında çıktığımız deneysel bir tecrübeden ibarettir. Bu tecrübeyi edinirken bir başımıza olmuyoruz. İçinde bulunduğumuz ortamın birer tamamlayıcısı konumunda buluyoruz kendimizi.
Oscar Wilde “İnsanların çoğu aslında başka insanlardır” demiş. Kimimiz hayatını arzu bile etmediği şeylerin peşinde harcıyor, kimimiz çok istediğimiz ama bulunca da hiçbir işe yaramayan şeyler için. Böylece iç hezeyanlarımız baş göstermeye başlıyor. İçimizin sıkıntısını anlatacak çeşitli yollara başvuruyoruz. Bu yollardan kendimce en etkili bulduğum yol şiir oldu.
Şiirin sahici duygusu varlığımızı itiraza dönüştürecek güçlü bir sese dönüşüyor. İç hezeyanlarımız toplumda karşılığını bulunca da haklılığını iktidara kabul ettirebiliyor. Bu iktidar devlet otoritesi olabildiği gibi hayatımızın başkalaşımından sorumlu aşk özlem hüzün de olabiliyor.
Şiir sizce ne olmamalıdır?
E.K. : Şiir ne olmamalıdırdan önce ne olması gerektiğine değinmek istiyorum. Şiir özel bir söz biçimidir. Homeros şiiri “kanatlı söz” olarak tanımlar. Yine İbn-i Sina Şiir Sanatı adlı kitabında şiir için, “İnsan ruhunu kendine tabi kılan güzel söz” der. Turgut Uyar ise şiiri bir yaşam çabası olarak görür. Yaşadıklarımıza tanıklık eder şiir. Bunun için yaşamı olabildiğince kapsamalı. İçi sıkılan, bunalan, öfkelenen ya da sevincini, aşkını dile getirmek isteyen insan şiirin dizi dibine gelip oturabilmelidir. Yaşamın özünde hep canlı ve taze bir şekilde yerini korumalıdır şiir.
Günümüzde modernlik adına anlamsız, kuru, ruhsuz şiirler de üretiliyor. Kapalı, anlaşılmazlığın sınırında dolaşan şiir adı altında metinler üretiliyor. Halka şiir olarak sunuluyor bu metinler. Zaten okuyucusu her çağda az olan şiir iyice köşesine çekilmek zorunda bırakılıyor. Şuna da değinmeden geçmeyeyim. Sloganik, siyasi görüşün hizmetine sokulmaya çalışılan şiir kısa ömürlü, hödük kalmaya mahkûmdur. Lirik duygusunu yitiren şiir, söz yığından öteye gidemez. Ahmet Arif’in, Nazım Hikmet’in, Necip Fazıl’ın Ataol Behramoğlu’nun İsmet Özel’in şiiri toplumcu gerçekçi şiir olmayı başarmışsa içinde barındırdığı lirik duygu sayesindedir.
Şiir çağımıza ait bir tür müdür?
E.K. : Şiir geçmişte olduğu gibi günümüzde de yeterli ilgiyi görmüyor. Okuyucusu maalesef bir öykü, roman okuyucusu kadar geniş değil. Şimdi kitapları onlarca baskı yapan İkinci Yeni şairlerinin kitapları onlar hayattayken ancak bir baskı yapabilmiş. Turgut Uyar kitaplarından sadece Divan’ın iki baskı yaptığını anlatıyor bir söyleşisinde. Şiirin yeterli okuyucuya ulaşmamasının sebepleri elbette ayrıca tartışılabilir.
Ama sebepler ne olursa olsun şiir, çağlar üstüdür bana göre. İnsani olan şeylerin çağı kapanmaz çünkü. Çağlar öncesinden günümüze Homeros, Dante, Shakespeare, Yunus Emre, Mevlana, Karacaoğlan, Dadaloğlu, Ahmed-i Hani, Feqiye Teyran gelebilmişse, Ahmet Arif şiiri hala capcanlı duruyorsa bu şiirin çağlar üstü olduğunu gösterir.
Şiir çağımıza ait bir tür ise okur nezdinde karşılığını bulabiliyor mu?
E.K. : Az önce konuştuğumuz gibi maalesef yeterli karşılığı bulamıyor okur nezdinde. Nitelikli şiirlerin azlığı, yayınevlerinin şiire mesafeli duruşu bunda en büyük etken. Kapitalist sistem sömürebildiği her şeyi metalaştırıyor. Ondan fayda sağlamak için tüketim kanallarından mümkün olduğunca faydalanıyor. Sanatın çeşitli dallarında bunu çok rahat görebiliyoruz. Ama şiire gelince bunu başaramıyor kapitalist sistem. Çünkü şiir özdür, saftır, hile kaldırmıyor. Kullandırtmıyor kendini. Bu da işlerine gelmediği için şiire ilgisiz duruyorlar. İyi ki böyle oluyor. Yoksa çağlar üstü bir tür olarak kalamazdı.
Emin Kaya kimdir?
1980 Batman doğumlu. Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Öğretmenliğinden mezun oldu. Şiirleri; başta Varlık, Kitap-lık, Sözcükler, Yasakmeyve, Akatalpa, Şiiri Özlüyorum, Eliz olmak üzere çeşitli dergilerde yayımlandı. Yazdıklarım Ali Rıza Ertan Şiir Ödülü’ne, Sunullah Arısoy Özel Şiir Ödülü’ne ve Kemal Özer Şiir Ödülü’ne değer görüldü. Akvaryum Konuşkanı, Beni O Uysal Kuyuda Unutmayacaktın ve Yırtık Devrim adında şiir kitapları okuyucusuyla buluştu.