Kalben’in üç şarkı ve bir remix’den oluşan Aşk Çeşmesi adlı EP’si geçtiğimiz aylarda dinleyiciyle buluştu.

Bu çalışma, gelecek albüm için bir önsöz niteliğinde mi?

Bu kısa çalarda hikâyeleri anlatma biçimi ve hikâyeler arasındaki geçişlerde bir bütünlük gözettik. Aşk Çeşmesi’nde çok kıymet verdiğim müzisyenlerle çalışmam, onlarla fikir alışverişlerinde bulunmam albüme farklı bir değer kattı. Evet, çok özgür bıraktım kendimi. Müzikal anlamda daha rahattım. Söylemlerimde, dans edişimde, hallerimde sınırı genişlettim. Bir serseri, bir şaman, bir kadın, bir insan, evli veya bekar biri, bir öğrenci oldum; ama asla kimseye öğretmen olmadan anlattım hikâyeleri…

Bence, o hallerin ve oluşların içinde bir iyileşme ve iyileştirme çabası da var.

Ben insanları seven, müziğini yapmak isteyen, müzik yolunda tanıştığı güzel insanlarla ve onların hikâyeleriyle ilgilenen biriyim. Bu üç şarkının içinde, konserlerde, sokaklarda tanıştığımız, birbirimize gülümsediğimiz, bana hikâyelerini anlatan insanlar var. Ortaya çıkan şeyin benden bağımsız olduğunu fark ettim. Benim başarı anlayışımdan, kadınlığa bakışımdan, aile öykümden, travmalarımdan, yaralarımdan da bağımsızdı. Evet, beni onaran, iyileştiren, bir yanıyla da asileştiren, bazı şeylere direnme anlamında güçlendiren bir süreç yaşadım. Bu sayede kendimle, şahsiyetimle tanıştım. O yüzden, bu mini albüm beni elektronik müziğe açıyor demektense, beni başarı beklentisinden, cinsiyetimden, geçmiş deneyimlerimden kopartıp daha özgür kılıyor demek daha doğru geliyor. Dolayısıyla, onlar ve ben gibi bir ayrım kalmadı aramızda.

Onlar ve ben ayrımı, daha doğrusu onlar ve ötekiler ayrımı tam da bu dönemin meselesiyken “biz” diyebilmek önemli …

Tam olarak bu rahatsızlığı yaşarken, bu soruyu sormandan dolayı mutluyum. Bu tarz ayrımlar, mesela “o erkek, ben kadınım” söylemi sanki aynı şeyi göğüslemiyoruz gibi bir algı yaratıyor. Ya da doksan yaşında biri öldüğünde, genç ölümüne duyduğumuz kadar üzüntü duymuyoruz. Gencecik birini sevmediği biriyle evlendiriyoruz ya da bakıyoruz biri çok önemli bir mevkiye geliyor ama adamın çok sapkın zevkleri var, aslında aramıza almayacağımız biri… İnsanların hayatlarında o kadar farklı kırılmalar ve hikâyeler gördüm ki artık onları yargılamaktan vazgeçtim.

Peki kendini yargılamaktan veya suçlamaktan vazgeçtin mi?

Evet, vazgeçtim. Bazen bilmeden, bazen de bile bile yaptığım hatalar yüzünden; öyle davrandım, öyle giyindim, öyle göründüm diye kendime yüklediğim sorumluluklardan vazgeçtim. Çok çıplağım.

Sanırım toplumsal baskıların yanı sıra kendi içinde yarattığın sınırları da kırmaktan söz ediyorsun.

Evet, bu bir inançlar sistemi. Bize dikte edilen şeyler yüzünden kendimizi aslında olmadığımız bir kalıba sokuyoruz. Sarışın değilsek sarışın birine, şişmansak zayıfa kızıyoruz, mezhebi farklı olana, dili farklı olana kızıyoruz… Ben insanları anlamaya karar verdim. Belki hepsini sevemem, fakat anlayabilirim. O yüzden yargılamaktan vazgeçtim. Benimle ilgili olumsuz bir şey okuduğumda “Ah ne güzel! Bu insan benden nefret edecek kadar bana vakit ayırmış,” diyorum. Belki de bu yüzden, büyük büyük laflar etmekten, kendimi ortaya koymaktan, kalbimi kıran insanların onayını beklemekten vazgeçtim.

İbrahim Tatlıses’in şarkısı Haydi Söyle’yi coverlamıştın. Bu şarkıyı artık okumayacağını söylediğinde tatsız şeyler yaşadın.

Evet, artık söylemek istemediğim bir şarkı yüzünden tatsız şeyler yaşadım. İşin özü, bu şarkıyı söyleyeceğim beklentisinde olanlar için bir açıklama yapmıştım. Bu şarkıyla mutlu oldum, bir çok insanı da mutlu ettim. Ve artık onu geride bırakıp başka şarkılar söylemek istedim. Tamamen kendimle ilgili, şahsi bir meseleydi. Ama olay bağlamından koptu, başka yerlere gitti.

Aslında neden bu şarkıyı söylemeyi bıraktığını değil, sonrasında gelen tepkileri konuşmak istiyorum. Öfke ve nefret dilinin hayata bu kadar hakim olması ürkütücü.

Herkese karşı büyük bir nefret var. Senin gibi maaş almayan, senin gibi toplu taşımaya binmeyen, senin gibi işsiz olmayan… Nedeni fark etmiyor, herkes herkesi öteliyor, nefret ediyor. Bu herkese yapılıyor; kadınlara, adamlara, beyaz yakalılara, emekçilere, siyasetçilere, çocuklara, gençlere, doğaya… Birbirimize dayanamadığımız, birbirimize dokunamadığımız bir yere geldik. Bu ülkenin insanları asperger sendromu olduğu için Greta’yı linç edebildi mesela. Bir Kuzey Avrupa ülkesinde doğduğu için küçük bir çocuktan nefret edebildik. Benden de her gün nefret edebilirsiniz, bu siber kabadayılık hiç umurumda değil. Sadece istediğim şarkıyı söyleyeyim, sıkılınca başka şarkı söyleyeyim istedim. Bunu yapabilme özgürlüğüm olmalı. Ama sıkıntının da özgürlüğün de, her şeyin bir bedeli var.

Senin genç bir hayranın bana, “Kalben, sahte bir hayal, büyülü bir aşk vaat etmiyor. Çok gerçek şeylerden söz ediyor, kızlara doğru şeyler söylüyor” diye bir tespitte bulunmuştu. Ne dersin? 

Çok mutlu oldum. Ama söylemimin son günlerde yanlış anlaşıldığını da görüyorum. Ayrımcılık yaptığımı söyleyenler oluyor. Cinsiyet ayrımcılığı yapmıyorum. Aksine benim meselem, cinsiyet gözetmeksizin herkesin eşit haklara sahip olabilmesi. Kadınlar istedikleri işleri yapabilsinler, iş yerinde erkekle eşit gelire sahip olsunlar, zorla evlendirilmesin, mal gibi alınıp satılmasınlar, kadın bedeni başka insanlara sunulacak bir eşya olarak görülmesin. Bir kadın sevgili, nişanlı, eş olmak istemediği için öldürülmesin. Sanırım insan haklarını savunduğum ve bir kadın olduğum için kadınları kayırıyor gibi görünüyorum.

Senin genel tavrında beden politikalarına, kadına, erkeğe dayatılan rollere bir gönderme var.

Evet var ama bu planlayarak yapılmış bir şey değil. Bir refleks olarak ortaya çıktı. Kız çocuğuna nasıl bakıyorsam erkek çocuğuna da aynı gözle bakıyorum. Bir çocuğun hayatını istediği gibi kuracak olanaklara sahip olabilmesini, bütün sistemlerin ötesinde bir insan olarak var olabilmesini, varlığını, bedenini kabul edebilmesini, utanmadan göğüslerini, bacaklarını taşıyabilmesini, bedenini bütün parçalarıyla, bir bütün olarak hissedebilmesini istiyorum. Ben yıllarca hissedemedim.

SÖYLEŞİNİN TAMAMINI BURADAN OKUYABİLİRSİNİZ