Kendine özgü bir sesi ve yorumu var. Ve bu ses ne zaman kulağıma çalınsa mistik bir yolculuğa adım attırıyor. Şimdi duyduğum ses ve şarkılar ise çocukluğuma götürdü. Annemizin bizlere söylediği o ninnileri Niyaz projesinden tanıdığımız Azam Ali kendi anılarını da içine katarak yorumluyor. “From Night To The Edge Of Day” adını verdiği ninni albümü etnik kültürlerin yanı sıra farklı dillerle de o masum yıllara, çocukluğumuza adım attırıyor. Azam Ali bu albümün esin kaynağı olarak oğlu İman’ı gösteriyor.

Azam Ali’yle ilk yan yana geldiğimiz yıl 2008’di ve oğlu İman yeni doğmuştu. İman kucağında İstanbul’u gezdiriyordu ona. Oğlunun Amerika’da doğmuş olması Azam Ali’yi bir hayli üzmüş, ülkesi İran’a olan özlemi artmıştı. Oğlu şimdi 3 yaşında ve Azam Ali, ninni albümünde hem kendi çocuk yaşında ülkesinden ayrılmak zorunda kaldığı o acı günleri, hem de İman’ı ülkesinden uzakta büyütmenin derin yarasıyla söylüyor ninnileri ve Ortadoğu’daki  toplumsal ve politik çatışmaların bedelini en ağır şekilde ödeyen çocuklara küçük bir armağan diyor. Albümde Kürtçe, Türkçe, Arapça, Farsça, Azerice ninniler yer alıyor.  Kendi oğlundan esinlenen Azam, tüm dünya çocuklarının, ülkelerinden uzakta büyümek zorunda kalan, sürgün edilen, savaşın gölgesinde büyüyen ve çocuk yaşta erkenden büyümek zorunda kalan çocukların acısını derinden hissediyor…  Azam Ali bu sofistike ve dinleyeni usul usul ama derinlerden etkileyen çalışmasında,  bu coğrafyaların ünlü müzisyenlerinin katkısını alıyor.

Belli bir kültüre odaklanıp kalmayı reddeden Azam’ın ayrıksı sesi, bana göre sınır tanımayan bir ses…

 

- Solo albüme uzun bir ara vermiştiniz ve o uzun yılların ardından From Night To The Edge Of Day albümüyle merhaba dediniz… Bu albüm bir proje albümü ve Ortadoğu ninnileri var. Böyle bir proje albümünün çıkış noktasını bizimle paylaşır mısınız?

Bu albüm için 2008’de Amerika’da doğan oğlum Iman’ın doğumundan esinlendim. Hayatımın en mutlu anıydı ama aynı zamanda en üzücü zamanı, çünkü hayatımda daha önce hiç olmadığı kadar kendimi ülkeme uzak hissettim. Oğlumun, ülkesini benim bildiğim ve tanıdığım gibi bilmeyecek olması beni çok üzdü. O yüzden dünyaya yabancı hissettim kendimi. Bu olay bana dünya üzerinde sosyal ve politik çatışmanın sonucu diasporada doğan ve bu çatışmanın bir parçası haline gelen çocukları düşündürdü. Onlar masum kurbanlardır. O anda bunun için sadece üzülmekle kalmak yerine pozitif bir şeyler yapmaya karar verdim. Sonra anne ve çocukları düşündüm ve bir annenin çocuğuna ilk şarkı (ninni) söyleyen kişi olduğu geldi aklıma. Bu onların kültürlerini öğrenmelerini ve bağlanmalarını sağlayan ilk adımlardan biri.

İman’a ninni söylersem benim de ona doğu ruhu gibi derin ve anlamlı bir şey aşılayabileceğim geldi aklıma. Buradan yola çıkarak da bu albüm fikri doğdu. Orta Doğu’dan ninnilerin olduğu bir albüm kayıt etmeye karar verdim ama bu albümün asıl odağı azınlık grupları, tüm insanların eşit olduğu ve tüm ebeveynlerin iyi bir dünyada çocuklarını yetiştirmek olduğu. Biz bu dünyayı ancak dinsel ve etnik farklılıkları bir kenara atarsak yaratabiliriz.

 

-Sosyo-politik durumlar yüzünden haksızlığa uğrayan tüm çocuklar için söylüyorsunuz ninnileri… Dünya üzerine baktığımızda bu kirli savaşın bedelini en çok çocuklar ödüyor. Sizde oğlunuzu Amerika’da büyütmek zorunda kaldınız. Kendinizde küçük yaşlarda ülkenizi terk ettiniz. Bir özlemle yaşadığınızı söylüyorsunuz…  Peki yıllar sonra İran’a gittiğiniz de neler hissettiniz?

23 yıl ayrı kaldıktan sonra İran’a 2002’de gittim. Benim için çok kötü bir zamandı çünkü annem vefaat etmişti. İran’a annemi gömmeye gittim ve 23 yıl sonra bütün ailemi gördüm. Yaşadıklarımı sözlerle anlatmam çok zor. Bir insanın ülkesinden ayrılması ve tüm bu trajediyi ifade etmesi çok zor. Annenizi kaybetmek ve ülkenizi kaybetmenin acısı aslında birbirine yakın acılar. İran’a gittiğimde oranın kokusunu bile almak çok güzel hissettirdi tabii, çocukluğumun hatıralarında kalan dağları görmek, şehirdeki sesleri duymak, insanların dilinizi konuşuyor olması. Ama aynı zamanda bu kadar yıl sonra döndüğümde savaşın insanlara neler yaptığını görmek de çok acıydı. Herkes kırgın ve bıkkın gözüküyordu. Herkesin sahip olmaya hakkı olduğu özgürlüğün kısıtlanmış olması aslında insanlara daimi tutsak hissi veriyor. Bu beni çok etkiledi. Bu anımdan sonra bir kaç kere daha gittim İran’a ama şu anda tanınan bir şarkıcı olduğum için geri dönmem daha tehlikeli duruyor.

- Albüme baktığımızda gerçekten de toplumsal olarak bedel ödeyen ülkeler var. Filistin denilince çocuk karesi düşüyor aklımıza… Türkiye’nin doğusu politik çatışmalardan nasibi almış bir ülke… Bu çocuklar için en masum ninnileri söylüyorsunuz… Hayatın bu kadar da masum olmadığı günümüze bir gönderme mi?

Bu albüm vermek istediğim sosyal mesajı iletiyor. Sürgünü tecrübe etmiş bir anne olarak kendi tecrübelerimi paylaşmak istedim. Paylaşarak da aslında bu çatışmalardan en çok yaralananların çocuklarımızın olduğunu vurgulamak istiyorum. Orta Doğu’da Filistin ve Afganistan gibi yerlere baktığımda tek görebildiğim umutsuz büyüyen çocuklar oluyor, onlar da her insan gibi mutlu hayatlar yaşamayı hak ediyorlar. Orta Doğu’ya gittiğim zaman hala etnik ve dini ön yargılar olduğunu görüyorum ve tecrübe ediyorum. Bu çok üzücü. Hiç bir insan doğarken dinini ve kültürünü seçemiyor. Neden azınlıklar kendilerini diğerlerine göre daha ezik hissetsin ki? Onlar da tıpkı benim kendi çocuğuma beslediğim sevgiyi kendi çocukları için besliyorlar ve gelecekleri için aynı güzellikleri istiyorlar. O zaman, eşit değil miyiz?

-Sanıyorum insan hayatının en önemli ve travmatik anı çocukluk yılları. İnsan çocukken yaşadığı hiçbir kötü anıyı unutmuyor ve yıllar sonra bir şekilde karşımıza çıkıyor. Sizin de böyle miydi? Çocukken yaşadığınız bugün zaman zaman sizi meşgul eden anlarınız var mı? İran’da sizi en çok etkileyen neydi çocukluk yıllarınızda?

 Hiç şüphe yok ki küçüklüğümüzde, çocukluk yıllarımızda iyi ve kötü tecrübelerimiz oluyor ve bu dünyaya bakışımıza yansıyabiliyor. Ben dört yaşımdayken Hindistan’a gönderildim ve 15 yaşıma kadar orada okudum. Ailemden ve ülkemden o kadar genç bir yaşta ayrı kalmak hiç de kolay değildi. Bu yüzden kalbimde hep koca bir delik (boşluk) var. Ama her insanın hayatında biraz da olsa acı vardır. Önemli olan acılarımızı, kötü anılarımız alıp onları iyi şeylere dönüştürmektir. Bu bir tercih meselesidir. Ben çok genç yaşta fark ettim ki müziğin çok önemli bir gücü var ve bu güç sayesinde kendimi iyileştirebilir ve hem kendi hem de başkalarının hayatlarına neşe katabilirim.

-Ortadoğu’nun farklı dillerini de bir araya getirdiniz. Amerika’da yaşayıp Ortadoğu’yu hissetmek nasıl bir duygu? Arada kaldığınızı düşünüyor musunuz?

Nerede olursam olayım ben her zaman doğuluyum. En büyük zorluk Batıda yaşayan bir kadın olarak orta doğulu kimliğimi korumak. Ben hiçbir zaman batılı olmak istemedim. Pek çok doğulu kadının batılılaşmaya çalıştığını görmek beni üzüyor çünkü ben doğulu olmaktan gurur duyuyorum. Benim için en önemli şey doğulu genç kadınlar için pozitif bir rol modeli oluşturmak. Onlara modern olmak için aslında batılı olmak gerekmediğini göstermek ve doğulu olsak da modern dünyanın bir parçası olabileceğimizi göstermek. Aynı zamanda ileri görüşlü ve çağdaş hayatlar yaşayabileceğimizi kanıtlamak. Bu benim için çok önemli.

 -İran'da yaşıyor olsaydınız bugün pek çok grupta müzik yapabilir miydiniz? Dünyaya açılabilir miydiniz? Bu yanıyla bakarsak Amerika'nın size kattıkları ve sizden götürdükleri neler?

İran’da yaşasaydım müzik yapamazdım çünkü orda kadınların şarkı söylemesi yasak. Muhtemelen oradaki diğer kadınlar gibi tipik ve basit olan bir hayat yaşıyor olurdum. Batıda yaşıyor olmak hiç şüphesiz bana çok geniş bir dünya görüşü kazandırdı. Çünkü kültürlerin en uç noktalarını tecrübe ettim. Batıda yaşarken ve gençken en zorlandığım nokta yolumu bulmaya çalışmak oldu çünkü kendimi kaybolmuş hissediyordum. Müzik yapmaya başladığım zaman kendimi bulmaya başladım. Faklı kültürleri tecrübe etmek ve yaşamaktaki tek problem çok değiştiğiniz için bir noktada ikisine birden ait olmayacağınızı hissetmek oluyor. Burada aslında hem bir kayıp hem de bir kazanç var.

-Mistizim Ortadoğu müziğinde çok hakim. Sufizm sanıyorum sizin için farklı bir anlam taşıyor. Hem sesinize hem de müziğinize fazlasıyla yansıyor… Etnik çatışmaların ortasında mistizim sizi nerelere götürüyor?

 Sufi sanatı ile ilgili mükemmel olan taraf dinsel ve kültürel şeylerin çok üstünde olması ve bunları aşmış olması, aynı zamanda sadece insan ruhunun anlayabileceği dilden konuşması. İnsanları farklı görüyorsanız, bu sanatla bağlantı kurmanız pek mümkün değil. Benim için müzik, dini ve kültürü bir kenara koyan, insanların tamamen özgür olabilecekleri bir yer olmalı. Müzik ve sanat sayesinde insanlar basit bir tecrübenin çok dışında bir tecrübe elde edebilir. Derin ve anlaşılması güç bir tecrübe bu. Açık olmak gerekirse bu eski Sufi şiirleri inanılmaz güzel bir harita gibi, Doğu’nun çok önemli bir mirasıdır. Bize güzel yollar gösterirler ve eğer biz de kendimizi açarsak, bu yolda yürürsek büyüleyici yerlere seyahate çıkabilir ve hayatı daha anlamlı ve güzel kılabiliriz.

-Pek çok önemli isimle de bir araya geldiniz. Düet çalışmaları yaptınız. Sizin dünyaya açılmanızı sağlayan ortak çalışmalar yapmanız mı?

 İşbirlikleri benim için hep çok doğal gelişti. Düet yaptığım ve beraber çalıştığım, ünlü ya da ünlü olmayan fark etmez, ilk önce hepsiyle arkadaş oldum, daha sonra işbirliği yapmaya karar verdik. Süreç benim için hep organik olmalı, doğal gelişmeli öteki türlü sonuçları güzel olmuyor. İnsanlarla işbirliği yapmayı ve birlikte çalışmayı çok seviyorum çünkü her zaman bir değerli şeyler öğreniyorum ve bu da benim bir sanatçı olarak daha da çok gelişmemi sağlıyor, sonuç olarak işime yansıyor ve sonuçlar her zaman daha iyi oluyor.

-Müziğe sınır koymuyorsunuz, sesinize de… Gerçekten müzikte sınır yok mudur?

Müzik ruhun dilidir ve sınırsızdır. Müziğin diğer sanatlara göre her zaman daha popüler olmasının sebebi esoterik doğasındandır. Ve kesinlikle manevi bir şeydir. Ben her zaman böyle bir ihsanı tecrübe edebildiğimiz için. Daha güzel ve limiti olmayan bir dünyaya arada sırada kaçamasaydık insanlık olarak nasıl kurtulurduk düşünemiyorum.

-Türkiye’yle güçlü bir bağınız var, nereden kaynaklanıyor bu bağ?

Benim Türkiye ile ilişkim baya güçlü. Belki de İran’a en yakın kültürlerden biri olması sebebiyle olabilir. Türkiye’ye ilk geldiğimde bu aşık olmak gibi bir his yarattı bende ve bu aşk git gide güçleniyor. Türkiye’de bir sürü arkadaşım var ve çoğu ailem gibi. Kocam ve ben hayatımızın bir döneminde Türkiye’de bir süre yaşamayı planlıyorduk ama bu mümkün olmadı, onun yerine Montreal’e taşındık. Yine de Türkiye’ye her yıl seyahat ediyoruz. Ordayken başka hiç bir yerde hissetmediğim gibi evimdeymiş gibi hissediyorum.

GÜLŞEN İŞERİ / DEMOKRAT HABER