Tarihi Diyarbakır Newroz’unda, sahneye çıkan Kazım Koyuncu’nun kardeşi Niyazi Koyuncu, sahneden bir milyondan fazla Kürt’e Lazca türküler söylemiş, Newroz kutlamalarının ardından ise bazı milliyetçi kesimler tarafından hedef tahtasına konulmuştu.

Niyazi Koyuncu, yaşanan süreci, Karadeniz’in ‘barış’a bakışını ve tarihi Newroz sonrası yaşananları Milliyet gazetesinden Asu Maro’ya verdiği röportajda anlattı:

Öncelikle şaşırdınız mı şu son dönemde olanlara diye sorarak başlamak istiyorum... Bekliyor muydunuz böyle tepkiler?

Tabii ki ben bunu göze alarak gittim Diyarbakır’a. Gitme sebebim de benim barışa ve kardeşliğe olan inancımla ilgili bir şey. Aslında kabul etmemde başka bir neden de vardı; BDP ’li vekillerin Karadeniz’de karşılaştığı linç olayı.

O beni üzdü açıkçası. Ben çok fazla Güneydoğu’ya konsere gidiyorum ve her seferinde iyi bir şekilde ağırlanıyoruz. Onlara bunun yapılması beni zaten üzmüştü, böyle bir teklif geldiğinde ben de gittim, belki katkım olur diye. İnsanlar belki sorgular, “bu adam neden gitti” diye. Güzel bir atmosfer de vardı, ben hiç bu kadar kalabalığa şarkı söylememiştim hayatımda. Bir ara başım döndü.

Neden sizi çağırdılar sizce? Karadeniz’den biri olsun diye mi?

Muhtemelen. Çünkü son dönemde Karadenizlilerle Kürtlerin arasında sanki düşmanlık var gibi bir şey yaratılmaya çalışılıyor. Sanırım onlar da bunu kırmak için böyle bir adım attılar. Bizde öyle düşmanlık müşmanlık olamaz. Gittim şarkılarımı söyledim, belki bir köprü olur o şarkılar, siyasetçiler değil de belki insanlar arasında.

Pişman oldunuz mu sonradan, başıma bir sürü iş açıldı diye...

Yok, her şeyi göze almıştım zaten ben. Öyle de yaşayan biri değilim, kafasında doğruları olan biriyim, bir şeye inandıysam tamamdır. Körü körüne bir durum olsa tabii ki üzülürdüm ama ben bunu bilinçli yaptım, gittim şarkımı söyledim, geldim. Bir daha olsa yine giderdim. “Kelleyi koltuğa koydun” dediler mesajlarda, gerekirse öyle oldu.

Karadeniz’deki arkadaşlarınızdan, tanıdıklarınızdan nasıl reaksiyonlar aldınız?

Benim güzel bir çevrem var aslında. Karadenizli olup da muhafazakar olan arkadaşlarım da var, onların birçoğu da destek verdi. Herkes çünkü insan olarak düşündü. Ne olursa olsan kan dökülmesin, artık bu ülke başka bir şey yapmalı.

O yüzden arkadaş çevremden tepki almadım ama birkaç akrabam bir şeyler yazmış, beni arayamadılar tabii, bir de Karadeniz’de belli bir kesim. Bunların olacağı belliydi. Zaten normalde de benim konser takvimimde Diyarbakır, Van varsa o tipler hemen altına yazıyordu, “Ne işin var orada?” diye. Bunlar bugün o kampanyaları yapan insanlar ve beni dinleyen insanlar da değil.

Sizin büyüdüğünüz yıllarda Karadeniz nasıldı? Siz de bu topraklardan çıktınız ama gitgide milliyetçiliğin kalesi haline geldi Karadeniz...

Ben evimden başlayayım, mesela Hopada Laz-Hemşin ayrımı diye bir şey vardır. Ama ben bu ayrımı şehre gittiğimde anladım. Bizim evde öyle bir ayrım olmazdı, Kürtmüş, Lazmış, ben öyle bir kavram da bilmezdim. Hatta ben bütün ülkenin Laz olduğunu düşünüyordum küçükken. Bir düşmanlık falan yoktu. Ta ki şehre inene kadar. Şehirde indiğimde Hemşin-Laz ayrımını gördüm. Eskişehir’de bu sefer Kürt-Türk ayrımı gördüm.

Siz nerede duruyordunuz?

Ben hep ortadayım çünkü ben babamdan, ailemden çok düzgün şeyler aldım. Babamın bize aşıladığı şey, kimseyi ötekileştirmemek ve insan olmak. Biz onun çocukları olarak ırkçılık kavramını hiç bilmedik. Bana o şovenistliği yapanların da çok fazla olduğunu düşünmüyorum, sadece sanal âlemde fazlalar. Karadeniz’e gidemeyeceksin muhabbeti var, inanmıyorum öyle şeylere.

Fazla değiller diyorsunuz ama sesleri çok çıkıyor?

Çünkü sistem de bunu istiyor, hep ötekileştirmek istiyor bir şeyleri. Ama ne bileyim bana parlayabilir, “Naaptun, ne ettun?” diye ama bir-iki konuşmadan sonra “Ha” der yani. Kindarlık yok, gidip konuşmak lazım. Ben hatta bana yazanları bir düğün salonuna toplayıp herkese kendimi anlatmak istedim aslında. Savunmak için değil, onları anlamak ve bu işin doğru olmadığını anlatmak için. Ama sonrasında birkaç arkadaşla konuşmayı denediğimde bunun mümkün olmayacağını gördüm. Çünkü başka taraftan bakıyorlar ve hiçbir şey almıyorlar. Bazen değiştiremiyorsun. Bu Karadeniz’de de oluyor, Güneydoğu’da da, Akdeniz’de de, Ege’de de. Ben direkt Karadeniz diye bakmıyorum.

2003 senesiydi, abiniz Kazım Koyuncu Nevruz’da çıkmıştı, kıyamet kopmamıştı. O zaman farklı mıydı?

Evet. Sanırım yeni bir nesil geliyor ve belki de o zaman sanal âlem bu kadar revaçta değildi. Abim de ben de, hep barışa inandık. Kardeşliğe inandık, paylaşıma inandık. O da onun için oradaydı, ben de onun için ordaydım. Bize bu Cavit Koyuncu’nun yaptığı bir şey.

Babanız mı?

Babam. Çünkü bu tip durumlarda aile endişesi yaşıyorsun haliyle. Babam beni aradı ve “Oğlum senle gurur duyuyorum, sen bir barış güvercinisin, ne derlerse desinler ben arkandayım, annen de iyi” dedi. Öyle bir gönderme yaptı.

Annenize küfrediyorlar sosyal medyada çünkü değil mi?

Evet, bu kadar aşağılık bir şey olabilir mi? Niye küfürle konuşuyoruz? Annemin ne günahı var? Zaten olay anne değil mi burada, bu durumda anneler ağlamıyor mu? Ve hâlâ anneye laf gidiyor.

Oraya gittiğinizde 10 yıl önce de abim burada çıktı diye düşündünüz mü?

Duygulandım tabii çünkü abime müthiş bir sevgi var Diyarbakır’da. Ben her oraya gittiğimde herkesin anlattığı o Nevruz konseridir, abimin “Denizin çocuklarından dağların çocuklarına selam getirdim” sözleridir. Sahneye çıktığımda tabii ki etkilendim, orada abim de çıkmıştı.