Muzaffer Demirsoy / Demokrat Haber

“Konuşacaklarımız Var” diyerek insan hakları ve özgürlükler alanında mücadele eden kişi ve kurumların görüşlerini almaya devam ediyorum. Üçüncü söyleşimizde trans bireylerin yaşadığı sorunlara yönelik sorularımı Pembe Hayat LGBTİ+ Derneğinden Efruz Kaya ve Doğukan Karahan yanıtladı…

Türkiye’de trans bireyler ne gibi sorunlar yaşıyor?

Aklınıza gelebilecek her alanda pek çok sorun yaşıyorlar. Eğitim, sağlık, istihdam, adalete erişim, barınma, sosyal yaşam… Bu böyle devam edip gider. Hayatın her alanında yaşanılan bu sorunların temel kaynağı tabii ki toplumsal tutum ve davranışlar, eksik ve/veya yanlış bilinenler, mutlak doğru zannedilen ahlak ve kültür yanılgısı. Sorun yaşanılan alanları çoğaltabileceğimiz gibi neden sorun yaşandığı ile ilgili olan başlıkları da çoğaltabiliriz. Günümüzde Trans bir şemsiye terim olarak kullanılıyor artık ve bu şemsiyenin altında çok farklı kimlikler var. Anladığım kadarıyla siz daha çok transseksüel kişilerin yaşadığı sorunları merak ediyorsunuz, bundan sonrasında trans derken aslında transseksüellerden bahsediyor olacağız bu röportaj için bu nedenle. Buradan doğru bakınca zorunlu açılma ve etiketlenme pratiği neredeyse her transın yaşadığı ve baş etmek zorunda kaldığı bir dönem. Dolaysıyla yaşanılan problemler genelde aileden başlayıp okula ve sokağa kadar uzanabiliyor. Toplumun bilinçli ya da bilinçsiz uyguladığı sistematik bir yalnızlaştırma sonrasında ise kişiler hayatta ve ayakta kalmak için karşılarına çıkan her yeni olayla tek başlarına yüzleşmek zorunda kalabiliyorlar. Takdir edersiniz ki olay diyerek tek kelime anlatmaya çalıştığımız şeyin içine hayatlar sığıyor.

“KADIN SANDIM ERKEK ÇIKTI”

Trans cinayetlerinin, intiharlarının politik ve toplumsal yönü üzerinde neler söylemek istersiniz?

“Nefrete inat yaşasın hayat” sloganı aslında tam bu meseleye ışık tutması için düşünülmüş ve ortaya çıkmış bir slogan. Nefret her şekli ile can alıyor. Trans nefret cinayetleri hala dünyanın çeşitli yerlerinde devam etmekte. Bu cinayetlere karşı etkin soruşturmalar ve etkin mücadele yürütüldüğü yerlerde olumlu sonuçlar alındığı görülmekte. Maalesef Türkiye hala cezasızlığın yaygın kural olarak işletildiği bir ülke. “Kadın sandım erkek çıktı” gibi savunmalarla faillerin cezasız bırakıldığı, etkin bir soruşturma yürütmeyerek bu suçların meşrulaştırıldığı bir ülke. Bu savunama türüne transpanik savunma diyoruz. Bu savunma türü birçok ülkede artık cezaları düşürmenin aksine cezaları artırıcı etki yapan nitelikli unsur olarak kabul görüyor. Trans kadınların kadınlıklarını reddeden bu ilkel savunma cinayetin arkasındaki transfobiye ışık tutarak trans nefretini de yeniden üretmekte. Buradan da görebileceğimiz üzere trans varoluşlar Türkiye’de devlet ve toplum nezdinde hala parmakla gösterilmesi gereken bir ‘kusur’ olarak görülmekte. Hayatın her anında bu etiketlemeye karşı savaşarak yaşamak zorunda kalan translar bu etiketlemeyle birlikte hayatın her alanında sistematik olarak şiddete ve ayrımcılığa uğramakta. Bazı arkadaşlarımız bu şiddet karşısında hayatlarını daha fazla sürdürememekte ve intihar etmekte. Görüldüğü üzere bu intiharların sebebi hayatta kalmak için uzun fırsat yaratma uğraşlarının sonuçsuz kalmasıdır. Bu bağlamda bir okuma yapıldığında trans intiharlarının neden sadece bireysel meseleler değil, toplumsal ve politik meseleler olduğu anlaşılmaktadır.

2008-2018 yılları arasında kayda geçen trans cinayetleri ile Türkiye Avrupa ülkeleri içinde ilk sırada yer alıyor. Türkiye’de transfobi cezasız kalıyor mu? Yargı ve kolluk görevlilerinin trans bireylere karşı tutumu nasıl?

Türkiye senelerdir Avrupa’da trans nefret cinayetlerinin en fazla olduğu ülke konumunda. Türkiye’deki cezasızlık bu cinayetlerin ve intiharların en önemli etkenlerinden. Translar yargı işlerini yürütürken yargı adeta işlemez hale gelmekte. Adalet sarayları, savcılıklar, karakollar transların güven içerisinde kolaylıkla erişim sağlayabildikleri mekanlar olmaktan çok uzak. Translar yaşadıkları ve/veya yaşayacakları olası bir hak ihlali durumunda mahkemede hakim karşısına çıkana kadar birçok başka hak ihlaline daha uğruyor. Önce kolluk kuvvetleriyle mücadele etmek zorunda kalıyorlar çünkü polisler ve bekçiler kişilere cinsiyet kimlikleri üzerinden şiddet uygulayabiliyor ve biliyorsunuz ki şiddet birçok boyutu olan bir mekanizmadır. Özellikle sistematik bir şiddetle karşılaştığınızda işler daha çıkmaz bir hal alabiliyor. Hak ihlaline uğradığınıza inanılmıyor, karşı tarafın ifadesi daha ‘gerçekçi’ gelebiliyor polise, şikayetinizi geri çekmeniz için tehdit edilebiliyorsunuz, karakolda fiziksel ve cinsel şiddete uğrayabiliyorsunuz, polisler tarafından keyfi para cezalarına çarptırılabiliyorsunuz ya da arabaya zorla bindirilip hiç bilmediğiniz ormanlık dağlık bir arazide çıplak bir şekilde kaderinize terk edilebiliyorsunuz. Bütün bu saydıklarımız kişilerin cinsel yönelim ve cinsiyet kimlikleri yüzünden yaşadıkları hak ihlalleri ve bunların hepsi başlı başına birer nefret suçu.

8 Ağustos 2016'da Zekeriyaköy yakınlarında yanmış bir ceset bulundu. Sevgili Hande Kader nefret cinayetine kurban giden bir transseksüel kadındı. 3 yıldan uzun bir süre geçti. Hande’nin katilleri yakalandı mı? Soruşturma etkin bir şekilde yürütülüyor mu? Dilek İnce, Esra Ateş, Buse Şeker cinayetleri ne aşamada?

Hande Kader’in katilleri hala aramızda dolaşıyor. Maalesef kamuoyunun vicdanını rahatlatacak etkin bir süreç işletilmedi. İddianamenin hazırlanması aylar sürdü. Senelerce dosyada herhangi bir ilerleme kat edilmedi. Hande hayalleri umutları olan gencecik bir kızdı. Geç gelen adalet, adalet değildir. Dilek İnce’nin katilleri cezasız kaldılar. Esra Ateş ve Buse Şeker dosyaları da henüz karara bağlanmış değil. Adalete olan inancın tazelenmesi, kamuoyu vicdanının rahatlatılması ve toplumsal barışın korunabilmesi için adaletin zamanında ve hakkaniyetli bir şekilde sağlanması şart.

Trans cinayetlerinin durdurulması için acil olarak atılması gereken adımlar neler?

Trans cinayetlerinin durdurulması için çok boyutlu önlemler alınması gerekiyor. Öncelikle cinsel yönelim, cinsiyet kimliği ve nefret suçları kavramlarının anayasada tanımlanması gerekiyor. Bu yapılsın ki insanlar bu suçları işlediklerinde ceza alacaklarını bilsinler, bu suçtan hayatta kalan da bilsin ki yargıya başvurduğu zaman kişiler cezasız kalmayacak çünkü keyfi tutum ve kararlar alınmayacak. Bununla birlikte bizim hala en çok ihtiyacımız olan şeylerden birisi tabii ki eğitim. Okullara zorunlu toplumsal cinsiyet dersleri konmalı ki halkı bu konuyla ilgili bilgilendirebilelim. İnsanların sadece insan oldukları yerden yaşamaya haklarının olduğunu ve kimsenin kimseyi var oluş şekli yüzünden öldüremeyeceği düşüncesinin gerektirdiği vicdan merhamet ve insanlığı öğretebilelim insanlara ailelerinde öğretilmemiş olsa bile. Hatırlarsanız intiharların da birer cinayet olduğunu söylemiştik. Transların ayrımcılık yaşamayacağı ve herkesle eşit olacağı noktasından yola çıktığımızda pozitif ayrımcılık noktasında yaşamın her alanında var olabilmemiz için gerekli düzenlemelerin yapılması şart. Çünkü yaşayabilmemiz için herkes gibi para kazanmamız, markete gidip alışveriş yapmamız, okula gidebilmemiz, hasta hissettiğimizde doktora gidebilmemiz ve tam bir iyilik hali içinde sosyal hayatımızın olabilmesi gerekiyor.

Tutukevlerinde ve cezaevlerinde trans birey sayısı ile ilgili bir bilginiz var mı? Trans bireylerin hangi koğuşa konulması gerektiği yönünde tartışmalar var. Uygulamada ayrı bir koğuşa konulduğu bunun da tecrit anlamına geldiği eleştirileri yapılıyor. Hukuk ve uygulama açısından bu durumu değerlendirebilir misiniz?

Cezaevlerinde toplamda kaç tane trans mahpus olduğu ile ilgili kesin bir sayı yok elimizde çünkü bütün cezaevleri bu bilgileri bizlerle paylaşmıyor. İrtibatta olduğumuz trans mahpuslar var elbette ama. Bu kişiler bizimle Dilek İnce Giysi Bankası Projesi ile irtibata geçen ve bizlerden kıyafet talep eden kişiler. Cezaevinde olan birçok trans maddi ve manevi destek mekanizmalarından yoksun ne yazık ki. Bizler ihtiyacı olan translara hem kıyafet yardımı yapıyor hem de kapasitemiz dahilinde onlarla mektuplaşıyoruz. Kişilerle konuşma fırsatımız olduğu için koğuşlarda ne gibi sorunlar yaşandığını az çok biliyoruz ve sizin de bahsettiğiniz gibi tecrit büyük bir problem çünkü kişiyi yalnızlaştıran bir uygulama. Kişilerin tecride konmasının bahanesi, kişinin cinsiyet kimliğinden kaynaklı konulabileceği ‘uygun bir koğuşun’ olmaması. Bu insan haklarına aykırı bir uygulama, trans mahpuslar güvencelerinin sağlanamayacağı gerekçesi ile havalandırmaya dahi çıkarılmamakta ve diğer mahpusların faydalandıkları kütüphane kantin gibi haklardan da yararlanamamakta. Adeta trans oldukları için ikinci kez cezalandırılmaktalar. Devlet her mahkumun temel haklarını ve hayatını güvence altına almakla yükümlüdür. Cezalandırma ancak kanuni ve hakkaniyetli olabilir. Bu cezalandırma sistemi hakkaniyetten ve kanunilikten uzaktır ve kabul edilemez. Devletin bir mahkum için “yeterli personel yok” veya “güvenliğini sağlayamayız” gibi bahaneler öne sürmesi kabul edilebilir değil. Bir kişinin cezaevinde olmasının nedeni devlet tarafından verilen cezayı tamamlamaktır, bu cezayı tamamlarken başa çıkamayacağı hak ihlalleri ve şiddetle yüz yüze kalıp hayat mücadelesi vermek değil.

Beden uyum ameliyatlarını da ayrıca konuşmak gerekiyor. Bürokratik süreç, ameliyatlar ve riskleri, fiyatlar, devlet desteği... Genel olarak bu konuda neler söylemek istersiniz? Hapisteki bir trans bireyin beden uyum ameliyatı istemesi durumunda ne yapılıyor?

Cinsiyet uyum süreci hem hastane hem de hukuki ayağı olan kolay sayılmayacak bir süreç. Öncelikle bu süreci yürüten bir hastanede takibinizin yapılmaya başlanması gerekiyor. Eğer kişinin kaldığı cezaevinin bulunduğu şehirde bu süreci yürüten bir hastane yoksa zaten zorluk daha ilk başta burada başlıyor. Kişinin bedeni ve kimliği üzerinde tasarrufta bulunabilmesi onun kişiliği ile bütünleşmiş temel haklarındandır. Öncelikle şunu anlamak gerekiyor. Bir transın beden uyum sürecini başlatarak bedeni üzerinde değişikliklere gitmesi, keyfi estetik kaygılarla değil ruh sağlığının iyilik hali ile alakalıdır ve kişi istiyor ise zaruridir. Günümüzde Adalet Bakanlığının ve cezaevi yönetimlerinin keyfi uygulamaları ile karşı karşıya kalabiliyoruz. Tüm sürecini tamamlamış, hastane sağlık kurulu raporları ve mahkeme kararı ile ameliyat olmasının zaruri olduğu kayıt altına alınmış Buse Aydın’ın ameliyatı Adalet Bakanlığının “acil değil, çıkınca olursun” şeklinde çağ dışı, kabul edilemez ve mahkeme kararını hiçe sayan hukuk dışı uygulaması ile engellenmiş ve bu durum Buse’nin kendine zarar vermesi ile sonuçlanmıştır. Neyse ki arkadaşımız hayatını kaybetmemiştir. Olması gereken devletin kişilerin bu uyum süreçlerini olabildiğince rahat geçirmesini sağlamakken Türkiye’de bürokratik süreçler yıldırıcı ve hukukilikten uzaktır. Sürecin tamamı fazlasıyla masraflı olmakla beraber kişiler bu konuda desteklenmediği gibi ekonomik olarak güçsüzleştirilmektedirler de. Süreci salt tek bir ameliyattan ibaret görmemek gerekir. Translar tüm süreç boyunca sosyal ve beden uyumu için çeşitli operasyonlar, dolapları için alışverişler, hastane ve bürokratik süreçler için harcamalar ile karşı karşıya. Birçok demokratik ülkede translar beden uyum süreçleri boyunca tüm bu masraflar konusunda devletten destek almakta. Olması gereken de budur.