Neşe Düzel, Siyaset Bilimci Prof. Cemil Oktay’la Türkiye’yi konuştu…

 

“Maalesef Sünnileşiyoruz. Sünni, siyasal iktidarın çizgisi dışına çıkmayan adamdır. Sünnilik, iktidarla birlikte hareket eder. Prensibi iktidara itaattir. Bu baba olur, devlet, tarikat şeyhi olur. Biat kültürüdür bu.”

 

“Anlam zenginliği üretemiyorlar. Osmanlı’dan ideolojik destek arıyorlar. Osmanlı’ya dönüyorlar çünkü Osmanlı muhafazakârlıklarını tamamlıyor.”

 

***

 

NEDEN CEMİL OKTAY

İşkenceye sıfır tolerans diye işe başlayıp, işkenceden mahkûm olmuş birini, İstanbul gibi bir kentte Terörle Mücadele’nin başına getirmek… Terörle Mücadele Kanunu’nu inatla değiştirmeyip pankart açan çocuktan gazeteciye herkesi terör örgütü üyesi olarak yargılamaya devam etmek… Alevi açılımı diye işe koyulup, Alevi’nin ibadetini nerede nasıl yapacağını Sünni Diyanet’ten fetva alarak düzenlemeye kalkmak. Kürt açılımından vazgeçip Uludere faciasını gizleme noktasına varmak… Her türlü yasakçılığa karşıyken, kürtaj, bira gibi bireyin özgürlüğüne giren konularda yasaklama yoklamaları yapmak… İş dünyasına denetim ve ekonomiye şeffaflık getiren, şirketlerin içinin boşaltılmasını önleyen, tüketiciyi sahtekârlıklara karşı koruyan ve Avrupa Birliği’ne uyumu sağlayan devrim niteliğindeki yeni Türk Ticaret Kanunu’nu Meclis’ten geçirip, kanunu yürürlüğe koyma günü geldiğinde, muhalefet partileriyle bir olup TTK’yı değiştirmek ve eski düzene geri dönmek… AK Parti’nin kendi elleriyle kendi geçmişini gömmesi demek. Artık bundan sonra AK Parti’yi 2002-2011 yılları arasındaki birinci-ikinci dönem AK Parti ve 2011 sonrası üçüncü dönem AK Parti diye değerlendirmek gerek. AKP, yasaklara karşı çıkan bir partiyken, 2011 referandumu ve genel seçimlerinden sonra neden yasakçı bir parti konumuna geçti? Herkesi kapsayan açılımlar yapmaya çalışan demokrat bir partiden tek bir ırkı ve tek bir mezhebi savunan bir partiye mi dönüşüyor şimdi? Neden bu ülkede kendini iktidar hisseden bir şeyleri yasaklamak ve topluma yön vermek istiyor? Bu can alıcı konuyu, uzun yıllar İstanbul, Siyasal Bilgiler ve Maltepe üniversitelerinde siyaset sosyolojisi, siyasal kültür, Türk İslam düşünce tarihi üzerine dersler veren ve hâlen Yeditepe Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler anabilim dalı başkanı olan siyaset bilimci Prof. Cemil Oktay ile konuştuk. Cemil Oktay’ın son kitabı “Modern Toplumlarda Savaş ve Barış” Bilgi Üniversitesi Yayınları’ndan çıktı.

 

***

 

NEŞE DÜZEL: Sizinle 2007 yılında konuştuğumuzda, Türkiye’nin gündeminde türban yasağı vardı. Bugün ise içki yasağını tartışıyoruz biz. Yani bu ülkede o zaman da yasak vardı şimdi de yasak var. Bir yasaktan bir yasağa nasıl bir değişimden geçerek bugüne vardık biz?
CEMİL OKTAY: İçki yasağı da kıyafet yasağı da, iktidarın, insanın bedenine karışma meselesidir. Türk tarihinde içki ve kıyafet yasakları hep olur, bu yasak hep gelir gider. Bu topraklarda 17. yüzyıldan beri çeşitli zamanlarda içki yasağı ilan edilmiştir ve hiçbir zaman uygulanmamıştır. Aynı şekilde kadınların ve erkeklerin kıyafetlerine de hep karışılmıştır.


Neden iktidarı alan herkes bir şeyleri yasaklamak istiyor Türkiye’de?

Çünkü Türkiye’de siyasi iktidar, bireye ve topluma hükmetmek istiyor. Unutmayın ki, Türkiye’de yapılan siyaset, “onaylayıcı” bir siyasettir. Yani bu siyasetin karşı çıkılmaya tahammülü yoktur. İktidar ne diyorsa doğrudur, ne yapıyorsa haklıdır. Üstelik bu toplumda zalim ve mazlum hep yer değiştirir. Mazlum, “bir gün sıra bana gelir, onlara günlerini gösteririm” diye zulme katlanır burada.


Mazlum iktidara geldiğinde zalim mi oluyor bu durumda?

Genellikle öyle oluyor. Özellikle de eski iktidara karşı zalim oluyor. Zaten bu toplumun tarihine baktığımızda iki husus dikkati çekiyor. Bir, her dönemin kendi yasakları var. İki, her dönem cezaevinden çıkıp iktidara geliyor. Ecevit, Demirel¸ Erbakan, bugünkü başbakan hep bu gelgitleri yaşadılar. Saray ile cezaevi arasında bir mekik hareketi yaşanıyor bu ülkede. Ayrıca bizde siyaset, toplum adına konuşmaz.


Siyaset kim adına konuşur?

Bizde siyasetin kendine ait bir söylemi, bir dünya görüşü, bir ideolojisi vardır. Siyaset, işte bu görüşü topluma dayatmanın yoludur. Kısacası bizde siyaset, toplumun biçiminden etkilenmek yerine, kendisi toplumu biçimlendirmek ister. Bu biçimlendirmeyi de kendi dünya görüşüne ve inancına göre yapar. O yüzden de bizim siyasi ve toplumsal hayatımızda hukuk ciddi bir alan değildir. Evvela karar verirsiniz sonra kara kaplı kitapta verdiğiniz karara kılıf bulursunuz.


AKP yasaklara karşı çıkan bir partiyken neden şimdi yasakçı bir parti konumuna geçti
?
Neşe Hanım bu genel bir kuraldır. Dünyanın hiçbir yerinde iktidardan özgürlük doğmaz! Özgürlük, muhalefetten doğar! Özgürlük, toplumdan doğar! Hiçbir iktidar topluma özgürlük bahşetmez. Dünyada bütün özgürlükler iktidarlara rağmen gelmiştir.


AKP on yıldır iktidarda ve baştan beri yasakçı bir parti olmadı ama… Sonradan yasakçı bir partiye dönüştü. Niye?

Katılmıyorum. AKP baştan beri bir eliyle verdi, diğer eliyle aldı. Dedim ya iktidarın tabiatında özgürlük tanımak yoktur. Bir de AKP fazlasıyla Türk bir partidir. Türk derken, Türkiye’deki toplumu kastediyorum. AKP, Türkiye’deki siyasi kültürü fazla sorgulamadan benimsiyor ve hiçbir muhalif söze katlanamıyor. Başbakan’ın İstanbul belediye başkanı adayıyken televizyonda yaptığı konuşmayı hatırlıyorum ben. Gazetecilere, “Ben kravat takarım. Benim camiamın içinde buna bile tahammül edemeyenler var” dedi. Bir şeye tahammül edememek ne demektir?


Ne demektir?

Elinizde güç olduğu zaman, tahammül edemediğiniz şeyi yasaklamak demektir. AKP’yi sadece hükümet olarak düşünmeyin. AKP’nin örgütü var, tabanı var, sempatizanları var. Onların eğilimleri var. Birde tabii bir özgüven geldi AKP’ye.


Türkiye’deki bütün yönetimler eninde sonunda topluma yön vermek isteyen bir Kemalist’e mi dönüşüyor
?
Kemalizm yasakçılık açısından bir yenilik değildir. Türkiye, Cumhuriyet’le ve Kemalizm’le başlamadı. Kemalizm’in de bu ülkede miras aldığı bir üslup var. Bu ülkede topluma hep yön verilmek istendi, bireye hep karışıldı. İnsanlar, iktidarın istikametinde olmaya zorlandı. İktidarın istikametinden çıkana da “fesat çıkartıyor, nifak sokuyor” dendi. Bugün de karşı bir şey söyleyene, muhalefet yapana böyle bakılıyor işte. Kısacası, Cumhuriyet’i kuran kuşaklar topluma nasıl yön vermeye çalıştıysa, şimdi de AKP topluma yön vermek istiyor.


Kemalizm nasıl bir miras aldı?

Büyük Köprülü ilk iktidar olduğunda İstanbul’da Kadızâdeler’in yarısını kırdı, yarısını da sürdü. Birinci Mahmut zamanında Malatya’da ortaya çıkan Kadirî tarikatının tamamının kafası kesildi. Bu kafaları İstanbul’a getirip ibret taşının üstüne koydular. Paul Valeri, “Toplumlar, geleceğe arkalarına bakarak yürürler” der. Türk toplumunun da arkasında bir şeyler var ve toplumun bugününü onlar belirliyor. Neşe Hanım… Siyasi iktidarlar topluma özgürlüğü tek bir koşulda verirler.


Nedir o koşul?

Şudur: Toplumun rızası, oyunu ve desteğini almak için özgürlük verirler. Yoksa özgürlükleri ve hukuk devletini sevdikleri için değil. Oya, desteğe muhtaç oldukları için özgürlük verirler.


Başbakan Erdoğan her şeye tek başına karar vermek isteyen bir tek adam görüntüsünde. Bütün yöneticilerde bu tek adamlık merakı var. Bu merakın tarihsel bir kökeni var mı
?
Var. İkinci Meşrutiyet’te de Enver’le oturup Enver’le kalkılıyordu. Sonra Atatürk’le oturup Atatürk’le kalktılar. Sonra İnönü, sonra Menderes… Biz dönemleri, liderlerin isimleriyle anıyoruz işte böyle. Almanya’da bir kitle partisini tek kişiye indiremezsiniz. Merkel’in her dediği olmaz. Fransa’da başkan, ekibini, sivil kuruluşları dinlemek zorundadır. Dinlemezse sarsılır. Bizde öyle değil. Bizde iktidar liderdir ya da etrafındaki üç, beş kişidir. Herkes o liderin paçasını tutar. Bugün AKP’nin içinde tek bir muhalefet var. O da tarikat bağlarından kaynaklanan bir muhalefet.


Gülen Cemaati’nin parti içi muhalefeti gibi mi?

Evet. Türkiye toplumu olarak biz hâlâ bir yamalı bohçayız. İçimizde milli geliri Danimarka, İtalya kadar olanlar da var, geliri Bangladeş, Somali düzeyinde olanlar da var. Bu yamalı bohça durumunda bir sürü farklı eğilimler ortaya çıkıyor ve çoğunluk hâkim oluyor. Çoğunluğun tahsil ortalaması çok düşük. Önemli bir kısmı üretim sürecinin içinde değil. Bunların ne tapusu ne mesleği, ne de dünyayla ilişkisi var. Dar bir ufkun, dar bir cemaatin içinde yaşıyorlar. Tek adam düzenine çok iyi bir zemin sağlıyor bu.


Türkiye, Cumhuriyet tarihi boyunca padişahlık anlayışını aştı mı yoksa gizliden gizliye hep padişahlığa âşık olarak mı yaşadı
?
600 yıl padişahlık yaşamışsınız. 80-90 yıllık da cumhuriyet yaşantınız var. Yani cumhuriyet rejimine 80 yıllık, padişahlığa da 600 yıllık aşinalığınız var. Artık durumu siz tartın. Padişahlığa daha aşinayız. Bir de şu var: Sultanlar, Abdülmecit’ten itibaren, Abdülhamit dışında pek sultan olamadılar.


Cumhuriyet döneminin tek adamları ve parti liderleri daha mı sultanlar bu durumda?

Tabii. Daha fazla vergi alıyorlar, daha fazla yasal düzenleme yapıyorlar. Daha büyük imkânları var, milli gelirden daha fazla paya sahipler. 200 yıllık tarihimizde bizim bütün mücadelemiz, hesap veren bir iktidar yaratmak değil mi zaten?


2007’deki söyleşimizde muhafazakârlaşmaktan söz ediyorduk, bugün ise Sünnileşmekten söz ediliyor. Aleviler ve Sünni hayat tarzına uymayanlar dışlanıyor. Sünnileşiyor muyuz
?
Evet, maalesef. Ama haksızlık da yapmamak lazım. Bu ülkede Madımak yangınını Ankara’dan seyreden de bu iktidar değildi. Sünnileşmek nedir? Her şeyden önce bir Sünni, siyasal iktidarın çizgisi dışına çıkmayan adamdır.


AKP’deki değişim, toplumdaki değişimin bir yansıması mı peki? Yoksa AKP toplumsal değişimleri okuyamayıp kendine göre bir politika mı izliyor
?
AKP yüzde 50 oyu, Avrupa, özgürlük, açılım, ülkenin sorunlarını çözeceğim diyerek aldı. Şimdi tıkandılar, tükendiler. Bunların fikrî kaynakları liberallerdi, onlar uzaklaşınca deniz bitti. Başörtüsünden sonra şimdi ciddi bir şekilde içkiyi sömürmeye çalışıyorlar. Üstelik Türkiye çok içkici bir toplum da değil. Kişi başına bir litre düşüyor yılda. Başörtüsüyle, kürtaj yasağıyla, içki yasağıyla, kadının bedeniyle ilgili meselelerle hayat geçmez. Nitekim kürtaj meselesinde kendi içlerinden de büyük tepki gördüler.


AKP’nin ilkeleri var mı?

Var. Hem iktidar gücüyle kazanacaklar, hem de mümin görünecekler. Ama iktidar gücüyle elde edilen kazanç, imana ters bir kazançtır. Bunu tarihimizde çok yaşadık biz. Şeyhülislam Yahya’nın da eleştirdiği müminler bu tür müminlerdir.


AKP’nin dış politikası Sünnileşiyor mu peki
?
Adının Arap sokaklarında anılması Başbakan’ın çok hoşuna gidiyor ama ona şunu hatırlatmak lazım: 1960’larda Arap sokağında en fazla namı söylenen Cemal Abdülnasır’dı. Arap sokaklarını ağlayarak terk etmek zorunda kaldı. Aynı sonucu katiyen dilemem ama sokaktaki şöhret siyasetçiye fazla bir şey getirmez. Siyasetçi futbolcu değil, assolist değil. Devlet yönetme bambaşka bir şey. Asıl düşünmesi gereken şey, dümeninde oturduğu geminin limandan sağlam ayrılıp limana sağlam yanaşması.


AKP’nin ikisi de halkını katleden diktatörlerden Şii Esed’e karşı çıkıp Sünni Sudan diktatörüyle anlaşmalar imzalamasını nasıl açıklamak gerekiyor
?
Dünyada Müslüman Kardeşler enternasyonali var. Bunun geçmişi 1960’lara kadar gider.


Türkiye şu anda nasıl bir değişim yaşıyor?

Türkiye modernleşiyor. Mahmut Makal’ın 1940’ların başında yazdığı Bizim Köy, Türkiye’nin yüzde 80’iydi. Şimdi Bizim Köy, yüzde 20’si oldu. Yüzde 80 şehirde artık. Bu tüccar ve sanayi toplumuna geçiştir. Fabrikada, büroda üretim yapan bir topluma geçiştir. Evrensel değerlere açılmadır. Dünyanın değerleriyle bütünleşmekte olan bir topluma siyasal iktidar olarak yön veremezsiniz.


Yön vermek isterse ne olur?

Çok büyük huzursuzluk çıkar. Ya iktidar, sandığın ve kamuoyunun tepkisiyle iktidardan gider ya da iktidarda kalabilmek için kendisini değiştirmek zorunda kalır. Ayrıca sanayici ve tüccar sınıf üretim ve proje yapabilmek için huzur ister. Bira türü yasakları arttırdığınız takdirde toplumda büyük huzursuzluk doğar. Hem bakın… Son on yılda Türkiye’de şarap üretimi ve markaları arttı. Eskiden üç dört şarap markası vardı şimdi onlarca marka var. Türkler rakıdan şaraba doğru kaymaya başladı. İçki konusunda bile maddi bir değişme var bu ülkede. Bu yüzden birayı yasaklama girişimleri tamamen bir taktik.


Nasıl bir taktik?

AKP şu anda nokta vuruşu yapıyor. AKP, aslında kimsesizlerin kimi olacağım diye iktidar oldu. Kimsesizlerin kimi olabilmek için müthiş bir milli gelirinizin olması lazım. Sağlıkta çok iyi işler yaptı ama insanları gene de tatmin edemediğinin o da farkında. Çekirdek seçmeni koruyabilmek için ister istemez sembollerle oynayacak, kürtaj yasağı diyecek, bira yasağı diyecek… Böylece devamlı istim üzerinde kalacak. Zaten bunları bir söylüyorlar, bir geri çekiliyorlar. Bunlar taktik. Samimi değiller. Çünkü bunların tam yasaklanamayacağını kendileri de biliyorlar. Bu yüzden AKP bugün bir festivalde birayı yasaklar, yarın başka bir festivalde biraya karışmaz. AKP, topluma yön vermeye kalkarsa, Türkiye’yi İranlaştırma yönünde giderse büyük huzursuzluk çıkar. Başbakan, bu tehlikeyi algılıyor.


Algıladığını nasıl anlıyorsunuz?

Kahire’de Müslüman Kardeşler’e, “laiklik olmadan demokrasi olmaz” dedi. Türkiye’de çok aşırı dinci bir taban var. Bu taban, devlet otoritesini yanına almadan güçlü olamaz. AKP, bu akıma rahatça yaşama hakkını verdi ama devlet otoritesini vermedi. Zaten huzursuzluğun çıkacağı nokta da odur. Bu kesim, devlet otoritesini, iktidarı almaya kalkıştığı gün, Türkiye’de çok büyük huzursuzluk çıkar. Hükümetin içinde şu anda böyle insanlar var ama, şu anda iktidar paylaşımı kontrollü gidiyor.


Eğitimde kız çocuklarını on yaşında eve kapatan üç çarpı dört teklifi, Başbakan ikna edilerek Milli Eğitim Bakanı’ndan bile habersiz getirildi. “Hükümetin içinde böyle insanlar var” derken bunu mu söylemek istiyorsunuz?

Üç çarpı dört, tamamen genç kızları ve genç erkekleri kısa zamanda dinî eğitimin içine atma fırsatını genişletmek için getirildi. AKP’nin içinde vur-kaçlar var. Bugün bir kalenin taşını elde ediyor, yarın bir taş daha elde ederim diyor. İslami siyaset, laiklerden farklı olarak son derece sabırlı bir siyasettir. Gerekirse yüz yıl beklerler ama bu arada hayat akıyor. Hayat beklemiyor, hayat değişiyor. Hayatın akışı bu sabrı yeniyor. Üretim ilişkileri ve biçimi, insanların yeni deneyimleri ve talepleri hayatı değiştiriyor.


AKP, Osmanlı İmparatorluğu’na özeniyor mu peki sizce?

Bu özenme sadece AKP’de değil, başkalarında da var ama özenseler de olamaz. Osmanlı, Sırpların, Makedonların, Greklerin sözünün geçtiği bambaşka bir toplumdu. Ulus-devlet başkadır, imparatorluk başkadır.


Neden Başbakan ve Dışişleri Bakanı Osmanlı’ya vurgu yapıyor?

Anlam zenginliği olarak kullanabilecekleri bir tek Osmanlı var. Kendileri anlamsal bir zenginlik üretemiyorlar. Halktaki bazı değerleri gıdıklayarak kendilerine ideolojik planda bir destek arıyorlar. Yoksa Türkiye’nin yeniden bir Osmanlı imparatorluğu kurma ihtimali sıfırdır. Modern dünya böyle bir şeyi kabul etmez. Ayrıca Osmanlı, tarım toplumunun bir imparatorluğuydu. Zaten AKP’nin Osmanlı’ya bakışı seçici bir bakış.


Neleri seçiyor?

İşlerine geleni alıyorlar. Büyüklüğünü, hükmetmesini, çok büyük coğrafyaya sahip olmasını alıyorlar. Bir de bunlar, Osmanlı’ya dönüyorlar çünkü Osmanlı toplumsal yaşamıyla onların muhafazakârlıklarını tamamlayan bir şey. Atatürk döneminde de seküler kökler aranmış ve Selçuklulara, Hititlere, Sümerlere gidilmişti.


AKP, Kürtlere, Alevilere, şehirlilere değişik biçimde yasaklar uyguluyor. AKP’nin bugünkü politikaları Sünni muhafazakârların talepleri mi?

Kısmen… Bu talebi de, Türkiye’nin seküler kesiminin müsaade ettiği ölçüde ve oranda tatmin ediyorlar. Çünkü onun kabul etme sınırlarını zorladıkları gün huzursuzluk çıkar. Mesela biri çıktı, “Pierre Loti semtinin adını İdris-i Bitlisi yapalım” dedi. İlk tepki İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş’tan geldi. Basın, “sen çok istiyorsan kendi gökdelenin adını İdris-i Bitlisi koy. Niye gökdeleninin adını Saphire koydun?” diye alay etti.


Başbakan Erdoğan Çamlıca’ya büyük bir cami yaptırmak istiyor. Büyük camiler yaptıran Osmanlı padişahlarına mı özeniyor? Yoksa Sünni muhafazakârları yanında tutabilmek için böyle popülist jestler mi yapıyor
?
Osmanlı padişahları da camiler yaptırırlardı ama bu arada su kemerleri gibi yapılar da yaptırırlardı. Cami yaptırırken bir de tiyatro veya araştırma merkezi yaptırıyorsa problem değil. Ama bizim problemimiz düşünsel ve anlamsal fakirlik.


AKP’nin Sünniliği Osmanlı’nın Sünniliğine benziyor mu?

Sünnilik Sünniliktir. Sünnilik, ortodoks bir mezheptir. Dinin naslarını fazla sorgulamaz. Sünnilik özellikle iktidarla birlikte hareket eder. En önemli prensiplerinden biri iktidara itaattir. Bu, baba olur, devlet olur, tarikat şeyhi olur ya da köy ağası olur. Sünnilikte biat kültürü çok güçlüdür. İmam-ı Hanefi, “En kötü düzen düzensizlikten iyidir” der. Huzur adına her şeyi kabul etmeye hazır bir anlayıştır Sünnilik.


AKP, Türk ve Sünni bir kimliği fazlasıyla öne çıkardı. Türk ve Sünni olmayanlar ne yapacak bu iktidarın baskıları karşısında
?
Rahatsız oldukça bağıracaklar, direnecekler. Demokrasinin hukuk ve sandıktan başka silahı yok. Osmanlı, birçok konuda bugüne oranla çok daha hoşgörülüydü. Mesela bugün Türkiye’de bir Harabi çıkmaz. Biliyorsunuz… Harabi tanrı fikriyle alay ediyor. “Yerin yoktu sana yer bulduk. Yurdun yoktu sana yurt bulduk. Adın yoktu sana ad verdik. Bir gecelik Meryem’e misafir ettik, sana çocuk bile verdik” diyor. 19. yüzyılda Tanrı fikrinin bir insani ürün olduğunu söylüyor.


Başına bir şey gelmiyor mu?

Gelmiyor. Bunlar, Türkiye’yi nefeslendiren şeyler. Mesela Şeyhülislam Yahya. Aynı zamanda şair. Dördüncü Murat, Sultan İbrahim ve Dördüncü Mehmet dönemlerinde üç dört kere şeyhülislam olmuş biri. Şunu söylüyor… “Mescide git çok ikiyüzlülük ve ikiyüzlüler var. Meyhaneye gel ne ikiyüzlülük ne de ikiyüzlüler var” diyor. Bunu söyleyen Osmanlı’da Sünni bir şeyhülislam.


Peki, AKP’nin iç ve dış politikaları ile İttihatçıların politikaları arasında herhangi bir benzerlik bulunuyor mu
?
İttihatçılar da baskıcıydı, yasakçıydı ve “ben bilirim”ciydi. Oysa bugünün dünyasında dış politikada hiçbir sorunu size ait bile olsa tek başınıza çözemezsiniz. İstanbul’un su sorununu konuşmuyoruz burada. Dünyayla birlikte davranacaksınız. Birlikte davranmak demek, diyalog kurmak demektir. Diyalog kurmak demek, başkalarının görüşlerine de hak vermek demektir. Kendi içinize dönerek, ben haklıyım diyerek hiç bir yere varamazsınız. Yapılan bu işte.


Bir gün bu ülke demokrasiyi benimseyebilecek mi
?
Umalım. Başka bir çaremiz ve çıkış yolumuz yok. Tabii ki Türkiye elli yıl sonra daha özgür ve daha hukuk devleti olacak. Türk toplumu özgürlüğe, hukuk devletine doğru gidiyor, asıl trend bu ama… Önümüzdeki dönemde AKP iktidarı, dinî temelli politikalara sarıldığında yargı, gösteri ve oy yoluyla direnmek gerekir. Çünkü sizinle, 2007’de yaptığımız söyleşiden bu yana önemli bir şey oldu. AB’den de kaynaklanan nedenlerle Türkiye’nin Avrupa ufku daraldı. Hükümet pusulasız kaldı. Türkiye içine kapandı. Bu durum hükümette bir anlam fakirliği yarattı. Bugün Türk toplumunun nefese ihtiyacı var. Türkiye’nin “hayır” diyen insanlara ihtiyacı var!. (TARAF)