Ercan Jan Aktaş / Demokrat Haber

Mülteci olarak Türkiye’den Avrupa’ya gelen/yerleşen insan hakları, vicdani ret, hayvan hakları, LGBTİ+, ekoloji alanlarından aktivistlerle yaptığım “AVRUPA’DAKİ MÜLTECİNİN GÜNLÜĞÜ” adlı söyleşi dizisinde üçüncü konuğum LGBTİ hakları aktivisti Barış Sulu.

Barış Sulu, “Dil en büyük dezavantaj diyebilirim, hele de aktivizm ile hayatının büyük kısmını geçirmiş, her bulduğu ortamda dilini, kelimelerini, cümlelerini derdini anlatmak için kullanmış birisi olarak dilsiz kalmak, lal olmak çok büyük işkence” diyor.

Türkiye’de iken gündemlerin nelerdi, hangi alanda çalışmalar yapıyordun?

Türkiye'de uzun süre LGBTİ hak ve talepleri üzerine çalıştığım için gündemim buna paralel olarak örülüyordu, trans beden inşa süreci, nefret suçları, seks işçiliği, cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve özellikle hiv+ kişiler ile ilgili eğitimler aldım ve çalışmalar yaptım, hatta şimdi bakıyorum da -birkaç sivil toplum kuruluşunda deneyim sahibiyim, hepsinde de hafta sonları da çalıştığımız çok oluyordu- yani nerdeyse 7/24 aktivizm yapmışım diyebilirim.

Ne kadar zaman oldu mültecisin, nerede yaşıyorsun?

HDP’den milletvekili adayı olduğum 7 Haziran 2015 seçimleri sonrası Türkiye'den hayat arkadaşımla ayrılmak durumunda kaldık. Dört yıldır Almanya'nın başkentinde yaşıyorum.

Geldiğin yer ile kıyasladığında avantaj ve dezavantajların neler, bu çalışmaları yaparken ve hayatını örgütlerken?

Bir başkentten başka bir başkente gelmek çok da fark yaratmaz gibi geliyor ancak öyle değil, evet avantajları inanılmaz fazla ama dil en büyük dezavantaj diyebilirim, hele de aktivizm ile hayatının büyük kısmını geçirmiş, her bulduğu ortamda dilini, kelimelerini, cümlelerini derdini anlatmak için kullanmış birisi olarak dilsiz kalmak, lal olmak çok büyük işkence. Şu anda dil konusunu oturtmaya çalışıyorum, Almanca oldukça yoruyor ve yoğun bir bitmeyen öğrenme aşamasındayım, çünkü dil her an ilerleyen bir süreç ve öğrenmek sonlanan bir durum değil.

Avantaj olarak benim elbette ilk ilgimi çeken LGBTİ hakları ama zaten haklar konusunda uzun zamandır bilinçli bir şekilde feminist hareket ve LGBTİ hareket aktif olarak çalışıyor burada ve birçok pozitif söylem toplum olarak sindirilmiş artık. Türkiye'de insanların konuşmaya, gündem yapmaya korktukları/ halı altına süpürdükleri temel konular konuşulup sonuca ulaşılmış ve şu aralar mesela kadınların eşit işe eşit ücret alması gerektiği sadece sivil toplumda değil birçok kurum tarafından destekleniyor ve sürekli gündemde tutuluyor, çünkü hala eşitlik yok, kadınlar ve erkekler aynı işi yapsalar da aynı ücreti kazanmıyorlar ve her fırsatta bu sorun hatırlatılıyor ve ayrıca sosyal devlet çok güçlü, kadın hakları konusunda olsun LGBTİ hakları konusunda olsun devlet mekanizmaları sizi koruduğunu hissettiriyor. Şimdilerde yeni yükselen trend iklim aktivistleri ve benim için umut verici. Neden umut verici çünkü bunu çocuklar örgütlüyor, evet başka dünya henüz keşfedilmedi ve yaşayabileceğiniz tek gezegen burası, iklim uygun olmazsa tüm konular anlamsız olacak. Çocuklar diyor ki; "okula gitmem anlamsız çünkü çevreyle ilgili önlem almazsam yakın gelecekte okula gidebileceğim bir gezegen kalmayacak". Her Cuma günü okulu asıp küresel iklim krizi ile ilgili eylem düzenliyorlar, Yeşiller burada baya güçlü siyasi parti konumunda bunlar benim için paralel evrende olmak gibi.

Mücadele elbette bitmiş değil ama birileri mücadele etmiş ve sonucunda kazanımlar olmuş ve bunun keyfini çıkarabilme imkanımız var, Türkiye'deki gibi her saniye her dakika mücadele etmek zorunda kalmıyorsunuz, hayatın kaçırdığınız noktalarını es geçtiğiniz yerlerini sakince görme fırsatınız var böylece, dans edemeyeceksek devrimin anlamı ne değil mi?

Yeni yaşamda gündemlerin neler?

Burada birçok konuyu dışarıdan gözlemliyorum, fiziksel olarak uzakta olunca röntgenci gibi oluyorsunuz açıkçası, çok da dokunamıyorsunuz oradaki gerçekliğe; demek istediğim Türkiye gündemini sosyal medyadan takip ediyorum ve bu ne kadar sağlıklı bilmiyorum ama çok da sağlıklı gelmiyor ve çok da iyi takip edilemiyor, özne olmayınca çok zor uzaktan yorum yapmak. Gösterilen ve gerçekte olan birbirinden farklı bunun gayet farkındayım, zaten ülkede siyah ve beyaz, doğru ve yanlış, yandaş ve muhalif gibi ayrımlar ile dil sürekli yer değiştiriyor, herkes nerede olduğu konusunda kendinden çok emin gibi ama tam aksine kafalar inanılmaz karışık, bir tek biz dışarıdakilerin kafası karışık değil, o yüzden buradan oturup birilerine müdahalede bulunmayı kendimce doğru bulmuyorum ve bu nedenle aktivizme bayağı uzağım.

LGBTİ alanında her gün çalışmış birisi olarak bu konuyu şu an etkinlik katılımcısı olarak arada bir gündemime alıyorum. Dil öğrenme sonrasında kalan vaktimde yeni bir hayata adım atmakla ilgili her türlü konuyla, sokağa her çıktığımda karşılaşıyorum, otomatikman Almanya rutinine geçiyorum; bürokrasi, resmi belgeler, iklim, trafik burada en çok konuşulanlar arasında, aynı bizim için de öyle oluyor, "hava kaç derece bugün, güneş var mı", gibi sorular önem taşıyor ister istemez. Siyaset oldukça düz heyecanı yok, ırkçılığın yükselmesi gibi solcuların ekstremleri de gündem mesela, ırkçı parti yüzde 13 civarı oy almış sanki Almanya'yı ele geçirmişler gibi haberler yapılıyor, hatta Türkiye'deki medya da bunu yapıyor ama Türkiye'de ırkçı partilerin oy oranı yüzde 80’i bulabilir, gösterilen ve gerçekte olan bu şekilde, tamamen algılarımızla ilgili, neyi nasıl algılamamız isteniyorsa öyle algılamayı bırakmalıyız belki de. Barış içinde yaşamaktan güzel bir şey var mı? Bunlar dışında kütüphane, market, sinema, parklar, müzeler ve Berlin ara sokakları en çok beğendiğim ve zaman geçirdiğim mekanlar.

Yeni bir hayat ve yeni bir çalışma alanındasın, bu yeni yerde seni en çok neler zorluyor?

Yeni sosyal ortamlara girebilmek çok zorlayıcı ve biliyorsunuzdur Almanya kurallar ve planlar üzerine kurulu ve toplumsal olarak bunu kafalarında oturtmuş ve bu düzeni içten içe istiyor insanlar. Başkalarına zaman ayırmak konusunda da çok başarılı değiller denilebilir, bireysellik ön planda gibi görünüyor, aniden karar almak yok, “hadi akşam size gelelim oturalım” mantığı yok, zaten öyle oturulabilecek ev de yok, küçük evler sorun, 3 odalı evde eşinizle oturmak çok başka bir sınıfa ait olduğunuz anlamına gelir ve bırakın 3 odalı evi burada bir oda kiralamak bile zor, konut sıkıntısı inanılmaz, genelde 3 odalı evde 3 kişi yaşıyor yani her oda bir kişiye ait ve buna alışması gerçekten zor. Arkadaşlarına bu yüzden çok randevu veremiyorsun, verildiğinde de en az iki haftadan hatta bir ay önceden kiminle kaçta buluşulacak belirleniyor, burada “termin” kelimesi çok önemli, yani randevu, arkadaşınızdan randevu almakla doktordan randevu almak arasında çok fark yok, bazen bu da yorucu olabiliyor.

Örgütlenme konusunda da çok kendimi yormuyorum, LGBTİ derneğine gidersem danışmanlık hizmetlerinden yararlanmak için gidiyorum mesela, etkinliğe katılmaya gidiyorum, Türkiye’dekinin tam tersi danışmanlık vermek değil almak için kullanıyorum, etkinlik hazırlamak için değil etkinliğe katılmak için oralardayım.

“TÜRKİYE'NİN BİZİ HALLAÇ PAMUĞU GİBİ SAVURMASI HENÜZ YENİ YENİ DİNİYOR”

Yeni yaşamın içinde bize bir gününü anlatır mısın?

Erken uyuyup erken uyanmaya çalışıyorum, hafta sonu uzun uyuyayım diye bir düşüncem olmuyor, genelde 7 gibi kalkıp Türkçe haberleri gözden geçirirken kahve içiyorum. Kahve Almanya'da önemli, hemen sonrasında kursa gidiyorum, şu an okul öncesi eğitmenliği (Erzieher) ile ilgili spesifik bir dil kursundayım, burada Türkiye'de edindiğim becerileri en faydalı nasıl kullanırım diye düşündüm, zamanında Hacettepe'de sınıf öğretmenliği eğitimi almıştım ve Akdeniz Üniversitesi sahne ve dekor tasarımı mezunuyum, bu iki alanı birleştirip çalışmak istiyorum. Kurstan sonra bazen kütüphaneye gidip kitaplara, filmlere göz atıyorum, genelde direk eve gidiyorum, evle kurs arası yaklaşık 1 saat ve trafikte günde 2 saatimi harcıyorum, toplu taşıma sistemi çok düzenli olduğu için bu zaman çok da sürpriz yapmıyor. Yemek konusunda çok zayıfım ama daha hızlıyım, Türkiye'deki kadar çok zaman harcayamıyorum ne yazık ki, çok pratik yemekler yapıyorum genelde. Sonra mahallede yürüyüşe çıkıyoruz her gün rutin olarak, bazen bisikletle de oluyor, sokaklar bisiklete çok uygun çünkü, mahallemizde göl kenarına gidip sevgilimle birbirimize kitap okuyoruz, yeşil alan çok fazla, ödevlerim varsa parkta yayılıp onlarla uğraşıyorum, müzik dinliyorum, kitap, dergi okuyorum, genelde Almanca okumaya çalışıyorum. Parklara çıkmak her mevsim çok mümkün olmuyor ama her güneş bulduğumuzda dışarıdayız, yaz kış fark etmez bunu öğrendim, kış mevsimi eve kaçmak zorunda değilsin, belki de böylece Türkiye'dekinden daha fazla güneşi yakalıyorumdur kim bilir. Akşamları da genelde Alman kanallarını seyrediyoruz, geldiğimizden beri Türk TV kanallarını takip etmiyoruz, ya da akşam internetten bir film, takip ettiğimiz bir dizi izliyoruz, ama maç, konser, sinema konusunda burada daha aktifim. Berlin'de inanılmaz çeşitli bir etkinlik ortamı var, hafta sonları daha da dolu oluyor, bu hafta sonu piknik için sözleştik mesela arkadaşlarla göl kenarına yürüyüşe gideceğiz. Gayet sakin kalmaya çalışıyorum açıkçası Türkiye'nin o yorgunluğu, yoğunluğu, bizi hallaç pamuğu gibi savurması henüz yeni yeni diniyor...