BIFED RÖPORTAJLARI-4

DENİZ KALELİ

Yemyeşil, uçsuz bucaksız Istrancalar... Bir kanadı Türkiye’de, diğeri Bulgaristan’da... Koruma altına alınan, çiçek koparmanın, beton yapılaşmanın, yere plastik atmanın yasak olduğu o kanadın aksine; eşsiz longoz ormanları yerine nükleer santral planlarıyla gündemde olan İğneada’sı ve yeraltı sularıyla binlerce canlıya yuva olan Istrancalar’ın Türkiye kanadında, ormanın tam kalbinde gittikçe açılan bir yara... Taş ocakları!

Racia Adar’ın “Ab-ı Hayat - Istrancalar” belgeseli işte bu görüntülerle başlayıp kamerayı bölgede yıllardır taş ocaklarıyla mücadele eden insanlara çeviriyor. Bizi onlarla tanıştırırken faaliyetleriyle Istranca Ormanları’nı yok edecek şirketlere karşı duruşlarından kararlılık ve umut topluyor.

Antalya Fenike’de mermer ve taş ocaklarına karşı mücadele ederken öldürülen Aysin, Ali Büyüknohutçu’ya ithaf edilen belgesel, bu yıl 6.’sı düzenlenen Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali’nin Uluslararası Yarışma finalistlerinden biriydi.

Gösterime belgeselin yönetmeni Racia Adar ve Görüntü Yönetmeni Sinan Kurtuluş Bilgenoğlu, festivalin en minik seyircisi 8 aylık oğulları Balkan’la birlikte geldi. Bozcaada’da onları yalnız bırakmak istemeyen, “Istrancalarda yaşamı savunanların birincisi” diye tarif ettikleri belgeselde mücadeleleri anlatılan “suyun bekçileri” de Kırklareli’den kalkıp geldi. Büyük ilgiyle izlenen, Trakya’da, Kırklareli’nin köylerinde taş ocaklarına karşı verilen mücadelenin yanı sıra Bulgaristan – Türkiye sınırına çekilen jiletli telden ve bundan etkilenen hayvanlardan da çarpıcı bir şekilde haberdar eden “Ab-ı Hayat – Istrancalar” belgeselini, kendisi de Kırklarelili olan yönetmen Racia Adar ile konuştuk.   

“Ab-ı Hayat Istrancalar”, suyun bekçilerinin hikâyesi… Kimdir “Suyun Bekçileri”?

Ülkemizin birçok yanında çeşmelerimizden hâlâ su akmasının nedeni olan gizli kahramanlar... Bu coğrafyanın insanları... Biz Trakya’nın bekçilerini anlatmaya çalıştık; Istrancalar’ı koruyan gizli kahramanları. Ab- ı hayat; yaşam kaynağı, yaşam pınarı demek. Gidenler bilir, Istrancalar Tanrı’nın bir lütfu. Longoz ormanlarıyla, yer altı sularıyla rüya gibi, masal gibi bir bölge... Masal bozulursa, hayat hepimiz için korkunç olacak.

Nasıl kesişti yolunuz onlarla, nasıl karar verdiniz bu hikâyeyi anlatmaya?

Biz de o bölgenin insanlarıyız. Cumhuriyet Gazetesi’nden Hazal Ocak’ın haberinde, “Bir kuşun iki kanadı gibi” diye tarif edilen Istrancalar’ı okuduk. Taş ocakları için bölgede 74 bin ağacın kesileceğini öğrendik. Hazal aracılığıyla Kırklareli Kent Konseyi Çevre Meclisi Başkanı Göksal Çidem’le tanıştık. Kendimiz için, çevremiz için, geleceğimiz, çocuklarımız için biz de bir şeyler yapmaya karar verdik. Yanlarında yer almak, onları kayda almak istedik. Harika şeyler çektik, çok mutlu olduk. Umutsuz bir şekilde gittiğimiz bölgeden büyük umutlarla döndük.

O bölgeden bir yönetmen olarak nasıl karşılandınız, nelere tanık oldunuz?

Bir kere aynı ağzı kullanıyoruz; “hayır”a biz de “ayır” diyoruz, hep birlikte ‘ayır’ dedik taş ocaklarına (gülüyor). O anlamda çok keyifliydi, işi çok kolaylaştırdı. İlk bir araya gelişimizde bunun onların belgeseli olacağını, bizim sadece bir görev üstlendiğimizi çok rahat aktarabildik. Trakya insanının keskin zekâsını nasıl kullandığına tanık olduk. En ince ayrıntısına kadar her şeyi öğrenmişler, orayı en güzel şekilde savunuyorlar.

Belgeseli çekerken ilk defa bir ÇED toplantısına katıldık. Heyecanlı bir deneyimdi, acaba ne olacak, yanlış bir şey yaparsak o insanlara bir zararımız olur mu diye endişelendik bir yandan. Eğer ÇED toplantısına o bölgeden bir kişi dahi katılırsa, toplantı yapılmış, halk bilgilenmiş sayılıyor. Şirket istediği gibi devam ediyor faaliyetlerine. Biz öncesinde bilmiyorduk. Bütün köylüler bunu biliyor ve ona göre hareket ediyorlar. Oyun gibi… Trakya bölgesinde ilk defa bir ÇED toplantısı belgeselle kayıt altına alınmış oldu, o yüzden de önemliydi.

Bu belgesel aslında neyi anlatıyor?

“Ab-ı Hayat – Istrancalar” öncelikle görsel olarak taş ocaklarının tahrip ettiği ormanları anlatıyor. Tepeden çekilmiş görüntülerle iç acıtıcı, korkutucu bir şekilde muhteşem güzelliğin yok edilmiş, mahvedilmiş halini bize gösteriyor. Sonrasında da kelimenin gerçek anlamıyla 7’den 70’e insanların orayı nasıl savunmaya çalıştıklarını… 84 yaşındaki bir kadının geleceğe dair ne kadar planı olabilir? Benim torunlarım nerede gezecek diye soruyor, bunun üzerinden de geleceğe dair planlar yapıyor. Belgesel, taş ocakları görüntüleriyle iç kanatıyor, sonrasında yönünü oradaki insanların verdiği çevre mücadelesine çevirerek büyük bir umut veriyor.

Peki, tüm bunlar izleyenlere nasıl dokunsun istiyorsunuz, oradaki çevre mücadelesine nasıl katkı sunsun?

Öncelikle, Istrancalar’ı koruyan insanların ayağına taş değmesin. Bu ülkede çevreyi, doğayı korumak isteyen sıradan, tatlı, güzel insanlar kiralık katil tutularak öldürüldü. Benim ilk hedefim; bakın bu insanlar burada çevre mücadelesi veriyor ve biz onları tek tek kayıt altına aldık, haberiniz olsun demekti. Trakya’daki mücadele ülkemizin her yerinde var. Taş ocakları, nükleer santrallar, kömürlü termik santrallar, altın madenleri…  BIFED’de izlediğimiz filmlerle de gördük ki, yalnız değiliz, dünyada da durum böyle. Herkes kendi bölgesini sahiplenerek bununla mücadele ediyor. Trakya’da taş ocaklarına karşı böyle bir mücadele verildiğine dair sadece gazete haberleri vardı. Bu belgesel ilk ve önemli… Arkası gelecektir. İzleyenlerin, evet, bu insanlar gerçekten mücadele ediyor demesini ve umut dolmasını istiyoruz.

BIFED’e katılmak, Bozcaada’da olmak nasıl bir deneyim oldu sizin için?

Buraya 8 aylık bebeğimizle geldik. Önce çok düşündük, endişelendik birlikte gelebilir miyiz diye. Balkan, Istrancalar’ın bize verdiği bir hediye, belgeselin çekimlerinden hemen sonra geldi. Ekip üyesi olarak BIFED’e de gelmeliydi (gülüyor). Burada çok güzel ağırlandık. Kadın sinema işçisi, emekçisi olarak bebeğimle BIFED’e gelebilmek, festival ekibinin bunu sağlaması, bizi çok güzel ağırlaması çok değerli. Her zaman minnettar kalacağım.

Belgeselden akılda kalan en çarpıcı, iç acıtan, şaşırtan konulardan biri de mülteci geçişlerini engellemek için Türkiye – Bulgaristan sınırına çekildiğini öğrendiğimiz jiletli tellere yıllardır o bölgede yaşayan hayvanların çarparak can verdiğini, yaralandığını, yollarına devam edemediklerini, su içmeye dahi gidemediklerini anladığımız sahneler…

Montaj esnasında birçok şeyi atmak, kısaltmak zorundaydık ama filmde pek de yeri olmayan bir konu olmasına rağmen o görüntülerden vazgeçemedik. Sınır köylerde yaşayanlar haricinde bölge insanı da habersiz o telden. Öyle olunca, Avrupa Birliği fonlarıyla Bulgaristan Hükümeti tarafından çekilen bu dikenli telleri anlatmak bizim omuzlarımıza yüklenmiş oldu. Belgesele koyalım, sonrasında da bunu gerekli birimlere iletelim dedik. Avrupa Parlamentosunda hayvan hakları için seçilmiş olan bir parti var; Party For The Animals (Hayvanlar İçin Parti). Durumu onlara yazdık, belgeseli izlediler. Bizi haklı buldular; hayvanların sınırları yoktur, dediler. Şimdi değerlendirme aşamasında, gündeme gelmesini bekliyoruz. Gerçekten en çok istediğimiz şey o jiletli tellerin kaldırılması; evlerinin, yaşam alanlarının, göç yollarının hayvanlara iade edilmesi. Bunun için elimizden geleni yapacağız. Belgeseli izleyenlerin omuzlarında da artık aynı yük var.