“Ben, bir işkenceciyim. Pohpohlayıp, kullandılar beni.”

Sabah sabah, “Raci Tetik Öldü” başlığını görünce şöyle bir durdum.

11 yaşında annesini babasını kaybeden bir çocuğun, yatılı okullarda kimlerin eline geçerek, nasıl bir eğitimle “kasap” lakabını edindiğini anlamak, uzmanların işi.

Kayıtlara göre asker Raci, Kenan Evren’le birlikte Kore’ye gider ve kontrgerilla eğitimini bu ülkede alır.

Hayat masallardaki gibi değil ki…

Asker Raci’nin, ‘agresif’ davranışları nedeniyle 22 kez görev yeri değiştirilir.

Tetik gibileri, devletin bazı birimlerinin işine gelir. Özellikle düşünce suçluları söz konusu olduğunda...

Nitekim, Tekirdağ’da alay komutanıyken Temmuz 1980’de Mamak Askerî Cezaevi Komutanlığı’na atanan Tetik, bu yanıyla şöyle övünür:

“Benden önce tam altı subay, dayanamayıp bu görevi bırakmışlar. Kimi ülser olmuş, kimi kalp hastası. Ama ben kaçmadım.”

O dönemi yaşayan Mamak mahkûmları ise anılarında bir psikopatı tarif etmektedirler:

“Raci Tetik göreve gelir gelmez seri işkenceler başladı. İlk kurban, Mustafa Yalçın oldu.”

O dönem idam edilen Levon Ekmekçiyan, Erdal Eren, Mustafa Pehlivanoğlu ve Necdet Adalı’ya, darağacına götürülürken bile tekmeler atıldığı birçok mahkûm tarafından doğrulanmıştır.

Gazeteci Oral Çalışlar, anılarında, Mustafa Yalçın’ın öldürülmesini şöyle aktarır:

Tarih, 28 Ağustos 1980’di. Tetik, göreve yeni atanmıştı. İlk iş, koğuşlara bir saldırı düzenledi. Tutuklular, havalandırmaya çıkarıldı ve saatler süren bir dayak, tekmeleme başladı. Her taraf, kan içinde kalmıştı. Bu dayak sırasında ağır yaralanan Mustafa Yalçın, bir süre sonra can verdi. Bu cinayet, Tetik’i korkutmak bir yana, daha da azgın şekilde saldırması için cesaretlendirdi. Darbe gerçekleştikten sonra eli, iyice rahatladı.”

Raci Tetik yönetimindeki Mamak’da ağabeyi Muzaffer Erdost’la birlikte tutuklanan yayıncı İlhan Erdost, askerler tarafından dövülerek, işkence yapılarak öldürülür.

Tetik, gazeteci Ahmet Kahraman’a, Erdost’un ölümü hakkında şu ifadeyi verir:

“O, bir talihsizlikti. Daha önce birçok eyleme katılmış, aşırı sağcı bir erle acemi bir astsubay yapmış.”

Muzaffer Erdost’a göre ise Marksist klasikleri basan Sol Yayınları’nın sahibi kardeşi İlhan Erdost, Ekim Devrimi’nin yıldönümü 7 Kasım’da, Tetik’in emriyle kasten, bizzat öldürülmüştür.

Tetik, cinayetle ilgili soruşturmada verdiği ifadede, “Yaşlı, kadın ve çocuklar, sakatlar ve hastalar haricinde tüm tutukluların belden aşağı kaba yerlerine ve avuçlarına bir veya iki kez vurulması gerektiği konusunda emir verdim. Amacım, disiplini sağlamaktı. İlhan Erdost’un ölümü olayında, verdiğim emirler aşılmış.”

Söylemeye gerek var mı bilmem. Raci Tetik, bu davaların hiç birinden yargılanmadı.

Binbir güçlükle getirildiği TBMM Darbeleri Araştırma Alt Komisyonu’nda kendisine bu konu hatırlatıldığında iddiaları yalanlamaz; aksine, soruları, adeta gururla yanıtlar:

“İdamlar sırasında odamdan çıkmazdım.”

Raci Tetik’in arkasında, dönemin devleti, Kenan Evren, İsmail Hakkı Karadayı ve Recep Ergun vardır. Tetik, amirlerinden takdirnamelerle birlikte rüşveti anımsatan hediyeler almaktadır. Hediye edilen televizyonu, itirafçılar koğuşuna gönderdiği söylenir.

Raci Tetik, nam-ı diğer ‘Kasap’, gün gelir, Ahmet Kahraman’a “Ben bir işkenceciyim. Beni pohpohlayıp, kullandılar.” itirafında bulunur. (11 Eylül 1988/Milliyet)

O, uzun süre Avustralya’da kanser tedavisi gördüğü ileri sürülerek, açılan davalardan yırtmış bir işkenceciydi. Oysa o sırada TSK’nın Çamlıca’daki Özel Bakımevi Merkezi’nde kalmaktaydı.

Kaldığı yer ortaya çıkınca ifade için Darbe Komisyonu’na çağrıldığında, sorgulayanlar arasında işkence yaptığı HDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder de bulunmaktadır.

AKP’li Nimet Baş başkanlığındaki komisyona diklenen Tetik, “Ben, kendi namıma her şeyi doğru ve dürüst yapmayı şiar edindim.” der.

Kulakları ağır işitmektedir. Sırrı Süreyya, sesini duyurmak için yerinden kalkarak Tetik’e yaklaştığında tedirgin olur. Önder, “Sakin ol! Sadece sesimi duyurmak için yakınına geldim.” deyince de, “Zaten mert birine benziyorsun.” der.

Tetik, Sırrı Süreyya Önder’in kravatsız kıyafetiyle dalga geçmeyi de ihmal etmez. “Herkes, ben bile, efendi gibi giyinmişiz. Siz, böyle biraz daha halkvarî giyinmişsiniz.” der.

Amirlerine olan kırgınlığını da dile getirmeden edemez.

“Aslında heykelim dikilmeliydi. Vefasızlık ettiler.”

“Terbiyesiz, kuyruk acın var!” dediği Sırrı Süreyya Önder’e “dostane” bir uyarıda da bulunur:

“Sen bu kafayla gidersen daha da yatarsın!”

Hani yalan da değil. O işkenceci, bugün itibariyle haklı. Sırrı Süreyya Önder, “aynı kafada giderek” tekrar içeri girdi.

Gelelim Londra’ya...

Raci Tetik’in ölüm haberini aldığım gün Ara Güler’in sergisine gitmeye hazırlanıyordum.

Cumhurbaşkanlığı tarafından, 23 Nisan'da Londra Saatchi Galeri'de açılan sergi, kentteki ilk on etkinlik arasında gösterilmişti.

Bir buçuk saat süren yolculuktan sonra ulaştığımız salona girdiğimde sanki Ara Güler ölmemiş, karşı köşeden içeri girenlere gülümsüyordu.

Çoğu, eski İstanbul kareleri. Her biri, ayrı bir destan. Siyah beyazın 99 tonu.

Dolaşmaya başladık. Ben doğmadan önceki Beyoğlu’nda, Tarlabaşı’nda, Eyüp’te, o canım sokaklarda yaşamışız, cumbalı evlerden birinde oturmuşuz gibi.

Üçüncü duvara geldiğimde İstanbul bitmişti. Karşımızda üç tanıdık sima “hoş geldiniz” diyor: Âşık Veysel, Yaşar Kemal ve Nazım. Yan yana.

O güzel yüzlerinde, sessiz bir huzur... Eski İstanbul’un kadim semtleri kadar sıcacıklar.

Sergiyi dolaşanlar arasında bir grup öğrenci, cıvıl cıvıl. İrlandalı tur lideri, her fotoğrafı ayrı ayrı anlatıyor.

Âşık Veysel’i üç beş sözcükle anlatmak mümkün mü? Elin İrlandalısı bilir mi ki Âşık Veysel, dönemin Ankara Valisi Nevzat Tandoğan tarafından Ulus’a alınmamış; üstüne üstlük, sazı elinden alınarak kırılmıştır.

Ya komünizm propagandası suçlamasıyla hapse girip, çetecilikten yatan başka bir mahkûm tarafından bıçaklandığını gülerek anlatan Yaşar Kemal?

Ve yakın tarihe kadar resmî kayıtlara “vatan haini” olarak geçen, yıllarca hapis yattıktan sonra canını kurtarmak için, içi yana yana kaçtığı gurbet ellerde bir avuç vatan toprağına hasret bırakılan Nazım Hikmet...

Yaşadıkları dönemde resmî makamların hainlikle damgaladığı bu üç insan, nasıl oluyor da aynı makamlar tarafından yıllar sonra, “Buyrun, medar-ı iftiharlarımızı görün!” denilerek sergileniyorlar?

Gerçi onlar da haklı!

Başka kimi göstererek gurur duyacaklar? Ara Güler’in kamerasından çıksa bile, bir Kenan Evren’in ya da Raci Tetik gibilerinin fotoğrafı nereye konabilir ki?

Sağlıcakla kalınız