Aktivist, araştırmacı yazar Hülya Tarman’ın Güneydoğu'da sürmekte olan çatışmalı ortamın sivil halkı nasıl etkilediği üzerine yaptığı alan araştırması, “Peşime Verdi: Şiddete İçeriden Bakmak” adıyla kitaplaştırıldı. Kitap, Yayın Kolektifi’nin önerisi ile Kibele Yayınevi tarafından basıldı. Serpil Odabaşı ve Bilge Girgin “Peşime Verdi” hakkında yazdı.

Uçan Süpürge Haber Merkezi

Eserde, bölgede yaşayan ve bu savaşın mağduru olan farklı meslek gruplarından kişilerle yapılan röportajlar yer alıyor. Ayrıca, bölgede yaşayan çocukların savaş algısı üzerinde duruluyor. Tarman'ın yazdıkları, şiddet olgusunu, taraflardan birinin gözüyle değil, şiddetin gerçek mağduru olan insanların gözüyle ele alıyor.

Tarman'ın kitabına bir sunuş yazısı kaleme alan yazar Gün Zileli, şunları söylüyor: “Hülya’nın kitabını okurken hep düşündüm bu mütevazı cesaretin kaynağını. İtiraf edeyim ki, zaman zaman kendimde bulamadığım oldu aynı cesareti. Hatta bazen ‘çok safsın, çok iyi niyetlisin be Hülya’ diye düşündüğüm de. Ve badireyi her atlatışında (atlatmış mıydı?) derin bir ‘oh’ çekerek. ‘Hep isimsizler düşmüştür yola’ satırlarını okuduğumda boğazım düğümlendi. ‘Ne yana geçsem karşıda kalmama rağmen’ dediğinde, ‘işte, yenilen devrimlerin tarifi’ dedim kendi kendime. Binlerce sayfalık teorik laf kalabalıklarını, sade, içten ve hayattan bir tanımlamayla sollayıp geçen bir anlatım. Kendine karşı yapılan provokasyonları bir ‘iş kazası’ olarak görmeye hazır nasıl alçakgönüllü bir ruh halidir bu? ‘Sessiz ve ünsüz tanığa kulak verin’ diyor Hülya Tarman. Kulak verin dağlarda bir iz bile bırakmadan ölüp giden çocuk gerillaların künyelerini aktaran, gerillaya on üç yaşında katılıp on dört yaşında ölüm yolculuğuna çıkan çocuklara tanıklık eden bu kitaba. Onların derin faaliyetler içindeki devleti varsa, Hülya Tarman gibi az sayıda insanın da derin sorumluluğu vardır.”

Yayın Kolektifi’nden Bilge Girgin ve aynı zamanda kitabın kapak tasarımını da yapan ressam Serpil Odabaşı “Peşime Verdi” üzerine birer yazı kaleme aldı.


Yerleşik Kanaatlerimiz ve “Peşime Verdi”

Bilge Girgin

Walter Benjamin “Yapıtlarımdaki alıntılar, silahlı eşkıyalara benzerler, gelip geçenleri kanaatlerinden ederler” der, ancak yerleşik kanaatleri sarsmanın en iyi yolu, şüphesiz ki hakkında bir kanaat geliştirdiğimiz insanların kendileri, hikâyeleri ile temas etmektir. İnsanın oluşturduğu peşin hükmü yine insandır ortadan kaldırabilen. Hülya Tarman'ın kitabı Kürt meselesine dair yerleşik kanaatlerinizi sorgulatacak cinsten... Kitap tüm silah seslerinin arasından, size insanları, insan hikâyelerini taşıyor. Ulaştığı, görüştüğü, röportaj yaptığı insanların hikâyelerini getirip koyuyor önünüze... Bu konuda yazılmış olan pek çok eserin tersine bu kitap, savaşı hiçbir şekilde meşru görmeye ve göstermeye çalışmıyor, aksine savaşın bölgede ve insan üzerinde yarattığı sonuçları, bölge insanının kendi sesinden ortaya koymaya çalışıyor.
                                                                                    
“Peşime Verdi” Yayın Kolektifi ve Kibele Yayınları işbirliği ile basılan, bu yılın en önemli ve özel kitaplarından birisi gerçekten... Yazarın, vicdan sahibi biri olarak, dert edindiği bir konunun peşinde süpürgesine atlayarak “uzak” diyarlara yolculuğu göze alabilmiş bir araştırmacı-yazar, aktivist olması kitabı daha da kıymetlendiriyor... Yazarın, yol azığının, hangi coğrafyada olursa olsun, gerçeğin, son noktada toprak ile insan arasındaki bağdan ibaret olduğu düşüncesi daha da özel kılıyor kitabı...

Tarman, 2006 yılından itibaren bölgeye yaptığı yolculuğun notlarını, her yaştan ve sınıftan  bölge insanı ile yaptığı röportajları, “dışarıdan” bir kadın olarak hissettiklerini ve elbet yüreğini ekliyor her satıra... Kitabın en çarpıcı yanı, ölen çocuk gerillaların bir dökümünü veriyor olması; ancak ilk defa sayılar ve yapılan döküm soğuk bir biçimde yüzünüze çarpmıyor, bir insan sıcaklığında yerini alıyor bu çalışmada. Evrim Alataş ve Perihan Mağden arasındaki tartışmanın notları, manidar bir son oluşturuyor kitap için.

Kitabın önemine dair bir tahmin yapabilmeniz yazarın hikayesine dahil olmanız ile bile mümkün... Böylesine bir savaş karşıtlığı ve savaşın dağdağası arasında insan sesini duyulur kılma çabası şaşırtıcı olmayan bir biçimde, pek çok engelle karşılaşmış. Yazarın, çalışması sebebiyle başına gelenler adeta başka bir kitap olabilecek nitelikte... Hem coğrafyada bir “öteki” olarak yaşadıkları, hissettikleri ve hem de bu yola çıkmaya cüret etmesi sebebiyle kendisine yaşatılan var işin içinde. Tüm bunlara rağmen Hülya, yaptığı şeye duyduğu inançla devam etmiş yoluna, sorularını içine gömmektense açık bir hedef haline gelme ihtimalini sırtlanmış yolculuğunun başında. Böylece sadece soruların ve vicdanın yükünü değil, tehlikeli ihtimalleri de taşımış nereye gitse kendisiyle.

Malumdur, insan nereye gitse kendini götürür sonuçta. Bu gecikmiş yüzleşmelere zemin hazırlayabileceği  gibi, insanın olduğu her yerde, süre giden egemen bakışa karşı her zaman karşı bir sesin, kimi zaman fısıltının yaşaya kalacağına dair umudu da güçlendirir. Bu nokta çok önemlidir, çünkü Benjamin'in belirttiği “tarihin havını tersine tarama” eyleminin en önemli desteği, egemene karşı var olmaya devam eden insan sesi ve ürünleridir. Egemen yazımın dışında kalan insanlar, onların günlük deneyimleri ve hikâyeleri ile tararsınız tarihin havını tersine... Taradıkça karşınıza çıkan şey yine insan sesleri olacaktır. Şaşırmayın!


Bir kitap okudum komşumun yüzüne daha farklı baktım!

Serpil Odabaşı

Savaş her yerde savaştır! Kürdistan’daki başka türlü ağır! Çünkü adı ‘savaş’ bile değil! Savaş hukuku hak-huk getire! Oralarda ölümlere tekmeler atılır, kulaklardan koleksiyon yapılır! Her şey keyfi! Oysa savaşın mağdurları milyonlardır.

Sevgili Hülya her tür koşula, koşuluna kafa tutup düşmüş yollara. Takılan, tekleyen ses kayıt cihazını uzatmış, dokunabildiği kadar çok insana dokunmuş. Çocuk, yaşlı, genç, Kürt, Türk herkese uzanmış, konuşmuş. Kitapta savaşın sonuçlarını, göçü, yoksulluğu, ötekileştirilmeyi, yalnızlığı dinliyoruz. Sanki hemen konuşanların yanı başında biz de varız! Görüyor duyuyoruz Hülya ile birlikte! Onun gibi duygulanıyoruz. Ve yine tıpkı Hülya gibi, artık tek bir insanın bile burnunun kanamamasını dileyerek okudum Peşime Verdi’yi.

Aslında herkesten önce tanıştım ve haberdar oldum kitaptan. Kitap kapağı resmi için Hülya’nın benimle iletişime geçtiği günlerde ayaklanmış Kanada`ya  göç hazırlığına durmuştum. Her şey kolilerde, bavullardaydı, bir yatağım vardı açıkta bir de bilgisayarım. Ankara ya gidecektim önce vize işlemleri için. Kısaca söz etti, çocuklarla yaptığı çalışmayı gönderdi.
Hülya bilmiyordu bu kitabı neden önemsediğimi, çünkü belki de ben savaşı en ucuz atlatanlardandım. Gitmek istememin bir sürü nedenlerinden biriydi yaşadığım bir yığın ayrımcılık! Çalıştığım iş yerinde, sokakta, bazen kendine bir yığın muhalif isim takmış insanlardan bile “Diyarbakırlı mısın? Olsun!”cümlelerinin altında yatan bir sürü, üstten, beyaz koda tahammülümün tükendiği, bittiği günlerdeydim. Diyorum ya en ucuz atlatandım, ailemden bir ölüm yoktu, yaralama yoktu ama ruhlarımızı sakatladılar! Kabus suratlı adamların yaptıklarından sonra, 80 darbesinden hemen sonra bir daha rayına hiç girmeyen bir hayatımız oldu bizim de, tılsımı, tadı kaçtı dirliğimizin!

90’larda Diyarbakır’da, birçok ailenin, gencin içler acısı yaşamına şahit oldum. Damdan dama zıplayan arkadaşlarımın taranmasına, akrabalarımın sokak ortasında ansızın öldürülüşüne… Hınç, kin dolu kirli kanlı elleri silahlı adamlar gece,  gündüz fütursuzca daldı evlere, sokaklara meydanlara şarkıları bile korkuttular, rüyaları niye rahat bıraksınlar!

Dağkapı’da bir dükkândan yükselen Kürtçe müziği duyduğumuzda nasıl da devrim olmuşçasına şaşırmış, sevinmiştik… Büyük oranda asimile olmuş, üniversite mezunu bir kadın olmama rağmen Türk ulusalcılarının hıncına, lincine maruz kaldım! En küçüğü belki! Önceki gün bir asker ölmüşse ertesi gün günaydınlarım eli havada sallanırdı!

Peşime Verdi’yi okurken dedim ki kendi kendime; ben bunca çok onlara benzemişken, Kürtçe bile bilmezken, bunları yaşadıysam köyünden kalkmış gelmiş, doğanın dilinden ve anadilinden başka dil bilmeyen (ki bu iki dil yeterlidir aslında yaşamak için) anadiliyle konuşan bu insanlar nasıl dayandılar İstanbul’un, İzmir’in, Karadeniz’in bunca acımasızlığına… O ulusalcılara da şunu söylemiştim; “görebileceğiniz (maalesef)  en Türkleşmiş Kürdüm, bana bile tahammülünüz yoksa sizi hayata havale ediyorum…"
Hülya’nın kitabını okurken o yıllara, o günlere, o yüzlere döndüm yeniden. Bir yandan onlarla yan yana olamamamın verdiği boğulmuşluk, bir şey yapamamanın verdiği ağırlıkla içimden bir kez daha teşekkür ettim Hülya’ya. 

Kitabın kapak resmini gönderdikten sonra kısacık şöyle demiştim; Öyküsünü, düşlerini, isyanını, öfkesini bildiğim ve bilmekten de çok duyumsadığım, duyumsarken hafızamı yakıp kavuran onların gerçekleri, Sevgili Hülya’nın özverili çalışmasıyla kitaba dönüştürüldüğünde çok sevindim. Bu kitabın kapak resmini çalışmış olmaktan dolayı mutluyum! Ne kadar çok dokunursak anlamak ve sevmek de o kadar çok kolaylaşacak çünkü. Hülya Tarman bu kapıyı aralıyor…

İşte her şeye rağmen, başına gelen onca haksızlığa kötülüğe rağmen bütün bunları görünür kılmaya çalışması, bu çabada direnmesi!

İyi niyetli bir çaba! 

Bu kitabı mutlaka okuyunuz! ‘Bir kitap okudum hayatım değişti’ olmasa bile `bir kitap okudum komşumun yüzüne daha farklı baktım` diyebilmek için…