Necdet Bulut 1978’de ülkücü tetikçiler tarafından katledilen Türkiye İşçi Partili bir bilim insanıdır.

1978 Temmuz’unda ODTÜ'den izinli olarak Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde yeni kurulacak  Bilgisayar Merkezi yöneticiliğine getirildi. Trabzon'daki lojmanının girişinde, 26 Kasım 1978 gecesi, ülkücü tetikçilerce arabası çapraz ateşe alındı (sonradan arabada 29 kurşun deliği belirlendi); oğlu ve dört ay önce evlendiği eşi hafif yaralandı. Ağır yaralanmış olan Bulut, Genelkurmay Başkanlığı'nın gönderdiği özel uçakla Ankara'ya götürüldü; 8 Aralık'ta Hacettepe Hastanesi'nde hayatını kaybetti.

İZLER, SORULAR, ŞÜPHELER

Aynı saldırıda Necdet Bulut’la birlikte yaralanan eşi Neşe Erdilek Bulut, bugün başka faili meçhul saldırılarda katledilenlerin aileleriyle birlikte oluşturdukları Toplumsal Bellek Platformu’nda ülkemiz tarihinin karanlık sayfalarının aydınlatılması için mücadele ediyor.

Neşe Erdilek Bulut, Necdet Bulut’un ölümündeki çeşitli karanlık noktaları, soruları, şüpheleri ve izleri şöyle anlattı:

‘BU GÜN KAÇ KİŞİ ÖLDÜ’

12 Eylül darbesinin Türkiye toplumunun onbinlerce gencinin, sosyalist ve aydınının ekmeği ile oynayıp geleceğini kararttığını, hapislerde çürüttüğünü,  işkencelerde ve idam sehpalarında canlarını aldığını, kısaca tüm toplumun en canlı unsurlarını tırpanladığını biliyoruz.

Size bu darbeyi topluma kabul ettirmek için yarattıkları korku ortamından kendi payıma düşeni ve bazı bilgilerimi aktarmak istiyorum.

12 Eylül öncesi 1978-79 yıllarında, her gün haberleri, ‘bu gün kaç kişi öldü’ diye izlediğimiz bir ortam yaratılmıştı. Ergenekon davalarında ve açığa çıkan darbe günlüklerinde toplumun darbeye hazırlanması için nasıl eylemler planlandığını okuyoruz, ama biz bunları yaşadık. Anadolu’da ve üniversitelerde öldürülen sayısız faili meçhul canımızın yanı sıra, toplumda genel korku ve panik yaratmak için tanınmış aydınlar, akademisyenler, gazeteciler öldürüldü. Hâlâ birçok cinayet faili meçhul ve onları azmettiren organizasyonlar henüz açığa çıkarılamadı. Benim de içinde bulunduğum ‘Toplumsal Bellek Platformu’ bu amaçla kuruldu.

ARABADA 29 KURŞUN DELİĞİ VARDI

Ben, 26 Kasım 1978 tarihinde Trabzon’da üniversite girişinde gece pusuya düşürülerek yaralanan ve yapılan hatalı müdahaleler sonucu 8 Aralık 1978 tarihinde yaşamını yitiren öğretim üyesi Necdet Bulut’un eşiyim. Saldırıda Necdet ağır, ben ve oğlu hafif yaralandık. İki taraflı ateş altında kalmış arabada 29 kurşun deliği vardı.

Necdet’e Trabzon’daki devlet hastanesinde anında müdahale edildi, yan tarafından giren kurşun böbreğini parçalamıştı. Ertesi gün gayet iyi idi. Ancak sonraki sabah ateşi çıktı. Bir cerrah kızı olduğum için karın yaralamalarında ateş yükselmesinin peritonit olabileceğini biliyordum. Ankara ile konuştuğumuzda bu şüphemi söyledim.

MEHMET HABERAL’IN DA İÇİNDE OLDUĞU EKİP TRABZON’A GELDİ

Ankara’da çeşitli çevrelerin çabaları ile hemen harekete geçilerek müdahale için bir ekip oluşturuldu ve öğlen saatlerinde şu an Ergenekon sanığı olan Mehmet Haberal’ın da içinde olduğu bir ekip Trabzon’a geldi.

Peritonitte kan zehirlenmesi olduğundan dakikaların bile önemi vardı. Bu müdahaleyi Trabzon’da yapmak için gelmişlerdi ancak teknik nedenleri göstererek gelen askeri nakliye uçağı ile Ankara’ya Hacettepe’ye götürme kararı aldılar.   

‘BİR MAHSURU YOK, EŞİNİZ DE İÇEBİLİR DEDİLER’

Yolda pilotlar hekimlere sütlü kahve ikram ettiler. Bana da ikram ettiklerinde eşimin yanında idim ve iki gündür yaralanma nedeni ile hiç sıvı almayan eşimin yanında kahve içmek istemedim. Doktorlar, ‘bir mahsuru yok, eşiniz de içebilir dediler’. Karın ameliyatlarında hele de bağırsak delinmesi şüphesi olan bir durumda, ağızdan likit verilmeyeceğini biliyordum. Ama bana ısrarla bir şey olmayacağını söylediklerinde ‘nasıl olsa hemen hastanede müdahale edecekler, herhalde moral için içmesinde bir sakınca görmüyorlar’ diye düşündüm ve eşim büyük bir keyifle sütlü kahveyi içti.

EŞİM, BİLİNCİ YERİNDE MAKİNELERE BAĞLI ACI ÇEKEREK TÜKENDİ

Esenboğa askeri havaalanına indiğimizde bizi bekleyen ambulans ile doğruca Hacettepe Hastanesi’ne gittik. Saat 18 civarında ulaştığımız Hacettepe Hastanesi’nde eşim ameliyata ertesi gün (29 Kasım 1978) saat 18’den sonra alındı. Ne zaman alınacak diye tüm sorularımız ve müdahalelerimiz ‘tansiyonu düzensiz, tahliller yapılıyor bitince hemen alacağız, vb.’ gibi gerekçelerle geçiştirildi.  Ameliyathaneye giren ameliyathane başhemşiresi arkadaşımız, karın açıldığında ortalığı kesif bir kokunun sardığını ve karında iltihabın tamamen yayıldığını görmüş, çıktığında ağlayarak arkadaşlarımıza ‘Necdet’i kaybettik’ demiş. 8 Aralık 1978 tarihinde vefatına kadar eşim, bilinci yerinde olarak ancak gün gün midesi, ciğerleri, böbrekleri iflas ederek, makinelere bağlı acı çekerek tükendi.

HABERAL’IN SEKRETERİ MEHMET ALİ AĞCA’NIN KIZ KARDEŞİ

Tüm tıp insanları, tıp öğrencileri de dahil en çok mikrop üreten gıdalardan birinin süt olduğunu, karındaki operasyonlarda bırakın sütü hiç bir şekilde likit verilemeyeceğini, peritonit şüphesi olduğunda müdahale için dakikaların bile değerli olduğunu ve kaybedilemeyeceğini bilirler. İki ünlü cerrahın bunu bilmemelerinin söz konusu olamayacağına göre, hastaya süt içirerek müdahaleyi 32 saat geciktirmeleri olgusu bende kuşku yarattı. Hele o sırada Mehmet Haberal’ın Hacettepe Hastanesi’ndeki sekreterinin Mehmet Ali Ağca’nın kız kardeşi olduğunu yıllar sonra öğrenince.

ELİM KOLUM BAĞLI KALDIM

Mehmet Haberal’ın verdiği zarar bununla da kalmadı, Necdet Bulut’un öldürülmesi ile ilgili yakalanan sanıklar adam öldürmekten değil yaralamaya sebebiyet vermekten ceza aldılar, idamdan kurtuldular, şimdi aramızda geziyorlar…

Mahkeme, Necdet Bulut’un doktor hatası sonucunda öldüğünü  belirtti ancak burada da hangi müdahalenin söz konusu olduğu önemli oluyordu. Trabzon’da Necdet’in hayatını kurtaran doktor mu, Hacettepe’dekiler mi hatalıydı? Bunu ispat etmenin, hastane kayıtlarına ulaşmanın nerede ise mümkün olmadığı bana söylendi ve elim kolum bağlı kaldım.

ASKERİ İSTİHBARAT ELEMANLARI

Daha sonraki yıllarda bir dönem eşim olan Mete Tunçay da 1402 ile üniversiteden atıldı. Bu dönemde SBF’de sağ eğilimli öğretim üyeleri Mete ile görüşme talep ettiler. Ne söyleyeceklerini merak ettiğimizden Mete görüşmeye gitti. Bu görüşmede kendi tabanlarını nasıl bir süre sonra kontrol edemediklerini, asker, emniyet ve MİT ile yakın ilişkiler sırasında provokasyonlara alet olduklarını anlatmışlar. Buna örnek olarak anlattıkları olay çok ilginçti. Kenan Evren’in 12 Eylül darbesine gerekçe olarak söylediği Konya’daki MSP toplantısında İstiklal Marşı çalınırken ayağa kalkmama olayında resimlerden yaptıkları tespitler ile ayağa kalkmayanların kendi tanıdıkları askeri istihbarat elemanları olduğunu Mete’ye söylemişlerdi.

ŞEFFAF BİR TOPLUM UĞRUNA MÜCADELE

Bütün bu yaşananların, bize asker veya sivil her türlü baskı rejimi dayatmalarına karşı tek güçlü silahın daha fazla demokrasi, insan hakları ve şeffaf bir toplum uğruna mücadele olduğunu gösterdiği kanısındayım.

DEMOKRAT HABER ÖZEL