Sinan Yusufoğlu / Sabit Fikir

En son 2010 yılında İstanbul şiir festivalinin kitapçığı için gönderdiği özgeçmişinin sonunda “şu sıralar cadılık, büyü çeşitleri gibi konularla ilgileniyor ve bir “efsun kitabı” düşlüyor” diye yazmıştı da gayri ciddi bulunup, festivalin ağırlığına halel getireceği düşünülmüş ve özgeçmişi sansüre uğramıştı. Bu ifadeleri ona sormadan kitapçıktan çıkaran festival yetkililerine bir cevap mektubu yazmış sonunu da şöyle bağlamıştı: "sizin festivaliniz varsa bizim de büyülerimiz ve kedilerimiz var. en muzır neşriyat duygularımla. hoşça kalın. didem madak"

Evet kedileri vardı Didem Madak'ın ve şiirin en güzel cadılarından biriydi. Efsunlu bir diyarda şiirler yazar, gece olunca kedileriyle birlikte uzak bir şiir ülkesine göçerdi. Kedilerini de alıp bu diyarı terk etti sonunda. Onu sevenler için yarım kalmış bir şiir gibiydi onun hayatı da.

"Sahi bayım siz aşk'tan n'anlarsınız?" deyişinde hakikat vardı ve bir şairin hakikati yitirdiğinde şiiri de yitireceğini çok iyi bilirdi. Didem Madak, şiirinde hakikati hiçbir zaman yitirmeyenlerdendi. Kelimelerle yarattığı efsunlu bir diyara göçtü güzel cadı. Çok genç ve kederli...

Didem Madak, çiçekli şiirler yazdı. Yumurtadan, domatesten, yoksulluktan, çıngıraklı yılandan, mısırdan, pul biberinden, uzun bir yola gidip dönmeyen annelerden, kedilerden, kasımpatılardan, güllerden ve iri bir sözcük olmayan ölümden bahsetti.

Didem Madak şiirinde Finlandiya sinemasının büyük ustası Aki Kaurismäki'nin sineması da vardı sanki. Ustanın proletarya üçlemesindeki yoksul, yorgun, hüzünlü ve biraz karamsar karakterleri çıkıyordu karşımıza. Nikander, Ilona, Iiris, Taisto ve diğerleri. "Cennetteki Gölgeler" filminin yorgun işçisi Nikander, Didem Madak'ın şiirinden sesleniyordu sanki: "ama siz, sobada sucuklu yumurta pişirip yiyen/ yoksul bir aşkın güzelliğini bilir misiniz?"


Kibritçi Kız, 1990

Aki Kaurismäki, proletarya üçlemenin son filmi olan Kibritçi Kız'da bir masaldan karanlık bir Kuzey Avrupa distopyası yaratmış ve sessiz bir işçi kadını, Iiris'i o distopyanın içine sokmuştu. Sadece kitap okuyan, pek konuşmayan, akşam olunca bara giden, dansa kaldırılmayan, kazandığı parayı kötü anne babasına veren zavallı Iiris. Aşkı aramaktan da vazgeçmiyordu asla. Aşkın ve kitapların üzerine yemin edecekti neredeyse. "Siz aşk'tan n'anlarsınız bayım?" der gibiydi duruşu. Duruyordu Iiris. Sessizliğiyle ferah zamanları yıkan bir işçi küfürü gibi duruyordu. Küfür gibi. Didem Madak gibi...

Didem Madak izlemiş miydi Kibritçi Kız Iiris'i bilmiyorum ama "İris'in Ölümü" diye bir şiir yazmıştı zamanında. İşte o şiirin içinden yine çıkmıştı Kibritçi Kız Iiris ve çiçekli şiirler yazan kederli kadınlar.

Güzel cadımız Didem Madak'ı efsunlu zamanlara ve diyarlara uğurlarken o şiiri okuyalım yeniden. İris'in Ölümü'nü. Ve gittiği barda dansa kaldırılmayan Kibritçi Kız Iiris'in hüznüne yakınlaşalım biraz. Sevdiği ama karşılık alamadığı erkekleri zehirleyerek öldüren Iiris'in isyanına bir Didem Madak şiiri konduralım: "kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım/ kendimin ucunu kenar mahallelere taşıdım / aşk diyorsunuz ya/ işte orda durun bayım/ siz aşkı ne bilirsiniz bayım/ aşkı aşk bilir yalnız!"

ve ölüme giden Iiris'in son dansını izleyip, şiirini okuyalım.

İris'in Ölümü

Bugün kalbimi eski bir plak gibi

Öyle çok tersine çevirdim ki:

Bazı şarkılar vardır

Cızırtılı bir yağmur gününü anlatır

Uzaklarda süren sarı yağmurluklu bir hayatı

Deniz bazen kendini kaldırımlara fırlatır,

O zaman bir yavru yengece bakan

İnsanların şarkısı olurdu o şarkının adı.

Keşke ismim İris olsaydı,

Keşke ismim herkese

Sarı yağmurluğuyla koşan hayatı anlatsaydı.

Bazı şarkılar vardır

Ellerim kocamanlaşır, tuhaflaşır

İşte o ellerimle herkese

Çamurlu şiirler uzatsaydım

Hepsi çok kirli olsaydı tanrım!

Bazı şarkılar vardır

Kırmızı akşam sefalarını anlatır

Karanlığın kalbinde yalnız, açmanın acısını

Komşu kadınların basma elbiseli konuşmalarını

Geceyi onlar bahçeye taşırdı

Ben ne zaman öleceğim tanrım!

Sabah olunca mı?

Keşke birkaç dakikayı ipek mendillere sarıp saklasaydım

İrileşen, gitgide irileşen ağaç gibi

Şu odanın ortasında dursam,

Saat kuleleri dökülürdü dallarımdan tanrım!

Artık sarı yaprakların ölü olduğuna inanmıyorum.

Bazı şarkılar vardır

Kanatlarında yağmuru taşıyan kelebeği anlatır

Kırmızı bir çakmak gibi neşeli ölmek olurdu

O şarkının adı,

Ardında yalnızca nemli sigaralar bırakmanın acısını

Keşke ismim İris olsaydı,

Keşke ismimin bir anlamı olmasaydı.

Herkes çıkarsın kalbini

O çirkin mücevher sandığından

Ve herkes onu birbirine fırlatsın tanrım!

Didem Madak