Ankara patlamasından sonra büyük bir yalnızlık içindeyim ve derdimizi uzun süre anlatamayacağız gibi görünüyor. 10 Ekim günü Türkiye'nin başkenti Ankara'da, yüz bine yakın demokrasi yanlısı insanın bir araya geldiği mitingte Osmanlı tarzı sarık takan bir canlı bomba, kendini patlattı, resmi rakamlara göre 97 kişi hayatını kaybetti. Hükumet sözcüsü Numan Kurtulmuş, olayla ilgi rakamları açıklarken, sanki eşyadan bahseder gibi ölen kişilerden "tane" diye bahsetti. Zaten yönetim adına ilk açıklamayı da "Orman bakanı" yapmıştı.

Daha ilk dakikadan itibaren Türk hükumetiyle ona yakın medya kuruluşları neredeyse ölenleri haksız çıkarıp, hepsini birden terörist ilan edebilecek imalarda bulundu. Çok geçmeden AKP yanlısı Twitter trolleri "kendileri yapmıştır" diye şakımaya başladılar. Ortada bir vahşet vardı ve bunun dozajı her geçen dakika artıyordu; olayın ardından hissettiğim yalnızlık kişisel olmaktan çok toplu halde yaşanan bir durum olabilir. Benim gibi demokrasiye inananlar ve onun evrensel yasalarına hürmet edenlerin yalnızlığı bu. Çünkü patlamadan sonra AKP yanlısı kişilere, kurumlara, haberlere ve yazılanlara bakınca temel demokratik kavramları bilmediklerini görüyoruz. Temel insan hakları, kişi özgürlüklerinden haberleri yok gibi davranıyorlar. En küçük bir konuyu bile Magna Carta zamanından başlayarak anlatmak gerekiyor.

Örnekleri sıralamak bile bu yalnızlık duygusunu artıracak ama bir ikisinden bahsetmek gerek: Dün gece CNN Türk televizyonunda ünlü akademisyen Soli Özel, karşısında oturan iktidar yanlısı kişiyi dinledikçe çileden çıkıp, bağırarak devletin temel görevlerini anlattı. Tartışma programında Ankara bombalanması konuşulacaktı fakat Türk sağının temsilcisi kişiler sürekli meseleyi başka yöne çekip, dünyadan ve bu topraklardan sıraladıkları olumsuz olayları anlatıp; bu gibi şeylerin dünyanın her yerinde olabileceğini gayet serinkanlılıkla aktardılar. Adeta bir seri katili savunur gibi; barbarlığı normalleştirmeye çalıştılar ve bunu her zamanki gibi kasıtla yapıyorlardı. Bir ara kantarın topuzunu kaçırıp Türkiye devleti ile PKK'yi bile karşılaştırıp; devletin mitinglerde güvenlik önlemi alıp almayacağını sorgulattılar. Soli Özel ve diğer konuklar, bir İtalyan filmindeki hiperaktif karakterler gibi bağırarak ve hızla "devletin vatandaşların can ve mal güvenliğini sağlamak zorunda olduğunu" anlatmaya çalıştılar. Şimdi düşününce hala tebessüm ediyorum çünkü senaryo yazarken trajediyi abartırsan ortaya komedi unsurları çıkar. Acımız o kadar büyük ki, yasımızı yaşamamıza izin vermediklerinden acılar daha da artıyor ve manzara yerini komedi unsurlarına bırakıyor!

Türk sağının "kanaat önderleri" gerek basında, televizyonlarda ve hükumetin maaşla çalıştırdığı 6 bin kadar trol de dahil; birkaç gündür sosyal medya üzerinden müthiş heyecanla ve planlı bir şekilde bir algı oluşturmaya çalışıyorlar. HDP kendi mitingini bombalıyor ve böylece oylarını artırabiliyor iddiasındalar. Daha patlamanın olduğu andan itibaren bu tür "deli saçması" fikirleri savunmaya başladılar. Ellerinde ne bir delil var ne de bir emare... Her olaydan sonra aynı biçimde davranıyorlar. Barış yanlısı bir gösteride polis tarafından vurulan gösterici için de "arkadaşları vurup öldürdü" demişler, aylar sonra gerçekler ortaya çıktığında mesele çoktan gündemden düşmüştü, dolayısıyla toplumun büyük kısmını da ikna etmişlerdi. Bugünlerde benzer algılar oluşturarak toplumun büyük kesimi tarafından kabul gören komplo teorilerine göndermeler yapıp, bir nevi cinayete ortaklık ediyorlar ve biz şiddet karşıtı, demokrasi yanlısı kesim derdini bir türlü anlatamıyor.

Öyle görünüyor ki, bugün Türkiye'de yaşayan demokrasi yanlıları, dünyadan moral desteği alamadıkları için yapayalnızlar. Biz; ölülerimizi gömemiyor, Antigone gibi suçlanıyoruz; insanlık birikiminin bugüne kadar taşıyıp getirdiği birçok değeri savunamıyoruz bile. Bunca benzerlikler varken Kral Kreon'un adı bile zikredilmiyor. Öyle görünüyor ki bazıları burayı berbat bir Ortadoğu ülkesi olarak görmek istiyorlar ve yine öyle görünüyor ki, iktidarı bin bir yasal boşluktan yararlanarak ele geçiren azınlık-seçim hükumetiyle ticarete, diplomasiye ve "normal" ilişkilere devam edip, destekleyecekler. Artık bunu çok iyi biliyoruz; petrol ve silah ticareti bizden daha önemli.

İktidara yakın bir iş adamının sahip olduğu Star gazetesi elinde hiçbir delil bulunmadan, sadece videoları izleyerek ve o an türkü söyleyenleri işaret ederek canlı bombaya talimat verdiklerini iddia ediyor. Evet inanılır gibi değil, bir şaka değil ve ölenlerin canlı bombaya talimat verdiğini ciddi ciddi iddia ediyorlar. Üstelik bu komplo teorisini birinci sayfadan duyurarak yapıyorlar. Yine iktidara yakın, sürekli devlet ihaleleri alan başka bir iş adamının sahibi olduğu Akşam gazetesi katliamı Beşar Esad ve PKK'nin birlikte planladığını ve gerçekleştirdiğini söyleyecek kadar ahmakça davranıyor. Devletin böyle bir miting için geniş güvenlik önlemleri alması gerektiğini bu gibi insanlara anlatamıyoruz. Bunun devletin asli görevi olduğunu kabul etmiyorlar. Oluşturdukları algıyla ölenleri ve onların yasını tutanları "terörist" ilan ediyorlar. Evet ulusal yas ilan ettiler ama bu Dünya kamuoyunu ikna etmek için yapılmış bir hamleydi.

Olayın hemen ardından polis yaralıların üzerine gaz bombası attı, ambulansların alana girmesini engelleyerek yarım saat gecikmesine neden oldu; bu sebeple kaç kişinin öldüğünü bilmiyoruz, korkarım hiç de öğrenemeyeceğiz. AKP'ye yakın belediye ölülerin nakledilmesi için araç tahsis etmedi, olay yeri inceleme ekipleri saatlerce alana gelmedi, iki saat sonra gelen bir savcı yetkisiz olduğunu belirtti ve başbakan konuyla ilgili konuşmasında mitingte yoldaşlarını kaybeden HDP'yi ağır bir dille eleştirdi. Adalet bakanı "İstifa etmeyi düşünüyor musunuz?" diye sorulunca bunca acının ardından güldü ve görevinde kalmaya devam etti. Başbakan olaydan iki gün sonra "Elimizde canlı bombaların bir isim listesi var, ama eyleme geçmedikleri için onları tutuklamıyoruz" diye açıklama yaptı ve bütün bu olanlar gizli kamera şakası değil; bizim ülkemizin, sevdiğimiz toprakların, büyüdüğümüz yerin gerçek gündemi.

Bombalama olayında canlarını kaybedenler Türkiye'nin her tarafından gelmişlerdi, cenazeleri toplu anmalarla karşılanmak üzere kendi memleketlerine götürüldü. Ne mi oldu? Polis buralarda hiç kimseye acımadı, gazla, sopayla ve TOMA’larla cenaze törenlerine katılmak isteyen acılı insanlara saldırdı. İstanbul Kadıköy'de bazılarını "senin tipin cenazeye giden eylemcilere benziyor" diyerek tutukladı. Neredeyse eylemcilerin sıklıkla kullandığı siyah sırt çantası bile yasaklanacak! Emniyetin, istihbarat örgütünün, hükumetin ve devletin ihmalleri oluşturulan bu manzara içinde konuşulmuyor, söylenmiyor ve dertler anlatılamıyor. Tüm bu trajik gelişmelerin ardından acı olanıysa şu; Barış çağrısı yapılan bu tür eylemlere genellikle ben de katılırım, o gün tesadüfen orada değildim ve çok rahatlıkla oraya gitmiş, o tren garının önünde ölmüş olabilirdim. İnsanın kendi ölümünden sonra yaşanacak süreci ve toplu çıldırma halini izlemesi kadar acı bir duygu yok, yalnızlığını bu denli artıracak başka bir his de yok.

CNN Türk'teki o tartışma programında akademisyen Soli Özel gibi saçımızı başımızı yolarak, İtalyan komedi filmlerindeki karakterler gibi, meseleyi karşı tarafa anlatma hissimiz çok kuvvetli. O televizyon programda %13 oy alan partinin mensubu kadına terörist imasında bulundular. Bahsi geçen partinin geçtiğimiz ay tam 400 binası yakılmış ve hiçbir fail bulunamamış, hiç kimse tutuklanmamıştı. Zaten programı sunan Ahmet Hakan da bundan bir süre önce hükumet politikalarını eleştirdiği için evinin önünde saldırıya uğramış, birkaç kaburgası kırılmış ve olaya karışanlar serbest bırakılmıştı.

Toplumun neredeyse yarısı koşulsuz şartsız demokrasiye inanıyor ve evrensel kriterleri kabul ediyor. Bunların eğitim seviyesi yüksek fakat hükumetin sadece kendini yandaşlarına iş verdiği için bu eğitimli kitlenin büyük bölümü işsiz. İşsizlik ve geçim sıkıntısı bir yana artık mitinglerde öldürülüyor, derdini dünya kamuoyuna anlatamıyor. Yasaklanan tiyatro oyunları, baskı altındaki televizyon dizileri, toplatılan kitaplar, seçilmemiş kişilerin bakan atanması, ormanların kesilmesi, akarsuların kurutulması anlatamadığımız başka önemli konuların başında. Bu çoğunluk için, Recep Tayyip Erdoğan'ın 1100 odalı saray yaptırması "traji-komik" bir gerçeklik; ama günümüz dünyasında "sarayların olamayacağını da" hükumeti destekleyen kitlelere anlatamıyoruz. Öyle anlaşılıyor ki, sarayın boş koridorlarında dolaşan yalnızlık hissi; Bay Macbeth gibi kabuslarımızı haykırmaya devam edecek...