Liberal iktisadın temel noktalarından birini görünmez el prensibi oluşturur. 1776 yılında literatüre geçen bu prensip, en özet haliyle, kişilerin; kendi faydalarını maksimize ederek, toplumsal refahı da en ideal noktaya çıkarabileceklerini savunur. Kapitalizmin vadettiği refahın; toplumun geneline yayılması, fırsat eşitliğini sağlaması, hak ve özgürlükler yaratması gerekirken sadece toplumun güçlü ve yöneten zümrelerinin sahip olduğu bir araç olarak kalması sebebiyle, yaklaşık 50 yıl sonra sosyalist yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Bu yaklaşımların; tabii ki tüm üretim, yönetim gibi temel araçlar ile eğitim, hukuk gibi temel kurumların sermayedarların elinde olması sebebiyle toplumda karşılık bulması, yaygınlaşması mümkün olmamıştır. İçinde yaşadığımız ve bir şekilde muhtaç hale getirildiğimiz ekonomik sistem ile geçen yaklaşık 250 yılda, insan ırkı, gariptir ki “ırkçılık” adı altında farklı mücadelelerle, bitmeyen savaşlarla ve insanlık için çok anlamsız sayılabilecek hırslarla oyalanıp durmuştur. Bugün ise belki de insan ırkını tehdit edebilecek boyutta bir “sonuç” ile karşı karşıyayız.

Özellikle Sanayi Devrimi’nden itibaren toplumsal üretim ve tüketim biçimleri değişmiş, milyonlarca yıldır varlığını sürdüren insanoğlu doğal kaynakları sınırsızmış gibi kullanmaya başlamış ve doğada belki de geri dönüşü hiç olmayacak izler bırakmıştır. Bu duruma anlamlı ilk tepkiler; günümüzden yaklaşık 50 yıl önce (1972 yılında) yayınlanan “Ekonomik Büyümenin Sınırları” adlı raporla verilmeye başlanmış, ancak sistem yarattığı krizlere rağmen ciddi yaralar almamıştır. Benim çocukluğuma denk gelen 2000’li yılların başından itibaren, küresel ısınmanın yarattığı tedirginlikler sebebiyle başlayan BM İklim Zirvelerinde ise, onlarca ülke belirli dönemlerde sera gazı emisyonlarını sıfırlama / azaltma taahhütlerinde bulunmuş ama neredeyse hiçbiri sözlerini yerine getirememiştir. Bu gibi sebeplerle dünyamızın 1 yılda yenileyebildiği kaynakları tüketme süremizi gösteren “Limit Aşım Günü” de her yıl daha gerilere gelerek yılın ortalarını dahi aşmıştır. İçinde bulunduğumuz yılın başından itibaren ise; doğa insanoğlundan beceriksizliklerinin intikamını alırcasına sistemin dayattığı tüm üretim, tüketim ve bölüşüm zincirini kırarak, deyim yerindeyse görünmez bir el vasıtasıyla, insanlığa sınırlarını öğreten yepyeni bir denge yaratmaya başlamıştır. Sadece son 1 haftalık haberlerin bazılarını incelediğimizde bile; İstanbul’da hava kirliliğinin yüzde 30 azaldığını, Çin’de karbon salınımının yüzde 25 düştüğünü ve hatta Venedik’te azalan çevre kirlilikleri sebebiyle temizlenen kanallara kuğuların ve balıkların geri döndüğü gerçeğini görebiliriz.

Peki, biz ülke olarak doğanın ve belki de evrenin bu görünmez elinin yarattığı gücün ne kadar farkındaymışız gibi davranıyoruz? Daha ilk koronavirüs vakasının ardından kolonya, maske gibi ürünlerin tedarik ve satışındaki fırsatçılıklar; ilk günlerde tedarik edilen sınırlı sayıdaki test kitinin bürokratik, toplumsal veya ekonomik statüye sahip olan insanlar tarafından ihtiyaç durumuna pek bakılmaksızın kullanılması (ki ilk günlerde oldukça düşük seyreden vaka / test sayısı oranı buna kanıt sayılabilir), yine aynı dönemlerde, korunan yeşil ve doğal alanların imara açılmasına dair yönetmelik değişikliğinin yapılması ve son olarak da maskelerle, eldivenlerle gerçekleştirilen Kanal İstanbul ihalesinin bir bölümü…

Aslında içinde bulunduğumuz durumu çok fazla karmaşıklaştırmaya gerek yok. Koronavirüs salgınının bize bıraktığı, biri bugünlerden iyi, diğeri de bugünlerden kötü olmak üzere iki senaryomuz var. Kötü senaryoya göre, bu salgını uzunca bir süre önleyemeyeceğiz ve bu süreçteki en önemli dayanak notalarımız sağlık, güvenlik ve gıda tedarik zincirinin dahi bu virüsten etkilenip; insanlığın kaos ve kıtlıkla karşı karşıya kalmasıdır. İyi senaryoya göre ise kısa bir sürede bu ölümcül virüse karşı etkili bir aşının veya ilacın bulunup 7 Milyarlık insanlığın hizmetine sunulmasıdır. İktisat biliminin temelini mal ve hizmetlerin nasıl, ne kadar üretileceği ve nasıl dağıtılacağı oluşturur. Bahsettiğimiz kötü senaryodaki kıtlık / kaos yada iyi senaryodaki aşı / ilaç ihtimallerinde de tek bir önemli husus ve sınav bizleri bekliyor; kaynakların verimli kullanılıp, eşit ve adil olarak dağıtılması… Eşit ve adil kullanmayıp dağıtmazsak ne mi olur? Belki de kartları en baştan dağıtan yeni bir görünmez el müdahalesi ile karşı karşıya kalabiliriz.