Önder Birol Bıyık

Türkiye'de şiir yayıncılığı dendi mi netameli bir konunun derin sularına dalmışsınız demektir. Aziz Nesin'in deyişiyle, her üç kişiden beşinin şair olduğu bir ülkede okur iyi şiiri ararken, şair de şiirini raflara ulaştırma derdinde.

Ömrünü şiire vermiş, onlarca kitap yazmış yaşlı kuşak şairler bile neredeyse şiirini bastıracak yayınevi bulamıyordu yakın zamana kadar. Daha doğrusu yıllarca emek verdiğiniz kitabınız için üste para vermeden şiir bastırmanız neredeyse imkânsızdı. Yayınevleri şiirin okurunu kaybetmesinin nedenleri üzerine düşünüp, şiiri yeniden okura kavuşturacak yeni yollar keşfetmektense kitabın masrafını ve yayınevinin kârını yazarına yükleyerek şiir yayınlama gibi uğursuz bir kolaycılığı tercih ettiler. Bu tercihin en temel nedeni büyük yayınevlerinin şiirin nitelik kaybından dolayı 'güncel şiir kitabı’na yanaşmayıp şiir dünyasında ismi belirginleşmiş 'garanti' eski şairlerin toplu ya da seçme şiirlerini basmakla yetinmesi, tabiri caizse güncel şiire yüz vermemesiydi. Güncel şiir pazarın dışladığı bir 'alt pazar'a muhtaç hale gelerek; dergi çıkartan ve yarı profesyonel butik yayıncılık yapan emekli ya da genç şairlerin ellerine kaldı. Arkasında güçlü bir sermaye olmayan, tanınırlığının avantajını yayıncılığa ihale eden bu şairler, kültür yayıncılığı yaptığını söyleseler de kısa sürede piyasa koşullarına teslim olarak şairden para kazanmak gibi bir tuhaflıkta mutabık kaldılar. Cebine 3-5 bin lirayı koymayan şair, şiirine ne kadar güvenirse güvensin kitap bastıramaz hale geldi. Parasını ödemeden şiir bastırmanın neredeyse tek yolu, ödül olarak kitap bastırmayı taahhüt eden şiir yarışmalarıydı. Bu ise bu yazının kapsamı dışında pek çok yeni sorunu beraberinde getirdiği gibi ödül olarak kitap bastıran yarışmaların sayısı zaten üçü beşi geçmiyordu.

Öte yandan Yazarlar Sendikası, PEN, edebiyat dernekleri ve kulüpleri gibi kolektif yapılar biraraya gelerek şiirin sorunları için kurumsal ve yaratıcı modeller geliştirmek gibi bir sorumluluk duymadılar kendilerinde. Şiir yayıncılığı can çekilirken, şiir ve şair kaderine terk edildi.

Yayınevlerinin gerekçesi basitti; şiir satmıyor! Şiir yayınevleri için kitabın masraflarını, logo hakkını, kârını daha kitap basılmadan yazarından almak küçük ama garantili bir ticaretti. Yayınevi böylece ortalama 500 adet bastığı kitabı daha matbaaya gitmeden yazarına satmış oluyordu. Peki, satıyordu da parasını aldığı kitapları şaire mi veriyordu? Hayır! Şairin ödediği peşin para sözleşmede yer almıyor, yayınevi telif hakkı olarak 100-150 kitabı sözleşmeye yazıyor, parasını şairin ödediği kalan 350 kitap ise tekrar satılmak üzere depoya giriyordu. Bir kısmını dağıtımdan, bir kısmını fuarlarda, bir kısmını imza günlerinde bu kitapları bir kez daha satmış oluyordu. Ticaretini sözleşme aşamasında yapıp bitiren yayınevi, bastığı kitabın tanıtımı, reklamı, dağıtımı gibi meşakkatli ve masraf gerektiren işlerle de uğraşmıyordu haliyle.

Bu şairden para kazanmaya yönelik yayıncılık başka etkenlerle birlikte şiirin niteliğini de aşağılara çekti. Pek çok yayıncı şair, kendi kitaplığında tutmayacağı şiir kitaplarını bile ticari hesaplarla basar oldu. Okuru olmayan bu kitapların çoğu, depolarda farelere teslim edildi. Müteşairin egosunu tatmin etmek üzere paranın gücüyle basılan bu kitaplar, ne yazık ki talepkârı olmayan enkaz bir piyasa oluşturdu. Bunun adına da "kültür yayıncılığı" dendi. Şair ve şiir enflasyonundan şikâyet edenler de o çarkın parçasıydı aslında. Parayı bastıran vasat şairler, aynı yayınevlerinin dergilerinde boy göstermeye başladı. Dergilerin seviyesi iyice düştü. Giderek 'al gülüm ver gülüm, şerefe muhabbetleri' içinde yayınevi sponsorluğuna evrildi bu ilişkilerin bir kısmı. Etkinlikler müteşairlerin geçit resmine dönüşerek şiirler boş salonlara okunur oldu.

Şiir yayıncılığında bir yozlaşmayı ve çöküşü ifade eden bu sürecin artık sonuna gelindi. Aslına bakarsanız, bilgisayar ve internet çağının koşulladığı yeni olanaklar, birçok sektörde olduğu gibi yayıncılık sektöründe de yeni yeni üretim modellerinin önünü açıyor. Bu sürecin, artık hızla yayılan e-kitap ile son bulacağını, basılı kitapların zamanla tedavülden kalkacağını kestirmek niçin kâhin olmaya gerek yok. Ancak bu sürecin de etapları var şüphesiz.

Türkiye'de bu etaplardan birine ilk ulaşan, sanırım Kaos Çocuk Parkı Yayınları oldu. Dijital baskının sağladığı yeni olanaklarla "yazardan para kazanma" anlayışına son veren Kaos Çocuk Parkı, şairin en temel problemine de neşter vurdu. Kısa sürede şairlerin çoğunu etrafında toplayarak şiir yayıncılığının dengelerini alt üst etti. Parası ile kitap basan pek çok yayınevi kitap basamaz hale gelirken bazı yayınevleri de daha önce yazardan talep ettikleri rakamlarda ciddi indirimlere gitmek zorunda kaldılar.

Bugün KÇP Yayınları; Klaros, Kırkayak gibi alt kuruluşlar, Ayol, Dip gibi serilerle yayın hayatına devam ediyor, ayrıca Klaros isimli bir dergi de çıkartıyor.

Daha önce ses getiren fanzinlerin yayınlanmasını sağlayan KÇP, anarşist bir kolektif aktivist grubu olarak örgütlenmiş aslında. Bugün aynı kolektif örgütlenme modelini yayıncılık anlayışına uygulamaya çalışarak yeni bir deneyim yaratıyor. Kimi zaman yayıncılığın gerekleri ile aktivist grubu olmanın yarattığı rol çatışması, yayınevinin gerilimli bir hatta yol almasına neden olsa da aktivist gelenekten gelen ve yayıncılıkla harmanlanan enerji, sürekli dinamize ediyor KÇP'yi.

Sürekli yeni yapılanmalar, örgütlenme biçimleri deneyerek bunu kamuoyu ile paylaşıyor. Bu denemelerin kimisi kalıcı hale gelip kimisi bir süre sonra terk edilse de yayınevinin yenilikçi çizgisini ve arayışlarını diri tutması bakımından işlevsellik taşıyor.

KÇP'nin şiir yayıncılığındaki başarısı elbette sadece öznel örgütlenme biçimleriyle izah edilemez. Son tahlilde ticari bir faaliyet olan yayıncılık, arz talep dengesi içinde sürdürebilir bir ekonomik faaliyeti gereksinir. KÇP bu ekonomik dengeyi dijital yayıncılığın avantajlarını değerlendirerek sağlıyor. Stokta kitap tutmama, belli miktarlarda basma avantajına sahip olan dijital baskı, talep doğrultusunda periyodik baskıyı mümkün kılıyor. Bu ise yayınevinin arz talep mesafesini mümkün olduğu kadar kısa tutmasını ve stok zararına uğramamasını sağlıyor. Dijital yayıncılık yapan bir yayınevi kârını önceden yazarından almadığından, bastığı kitabı mümkün olduğunca çok okura ulaştırmak, tanıtımını yapacak araçları bulmak zorunda. Aksi halde salt yazarın çevresi ile sınırlı bir satış stratejisine razı olmak zorunda ki, bu da orta vadede nitelikli yazardan kopup bir nevi merdivenaltı fotokopicilikte silinip gitmek demek. KÇP'nin şair transferleri ve kamuoyuna zaman zaman sunduğu satış rakamlarına bakıldığında, şiir yayıncılığının merkezine yerleştiği ve kısa sürede kurumsal bir kimlik kazanmaya başladığı görülüyor.

KÇP yayıncılığının öncülük ettiği bu yeni süreçte, şairin kitap bastırmasının önündeki maddi engeller kalksa da şiirin diğer sorunlarının çözüldüğü anlamına gelmez bu. Bu sorunların başında şiir kitaplarının baskı ve satış sayısının genişleyememesi geliyor. Zira KÇP de çok sayıda kitap bassa da kitapların toplam satış sayısı diğer yayınevlerinin rakamlarını aşmış değil. Hangi yayınevinden çıkarsa çıksın, güncel şiir kitapları aşağı yukarı benzer rakamlarda kalıyor. Bunun günümüz şiirinin niteliği kadar küresel çağın sanat algısı ile de ilgisi var şüphesiz. Sanatsal ilginin giderek görsel sanatlara kaydığı bir çağda şiir gibi soyut ve imgesel sanat türleri ruhunu görsel sanatlara geçirerek mi yaşayacak? Bugünün şiirinin sorunu, sadece iyi şiir yazılamaması mı? Değişen kültürel trendler, teknoloji yoğunlukla hayatın getirdiği rasyonelleşme şiirin okurdaki karşılığını nasıl etkiliyor? Bütün bunlar çerçeveli tartışmaları gerektiren konular.

Şurası gerçek ki, KÇP açtığı yolda şair cephesinde yayın sorununa etkili bir çözüm geliştirmenin mümkün olduğunu gösterdi. Arkasında sermaye gücü olmayan bir yayınevinden bundan fazlasını beklemek de abesle iştigal.

Asıl çözüm şiir-okur ilişkisinde yatıyor. Bu tek tek yayınevlerini aşan, şiirin ontolojik sorunu aynı zamanda. Şiiri düze çıkartacak ikinci hamle, çok daha geniş katılımlı bir edebiyat tartışması ve pratiğinin konusu olabilir ancak.