Medyakulubu.com’dan Aytunç Erçifci ve Çağrı Öner, Soma katliamını unutturmamak, ve tekrar hatırlatmak için Uğur Şahin Umman ile birlikte bir inceleme kitabı yazan Onur Yıldırım ile Çizmelerimi Çıkarayım Mı?” kitabı üstüne ve Soma katliamı üzerine konuştu:

  • Öncelikle Soma’nın kentsel dönüşümünden başlayarak madenci hikâyelerine, 13 Mayıs sonrası süreçte neler yaşandığına kadar herhangi bir boşluk bırakmayan güzel bir çalışma olmuş “Çizmelerimi Çıkarayım Mı?” Ancak okurken en zorlandığımız, bize en ağır gelen, en içimizi acıtan kitaplardan biri diyebiliriz. Bunun sebebi anlatılan hikâyelerin bir kurgu değil şu an bile kalbimizde bir yerleri acıtacak kadar gerçek olması. Sizi böyle bir projeyi gerçekleştirmeye, bu kitabı yazmaya yönlendiren şey neydi?

Soma’da 301 insan hayatını kaybetti. Yaş ortalaması 10 olan 432 çocuk babasız kaldı. 255 Kadın eşini kaybetti. Yüzlerce ana-baba evlatsız kaldı. Kardeşini –Abisini kaybeden yüzlerce insan. Türkiye 13 Mayıs 2014 günü Soma’da Eynez Maden ocağında aşırı kar hırsı, üretim baskısı, özelleştirme, taşeronlaştırma ile dayıbaşılık adıyla yürütülen kuralsızlık ve denetimsizlik sonucunda ülkenin en büyük iş cinayeti ile yüzleşti. 13 Mayıs 2014 günü Eynez maden ocağına giden gazetecilerden birisiyim, orada yaşadıklarım, gördüklerim toplumun geniş bir kesiminde olduğu gibi bende de ciddi bir travma yarattı. Madencilerin ve ailelerin anlatımları yaşadıkları köle düzenini deşifre ediyordu. Ailelerin yaşadıkları acıları, anaların feryatlarını, madencilerin çalışma koşullarını, uğradıkları hak gasplarını belgelemek, tarihe not düşmek gerekiyordu.

15 gün boyunca Soma’dan ayrılamadım vicdanım el vermedi. Soma’da yaşanan cinayet Sermaye-Siyaset-Sendika iş birliği ile gizlenmeye, üstü örtülmeye çalışıyordu. Soma’da kurulan düzen, işlenen iş cinayetini gizlemeye, unutturmaya, belleklerimizden silmeye çalışıyorsa, bizde Türkiye’nin en büyük iş cinayetini bir şekilde belgelemeli ve gelecek kuşaklara aktarmalıydık. Yoksa Soma katliamı da toplumsal belleği zayıf ve geçmişi ile yüzleşemeyen Türkiye’de yaşanmış olan diğer katliamlar gibi hafızalardan silinip gidecekti. Türkiye’nin en büyük iş cinayetinin unutulmaması için, toplumsal bir hafıza oluşturmanın gerekliliği, bizim toplumsal ve vicdani sorumluluğumuzdu, Soma katliamını belgelemek ve gelecek kuşaklara aktarmak için, en önemlisi tarihe bir not düşmek için bu kitabı yazdık.

  • Kitabınızı okuyan birisi olarak cevabınızı biliyor olsam da size bu soruyu sormak istiyorum yine de: Soma, kaza mıdır yoksa cinayet mi? Neden?

Aşırı kar hırsı, üretim baskısı, özelleştirme, taşeronlaştırma ile dayıbaşılık denilen düzenin yarattığı, denetimsizlik, güvencesizlik ve kuralsızlıklar sonucu 301 emekçi katledildi. Cinayet mahallinin maden ocağı olması suçun niteliğini değiştirmez. Soma katliamı kaza değil elbette. Soma katliamı, faili, azmettireni, gözcüsü olan bir iş cinayetidir.

  • Kitabınızda da yer verdiğiniz üzere Soma bir tarım kentiyken ve yaşayan insanların ekonomik durumları yerindeyken yanlış uygulanan tarım politikaları sonucunda tarım kentinden madenci kentine dönüşüyor. Burada da devletin bu madenleri özelleştirmesi ve özel sermayenin kar hırsına terk etmesi söz konusu. Bu olayın yaşanmasında bu geçirilen dönüşümün ve özel sektörün nasıl bir payı var?

Türkiye’de uygulanan tarım politikalarının sonucunda topraklarından kopartılan milyonlarca çiftçi düşük ücretli, güvencesiz olarak tehlikeli iş kollarında çalışmaya mahkûm edildi. Kırsal bölgelerde açılan maden ocaklarında tarımdan geçimini sağlayamayan çiftçiler. Sabit bir gelir ve iş güvencesi olduğunu düşündüğü madenlerde çalışmaya başladılar. Soma’da da kömür madenlerinde çalışan işçilerin, birçoğu toprağından kopartılmış köylülerden oluşuyor. Uygulanan tarım politikaları ile toprağından kopartılan çiftçiler özelleştirilen maden ocaklarında özel sektör için ucuz iş gücünü oluşturuyorlar.

Soma’da 301 emekçinin hayatını kaybetmesinde elbette özel sektörün payı çok fazla. Aşırı kar hırsı ile kurulan üretim baskısını tekrar anlatmaya gerek yok. Fakat tek başına bir günah keçisi yaratmak eksiklik olur. 301 emekçiyi katleden tüm sorumlular anlatılmalı ve açığa çıkartılmalıdır. Burada birkaç noktaya değinmek gerekiyor. Rödovans sistemi ile sermayeye devredilen madenlerde, özel sektöre “siz ne kadar kömür çıkartırsanız ben hepsini alacağım” diyen denetimlerini zamanında layıkıyla yapmayan devletin sorumluluğunu görmezden gelemeyiz. Siyaset ve Sermeyenin işbirliğine göz yuman ve işbirliği içinde olan maden ocaklarında uygulanan usulsüzlüklere, insanlık dışı çalışma koşullarına karşı üç maymunu oynayan sendikayı da unutmamak gerekli. Rödovans sistemi ile üretimi artıran şirketler karını katlıyor. Üretim arttıkça emekçilerin çalışma koşulları da buna paralel olarak ağırlaşıyor. Aşırı kar hırsı ile insani koşullar ve iş güvenliği madencilerin uyarılarına rağmen görmezden geliniyor. Soma’da siyaset-sendika-sermaye işbirliği ile emek sömürüsünün en katmerlisini uygulamışlar. 301 emekçinin ölümüyle sonuçlanan iş cinayetiyle birlikte Soma’da uygulanan insanlık dışı sömürü düzeni deşifre olmuştur.

  • Yine kitabınızdan öğrendiğimiz kadarıyla madende, konusunda hakim mühendislerin değil dayıbaşlarının sözü geçmekte. Nedir bu dayıbaşı sistemi? Bu sistem maden emekçisine uygulanan nasıl bir haksızlıktır? Katliamda hayatını kaybeden Emin Kurt’un eşi Güler Kurt’un, eşinin anlattıklarından aktardığı üzere madenciler düşük bir ücret alırken bu dayıbaşları nasıl ve neden 25 bin lira gibi ücretler alabiliyor?

Dayıbaşılık sistemi, ”işçi simsarlığı” da diyebiliriz aslında, taşeronluğun sermaye tarafından daha fazla üretim için madenciliğe uyarlanmış olduğu iş organizasyonudur ve şimdiye kadar gördüğüm en acımasız sistemdir. Dayıbaşılık sistemi insanlık dışı ve ağır çalışma koşullarının yaratılmasının temellerinden birisi. Soma’da taşeron sistemi ağırlıklı kır kökenli olan ucuz iş gücünün temini ve madencinin ağır biçimde çalıştırmamasının bir aracı olarak kullanılıyor. Uygulamada ise bu dayıbaşları şirketin birer çalışanı olarak gösteriliyor ve bunlara kâğıt üzerinde “ekip başı” ya da “çavuş” deniyor. Sistemin işleyişini de üretimi artırmak, aşırı kar elde etmek üzerine kurmuşlar. Dayıbaşları şirketlere madende çalışacak baca, ayak darama işlerini yapan madencileri temin ederler. Şirket ile işçi başına alacağı ücret pazarlığını yapar.

İşsiz ve zor durumda olan madencilere ulaşan dayıbaşı madencileri daha düşük bir ücret ile çalışmasını teklif eder. Çaresizlikten dolayı işi kabul eden madencinin ücret farkları prim adı altında dayıbaşına aktarılır. Daha sonra çalıştırılan madenci başına, hazırladığı galeriye, üretilen kömüre göre işverenden prim adı altında ödemeler alırlar. Madenci hem şirkete, hem de dayıbaşına bağlı olarak ikili bir baskıya bağlı çalışıyor. Dayıbaşları şirket çıkarları için madencilere her türlü baskıyı uygulayabiliyor. Az önce belirttiğim gibi bu bilinen bir taşeron ilişkisi değil aslında sermaye tarafından oluşturulmuş üretim zorlamasına dayalı bir iş organizasyonu.

  • Peki devlet bu dayıbaşı sistemine ve onun getirdiği çalışma zorluklarına neden karşı koymuyor, madenleri neden denetlemiyor?

Kömür madenciliğinde kâğıt üzerinde taşeronluk sistemine karşı olan devlet, uyguladığı madencilik politikaları ile taşeronluğunun önünü açmıştır. TKİ’nin hizmet sözleşmelerinde yazmışlar maden ocaklarında “üretimde taşeron çalıştırılamaz” maddesini koymuşlar. Ama uygulama da bunun böyle olmadığını 13 Mayıs 2014 günü herkes öğrendi. Yaşanan iş cinayetinin ardından Çalışma Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Başkanlığı tarafından şirket kayıtlarında inceleme yapılmıştı. O incelemeler sırasında çok tehlikeli işlerde çalışanların katıldıkları eğitimlerin yoklamalarında işçilerin bağlı olduğu taşeronların / dayıbaşıların isimlerinin firma bölümünde yer aldığı tespit edilmişti. Devletin bir kurumu sözleşmeye taşeron çalıştırılmaz yazmış, başka bir kurumu 301 emekçi katledildikten sonra taşeron çalıştırıldığını tespit ediyor. Devlet görevlileri yaptıkları denetimler de 301 insan ölene kadar kendi sözleşmesinde yasakladığı taşeronu göremiyor, görmüyor ya da görmezden geliyor. Hadi göremedi, görevi ihmal etti peki bu devlet görevlileri neden görevi ihmalden yargılanmıyor. Devlet kömür madenciliğinde uyguladığı politikalarla taşeronlaşma ve aşırı üretimin önünü açmıştır. Devlet uyguladığı politikalar ile denetim sorununun merkezinde yer almaktadır.

  • Bu çalışma koşulları karşısında maden emekçisinin örgütlü bir şekilde karşı koyamamasının önündeki engel nedir sizce?

İşçilerin örgütlüğü önündeki en büyük engel öncelikle Soma’da kurulan ve hâkim kılınmaya çalışılan sendikal anlayış. Soma’da yetkili sendika yöneticileri işçi temsilcisi değil sanki işveren vekili gibi davranıyorlar. İşçilerin haklarından çok işverenin haklarını savunuyorlar.

Soma’da madencilerin örgütlenmesinin önündeki diğer bir engelde taşeron sistemi. Taşeron işçilerin çalıştıkları birçok iş kolunda sendikalı olma ve toplu sözleşme hakkından faydalanmalarının önünde çeşitli engeller getiriliyor. Yapılan süreli sözleşmeler ile kıdem tazminatı hakları da ellerinden alınıyor. Taşeron sistemi ile iş güvencesi de ortadan kalkıyor ve emekçilerin daha düşük ücretle çalışmalarında bir baskı aracı olarak kullanıyor.

Siz daha önce hiçbir işverenin bir sendika ile görüşüp gelip benim iş yerimde siz örgütlenin dediğini duydunuz mu? Ya da işe aldığı işçisine sendikalı olun dediğini. İşte Soma’da maden şirketleri böyle nasıl da işçisinin hakkını düşünüyor değil mi? Soma’da işçiler DİSK ya da başka bir sendikaya üye olmasınlar diye işverenin uygun gördüğü Türkiye Maden-İş üyesi yapılmışlar, madenciler nasıl sendikalı olduklarını kitapta anlatıyorlar. Sendikalı olmuş ama sendikalı olduğundan haberi bile yok. İşe başlar başlamaz işçilerin sigorta girişi yapılmış, ardından e-devlet şifreleri alınıp sendika girişi yapılmış. Sendika üye kaydı yapılırken işçinin seçme hakkı değil, soru sorma hakkı bile yok. Bermuda şeytan üçgeni diyebileceğimiz Siyaset-Sermaye-Sendika rant koalisyonu ile işçiler üzerinde büyük bir baskı kurulmuş. Düşünebiliyor musunuz kişiye özel olan e-devlet şifresini işveren işe aldığı işçiden istiyor, işçi itiraz edemiyor, zaten işi yeni bulmuş başka bir şansı yok. Böylece işveren ve sendikacılar, sendikalar kanununa uygun olarak işçinin sendika üyeliğini yapmış oluyor. Madencilerin örgütlenmesinin önündeki engeller madenciler ile paylaştığım bilgiler doğrultusunda bu şekilde özetlenebilir.

  • “ Bu katliamdan sonra devlet, madencilerin hafta tatilini 2 güne yükseltir, en az 2 asgari ücret tutarında maaş almalarını da zorunlu tutar.” diyerek katliam sonrasında yapılan “iyileştirmeleri” yazıyorsunuz. Eşi Recep Gümcür’ü kaybeden Âlime Gümcür’ün ise bu duruma şöyle bir haklı isyanı var: “ Bir şeylerin değişmesi için canların gitmesi mi gerekiyor? 301 canın gitmesi mi gerekiyor? Güzellikle işlerini yapsalardı daha güzel olurdu. Hafta tatilleri 2 gün, saatleri değişti, maaşları değişti. Bizim adamlar niye öldü? Onlar hak etmiyor muydu bu ayrıcalıkları?” diyor. Gerçekten insanların madencilerin çalışma şartlarını ve bu konudaki eksiklikleri konuşması için 301 canın gitmesine mi gerek vardı? Toplum olarak neden büyük can kayıpları olmadan bu konulara ilgi gösteremiyoruz?

Toplumsal duyarlılığımız, toplumsal sorumluluğumuz maalesef yok. Bu konuda söyleyecek çok fazla bir şey de yok, çok acı, can sıkıcı bir durum. 301 insanımızı kaybettik ve madencilerin çalışma koşullarında bazı iyileştirmeler yapıldı. Yapılan iyileştirmelerin bir göz boyama, bir sus payı olarak sunulduğunu düşünüyorum. Madencilerin emekçilerin “ağzına bir parmak bal çalmak” diyebiliriz. Yapılmak istendiğinde yapılabiliyormuş madencilerin çalışma koşullarını iyileştirmek için devletimiz 301 emekçinin katledilmesini beklemiş.

Yapılan iyileştirmelere karşı sermaye de kendi gardını aldı, maliyetlerini azaltmak için yeni yöntem arayışına girdi. Bu arada siyaset kurumu da boş durmuyor ve sermayenin maliyet artışlarını düşürmek için destek politikaları üretiyor.

Madencilerin çalışma hayatına ilişkin yapılan düzenlemelerin işverenler tarafından tırpanlanmaya çalışıldığına dair iddialarda var. Farklı farklı maden havzalarından işletme sahiplerinin kaçak işçiliğe yöneldiği iddiaları duyuluyor. Bankaya yatırılan maaşın yarısını geri talep eden işletmeler olduğu iddiaları da var. Hafta tatilinin tam olarak uygulanmadığı da iddialar arasında. Yasanın uygulanması için, iyileştirmeleri korumak için devletin denetimleri artırması gerekiyor. Ancak şuan için bir inceleme ile bu iddialara bir soruşturma yapıldığını duymadım.

İşin bir de sendika boyutu var. Soma’da saha araştırması yaparken görüşmecilerimizden yetkili sendikanın bir yöneticisi şöyle bir açıklama yapmıştı. “ Ben tüm madenci arkadaşlarıma hep söylüyorum bu hakları biz yıllarca uğraşsak alamazdık. Bu ücretleri 301 arkadaşımızın canına bedel olduğunu unutmayın 301 şehit verdik bedeli alınan bir haktır kimse sendikam aldı demesin bu haklar, bu maaş 301 maden şehidimizin payıdır” On binlerce üyesi olan yetkili sendika yöneticisinin düşüncesi bu yönde. Bir sendika yöneticisi bizim alamayacağımız hakları 301 arkadaşımız canları ile ödeyerek bize sağladılar demekten çekinmiyor.

  • En çok konuşulan, tartışılan konulardan birine değinmek istiyoruz. Katliamdan sonra yapılan seçimlerde de mevcut iktidar partisinin yine en çok oyu aldığı görüldü. Siz Soma’nın sosyolojik yapısına dair gözlemler yapmış, aileler ile görüşmüş birisi olarak bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?

Tarımın çözülmesi ile beslenen göç olgusundan Soma’da çok ciddi etkilenmiş. Soma ve çevresinde geçmişte yapılmakta olan tarım ve hayvancılığın geçim kaynağı olmasından çıkmasıyla madencilik tüm olumsuzluklarına rağmen bir ekmek kapısı olmuş. Soma 110 bine yakın nüfusu 75 bin civarı seçmen sayısı olan çevresinden ve ülkenin birçok bölgesinden göç almış bir kent. Soma’da göç olgusu ile birlikte hemşericiliğin etkisi yaşamın her alanında ciddi bir şekilde hissediliyor. Öyle ki kahvehaneler bile ayrışmış Ordulular kahvehanesi, Kütahyalılar kahvehanesi gibi herkes hemşerisiyle bir arada yaşamayı tercih ediyor. Böyle olunca toplumsal paylaşımlar en aza iniyor. Madencilerin ve ailelerin sosyal bir yaşantısı yok. İnsanların bir arada olabileceği hayata dair paylaşımlar içinde olabileceği ne zamanları, ne de sosyal tesisleri var.

Soma’da Sermaye-Siyaset-Sendika üçgeni insanları her zaman baskı ve tehdit altında tutuyor. İnsanlar zorla AKP mitinglerine götürülüyor. Diyeceksiniz ki zorla insan istemediği mitinge nasıl götürülür, karşı çıksın. Sermaye ile Sendika birleşmiş işçilere kart bastırıyor. İşçinin ben gelmiyorum deme şansı yok. Madenciler ben gelmiyorum dediği zaman işten atılma riskine karşı onu koruyabilecek bir sendikası yok. AKP mitingine gitmediği zaman başka madenlerde de iş bulamayacak. Tüm baskılara rağmen madencilerin büyük çoğunluğunun iktidar partisine oy verdiğini düşünmüyorum.

Bu tartışmayı açanlar aslında toplumsal sorumluluklardan kaçan insanlar işin en kolayını seçmişler, hayatı boyunca hiçbir toplumsal olayda taşın altına elini koymamış, lafa gelince fanuslarının içinde klavye başına geçip eleştiride bulunanlardır. Böyle bir eleştiri yapmadan önce sırça köşklerinden dışarı çıkıp verimsiz hayatlarına biraz ara versinler, Soma’ya bir kez gidip orada toprağından kopartılan ve madenlerde çalışmaya mahkûm edilen emekçiler ile bir gün geçirsinler.

  • Son sorum; katliamdan sonra halk tepki gösterdi. “Unutmayacağız, unutturmayacağız!” ve “Soma’yı unutma!” dediler. Katliamın üstünde geçen 3 yılın ardından insanlar 17 Ağustos depremini, daha önce yaşanan maden kazalarını vs unuttuğu gibi Soma’yı da unuttu diyebilir miyiz? Niye unutuyoruz? Neden unutmamalıyız? Nasıl unutmayacağız?

Ülkemizde yaşanan devlet açısından “tehlikeli” görülen ya da gerçekler ortaya çıktığında, gerçekle yüzleşemeyecek olan devletin yaşanmışlıkları gizleme, unutturma çabası geçmişten bugüne sistemli olarak devam ediyor. Yani unutma-unutturma bir devlet politikasıdır. Bir toplumun ortak yaşanmışlıkları sadece mutluklar, sevinçler değildir. Toplumun acıları, kanayan yaraları vardır. Ancak bizim yaşadığımız topraklarda sistem aygıtlarını kullanarak destanlarını toplumun hafızasına yerleştirmeye çalışırken, devletin ve toplumun yüzleşmesini istemediği olayları, acıları, toplumun belli bir kesiminin kanayan yaralarını eğitimi, medyayı, yasaları kullanarak unutturmaya ve hafızalardan silmeye çalışmaktadır.

Devletin kurumları bir bellek oluşturmuyor, geçmişi unutturmaya çalışıyor diye bizler köşemize çekilip bekleyemeyiz. Bu topraklarda yaşanan sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik olayları gelecek kuşaklara hatırlatmak için hafıza oluşturmaya devam etmeliyiz. Soma’da yaşanan Türkiye’nin en büyük iş cinayetini unutturmamak için gelecek kuşaklara aktarmak için Çizmelerimi Çıkarayım Mı? 13 Mayıs 2014 Soma kitabını yazdık. Soma katliamı toplumun belleğinden silinmesin diye, arşivlerin tozlu raflarında kalmasın diye böyle bir çalışmayı yaptık. Yaşadığımız toprakların en büyük iş cinayetinin siyasi-ekonomik-sosyal-tarihsel süreçleri ile birlikte toplumsal bir hafıza oluşturmanın gerekliliği, bizim toplumsal ve vicdani sorumluluğumuzdu. Daha önce de söylediğim gibi Soma katliamını belgelemek ve gelecek kuşaklara aktarmak için, en önemlisi tarihe bir not düşmek için böyle bir çalışma yaptık.


Kaynak: http://www.medyakulubu.com/2017/07/29/sadece-3-yil-gecti-ustunden-ama-siz-unuttunuz-cizmelerimi-cikarayim-mi/#ixzz4oD3QlTaT