Kıbrıs'ta Maraş'la ilgili girişim ve iki devletli çözüm söylemi, zor durumdaki Rum lider Nikos Anastasiadis'in imdadına yetişti. Bu gelişmeler, Türkiye içinde de milliyetçi oyları konsolide edebilir.

Ankara-Kıbrıs Türk toplumu hattında ve Kıbrıs meselesinde yapılan son kritik açıklamalarla birlikte, uzun zamandan beri diplomatik açıdan sessizliğin hâkim olduğu Kıbrıs’ta son birkaç ayda normal şartlarda birkaç yıla sığabilecek gelişmeler yaşandı.

Pandemiyle beraber yoğunlaşan ekonomik bunalımı, Türkiye’nin KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimlerine, ülkenin en büyük partisinin lider seçeceği kurultayına ve yeni azınlık hükümetinin kuruluşu sürecine yönelik müdahaleleri takip etti.

Azınlık hükümetinin kuruluşunu, Sedat Peker’in Kıbrıslı düşünür ve köşe yazarı Kutlu Adalı’nın öldürülmesiyle ve Kıbrıs’ın kuzeyindeki çarpık ekonomik ilişkilerle ilgili iddiaları takip etti. Peker’in iddialarının hemen ardındansa, Kıbrıs gündemine Türkiye’nin Kıbrıslı Türk muhaliflere uygulamaya başladığı ‘yasaklılar listesi’ geldi.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi Ankara, KKTC Yüksek Mahkemesi’nin adadaki dini eğitim için aldığı bir kararı yüksek tondan kınadı. Ve nisan sonu itibarıyla da, ‘iki devletli çözüm’ fikrinin Kıbrıs meselesindeki müzakere sürecini yeniden çıkmaza götürdüğü anlaşılmış oldu.

Ankara ve yeni Kıbrıs Türk liderliği, uluslararası aktörlerin resmi olarak benimsediği iki toplumlu, tek devletli çözümün kriterlerinin dışına çıkarak sadece BM nezdindeki müzakerelere kapıyı kapatmakla kalmadı.

Duvar’dan "Nikolaos Stelya’nın haberine göre, geçtiğimiz hafta kapalı şehir Maraş’ın Türk yönetimi altında açılması planının ikinci safhasına geçilmesiyle, uluslararası kamuoyunu karşısına da almış oldu.

ASIL SORU: KİMLERİN İŞİNE GELİYOR?

Özetlemeye çalıştığımız bu baş döndürücü gelişmelerin gölgesinde, kısa bir ‘durum muhasebesi'nin elzem olduğunu düşünüyorum. Kıbrıs özelinde gelinen son noktada bir dizi kritik önemdeki soruyla beraber, bir sual yaşanan gelişmeleri daha iyi irdelememiz için yararlı olacaktır: Ankara-KKTC hattında kopan fırtınalar ve Kıbrıs meselesinde taksim vizyonuna dönüşün işaretleri kimlerin işine geliyor?

ALTI KAZANAN, BİR KAYBEDEN VAR

Yukarıda kısaca değindiğimiz gelişmelere çok boyutlu ve çok kutuplu bir bakış açısıyla eğilecek olduğumuzda, “Kıbrıs’ta son süreçten kim galip kim mağlup çıkıyor?” sorusunun yanıtı aslında pek de karmaşık değil. 2021'in ikinci yarısında, kendi açılarından Kıbrıs’ın diplomasi arenasında zorlu süreçlerle karşı karşıya olsalar bile, altı yerel ve uluslararası aktör son süreçte diplomatik ve siyasi getiriler elde etti. Bununla birlikte, son gelişmelerin tek bir ‘mağduru’ var.

ANASTASIADIS PRİM TOPLAMA LÜKSÜNÜ ELDE ETTİ

Pandemi öncesinde siyasi ve diplomatik açıdan çok zor bir gerçeklikle karşı karşıya gelen Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Rum lider Nikos Anastasiadis, Ankara-Kıbrıs Türk liderliği ortaklığının uluslararası arenada ‘çözümsüzlüğün sorumlusu’ konumuna itelenmesi neticesinde, Kıbrıs meselesinde yeniden diplomatik inisiyatifi ele geçiren taraf konumuna geldi.

Kooperatif bankacılığın iflası, seri kadın cinayetleri, yabancı aktörlerin Kıbrıs topraklarındaki casusluk faaliyetleri, yasa dışı şekilde parayla dağıtılan vatandaşlıklar, içeride gittikçe otoriterleşme eğilimdeki bir yönetim anlayışı ve Kıbrıs meselesindeki çıkmaz nedeniyle köşeye sıkışan Anastasiadis’in imdadına bir anlamda Türk diplomasisi ve Kıbrıs Türk liderliği koşmuş oldu. BM Güvenlik Konseyi’nin Maraş'la ilgili kınama kararının da gösterdiği üzere, tüm noksanlarına rağmen Rum lider Kıbrıs çıkmazının sorumluluğunu Türk tarafına yükleme ve bu bağlamda gerek içte gerek de dışta prim toplama lüksüne sahip oldu.

YUNANİSTAN DA SUÇU ANKARA'YA ATABİLİYOR

Doğu Akdeniz ve Ege’de Türkiye ile sıcak bir temasın eşiğine gelen Yunanistan da Anastasiadis liderliği gibi “Suçlu ben değilim. Suç, BM parametrelerinden kopan ve tüm dünyayı karşısına alan Ankara” deme noktasında.

AB'DEKİ MUHAFAZAKÂR İKTİDARLARIN İŞİNE GELDİ

Kıbrıs Cumhuriyeti ve Yunanistan’ın üye olduğu Avrupa Birliği’ndense son gelişmelerin ışığında “nasıl olsa Türkiye birliğe üye olamayacak” sesleri yükseliyor. Bu gelişme de, Atina ile diğer Avrupa başkentlerdeki milliyetçi ve muhafazakâr iktidarların işine gelen cinsten.

İNGİLTERE ÜSLERİ İÇİN DÜĞMEYE BASTI

Aynı dönem zarfındaysa, Londra’daki muhafazakâr hükümet Doğu Akdeniz’deki yakın müttefiki Türkiye’yi yanında tutup perde arkasından Kıbrıs sorununda taraflar arasında ‘köprü’ vazifesi gören, konfederasyonu andıran fikirleri dillendirerek, Kıbrıs’taki üslerinin modernleştirilmesi ve 2030’larda daha aktif olarak kullanılması için düğmeye basıyor.

TÜRKİYE İÇİNDE DÜŞÜŞ EĞİLİMİNDEKİ MİLLİYETÇİ OYLAR KONSOLİDE EDİLEBİLİR

BM Güvenlik Konseyi’nde İngiltere’nin kısmi ve dolaylı desteğini saymazsak, Kıbrıs meselesinde yeniden diplomatik yalnızlığa mahkûm olan Ankara’daki muhafazakar-milliyetçi koalisyon açısından da, Kıbrıs özelindeki son gelişmeler içteki birlikteliği pekiştiren cinsten. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın KKTC Cumhuriyet Meclisi kürsüsünden açıkladığı ‘müjde’ birçok kesimi tatmin etmemiş olsa bile, hem Maraş üzerinden verilen milliyetçi ve taksimci mesajlar, hem de Kıbrıs meselesinde ayrılıkçı ve tüm dünyayı Türkiye’nin karşısına alan vizyon, 2023 veya daha önceki bir tarihte gerçekleştirilecek seçimlerde -birçok kamuoyu araştırma şirketine göre- ciddi ‘düşüş’ eğiliminde olan milliyetçi oyları konsolide edebilir.

KKTC LİDERLİĞİ HEM OY, HEM SARAY KAZANACAK

Aynı şekilde, Ankara’daki milliyetçi koalisyonun Lefkoşa’daki yerel siyasi temsilcileri de Kıbrıs’taki ayrılıkçı ideoloji üzerinden ve yeni “Kıbrıs Türk Devleti” söylemiyle, yaklaşan milletvekili seçimlerinde kritik oy oranları devşirebilecek konumda. Kıbrıs Türk liderliği açısından da Türkiye’deki vergi mükelleflerinin finanse edeceği yeni cumhurbaşkanlığı sarayı, parlamento binası ve millet bahçeleri de işin cabası!

TEK KAYBEDEN, BARIŞ YANLISI KIBRISLI TÜRKLER

Değerlendirmeyi, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki son gelişmelerin tek ‘mağduru’ ile kapatalım: Bu mağdur kesim, barış ve birleşme yanlısı olan, geçmişte emek mücadelesinde kayda değer atılımlar gerçekleştiren, Ankara’daki hükümetlere zor şartlarda muhalefet etmenin bedelini ödeyen ve bugün “Kıbrıs’ta Türkçe konuşan ve tüm halklarla bir arada barış içerisinde yaşamak isteyen Kıbrıslılar da var” söylemini dillendiren Kıbrıs Türk toplumunun bir kesiminden başkası değil...

Lefkoşa’ya “Lefkoşe”, Mağusa’ya “Magosa” demeyen, Kıbrıs’ın otantik kültürünün izdüşümlerinde ısrarcı olan, Türkiye’de yoğunlaşan otarşizmi tasvip etmeyen, dini ve kültürel değerleri Kıbrıs süzgecinden geçiren, Türkçe dilimizin ailesine kendi şivesiyle, bir anlama farklı diliyle-metodolojisiyle renk katan bu Kıbrıslı Türkler bugün iki gelişmeye ‘yeniliyor’: Kıbrıs meselesinde Rumlarla ortaklık projesinin çöküşü ve çöküş sürecinde Kıbrıslı Türklerin kendilerinin ortak bir direniş cephesi oluşturamamaları.