Gazeteduvar yazarı Celal Başlangıç, AKP iktidarının kendisini devirmeye çalışanların yapamadığı darbeyi tamamladığını yazdı.

Çözüm sürecine ve ekonomik gelişmelere değinen Başlangıç, “Çözüm masası”nı deviren, barış umudunu kanlı bir çatışmaya dönüştüren devlet olma anlayışı egemen bu coğrafyada" dedi.

Başlangıç'ın, "Biten tulumbadaki su değil; barış, özgürlük ve demokrasi" başlıklı yazısının bir bölümü şöyle:

AKP iktidarının son iki yılı bile bugün neden bu halde olduğumuzu anlatmaya yetiyor.

“Çözüm masası”nı deviren, barış umudunu kanlı bir çatışmaya dönüştüren devlet olma anlayışı egemen bu coğrafyada. Bombalanmış kentleri, yıkılmış binlerce evi, zorla göç ettirilen yüz binlerce yurttaşı, çatışmalı süreçte yaşamını yitirmiş binlerce insanı olan bir ülke burası. Öylesine kötü yönetildi ki Türkiye, sonunda daha önceki iktidar ortağının başını çektiği başarısız ama kanlı bir askeri darbenin yolu açıldı.

Belki de tarihte ilk kez başlayanla bitirenin aynı güçler olmadığı bir darbe süreci yaşandı. Kendisini devirmek isteyenlerin bitiremediği darbe sürecini AKP iktidarı tamamlıyor şimdi.

‘Olağanüstü Hal’le Türkiye’de son kalan demokrasi kırıntıları ortadan kaldırıldı. Kanun Hükmündeki Kararnamelerle ülkeyi yönetme sevdasıyla zaten son yıllarda varlığı yokluğu tartışılan hukuk tümüyle yok edildi.

15 Temmuz’dan sonra ilan edilen Olağanüstü Hal’de KHK’lar aracılığıyla yapılan uygulamalara ilişkin veriler bile nasıl vahim bir süreçten geçtiğimizi gösteriyor.

OHAL’in ilk 120 gününde 93 bin kamu personeli görevden uzaklaştırılmış, 69 bini memuriyetten ihraç edilmiş. 70 bine yakın insan gözaltına alınmış, 35 bine yakını tutuklanmış. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında cezaevlerindeki tutuklu ve mahkum sayısı 60 bin dolayındayken bugün 220 bini bulmuş.

Zaten OHAL’le gözaltı süresi 30 güne, avukatla görüşme kısıtlaması beş güne çıkartılmış. Gözaltında, cezaevinde işkence iddiaları ayyuka çıkmış, uluslararası kuruluşların inceleme konusuna dönüşmüş.

Cezaevlerinde mektup, gazete, kitap yasağı bir ceza olarak uygulanıyor artık. Tutuklulara getirilen avukatla görüşme kısıtlaması ve denetimi 12 Eylül’e bile rahmet okutacak boyutlara varmış. İşten atılanlar, gözaltına alınanlar, tutuklananlar arasında onlarca kişi intihar etmiş. Kimi intiharlar kuşkuyla karşılanmış.

Bin 500 dernek, bin 61 öğretim kuruluşu, 203 kurs etüd merkezi, 129 vakıf, 35 sağlık kuruluş, 19 sendika, 15 üniversite kapatılmış. 151 general, bin 656 subay ve astsubay tutuklanmış. 3 bin 600 subay ve astsubayla 16 bine yakın askeri okul öğrencisi ihraç edilmiş. 3 bin 400 hakim ve savcı ile iki Anayasa Mahkemesi Üyesi meslekten ihraç edilmiş, tamamına yakını tutuklanmış, 300’e yakını itirafçı olmuş. 4 bin 500 akademisyen görevden uzaklaştırılmış.

İhraç edilenlerin sayısı ise 2 bin 400. 10 bine yakın polisle 2 bin 500’den fazla emniyet amiri ve müdürü açığa alınmış, beş bine yakını tutuklanmış. 15 Temmuz’dan bu yana Türkiye’de tutuklanan gazeteci ve yazar sayısı 112. O

HAL ilan edildiğinde zaten cezaevindeki gazeteci sayısı 32’ydi. Şu anda 140’ın üzerinde gazeteci ve yazar cezaevinde. OHAL’le birlikte 16 TV kanalı, üç haber ajansı, 47 gazete, 16 dergi, 23 radyo, 26 yayınevi kapatılmış.

OHAL’in ilk 120 gününde üç bine yakın gazeteci işsiz kalmış. Sarı basın kartları iptal edilen gazeteci sayısı 800. Kürtlerin kazandığı belediyelerin 40’ına kayyum atanmış durumda. Eşbaşkanların çoğu tutuklu. Belediye Meclis üyeleriyle, il ve ilçe başkanlarıyla HDP-DBP çizgisindeki binlerce sivil siyasetçi cezaevinde.

Daha da vahimi, parlamentonun üçüncü büyük partisi HDP’nin eşbaşkanlarının da içerisinde olduğu 10 milletvekili cezaevinde tecrit koşullarında yaşıyor. 60 bine yakın insanın pasaportları iptal edilmiş. Sadece basın ve ifade özgürlüğü, can güvenliği tehdit altında değil. Aynı zamanda hiçbir kapitalist ülkede olmayacak düzeyde mal güvenliği de tehdit altında. 15 milyar liralık taşınmaz şu ana kadar hazineye devredilmiş.

190 bin taşınmaz da bloke edilmiş durumda. Kayyum atanan, el konulan holdinglerin, şirketlerin, işletmelerin hesabını da kimse bilmiyor. OHAL’in bu bilançosunun siyasal sonuçlarının zaten yapısal sorunları olan ekonomide yol açtığı krize de çok dikkatli bakmak gerekiyor. Bu ayın ilk haftasında dolar 3.60’a doğru fırlıyordu. Şimdi biraz hız kesti, 3.50’ye doğru geriledi.

Ancak unutmamak gerekiyor ki yaklaşık iki ay önce, 3 Ekim 2016’de dolar 3.00 liraya ayak bastı ve ondan sonra hızla tırmandı. Neyin tarihiydi biliyor musunuz 3 Ekim? Bakanlar Kurulu’nun OHAL’i ikinci kez uzatacağını açıkladığı gündü.

Anlaşıldı mı şimdi ülke içindeki tulumbada suyun neden bittiği. Neden girildiği iktidar sahipleri tarafından bir türlü açıklanamayan Suriye savaşı, Irak’ta bir kıvılcımın çakmasını bekleyen potansiyel çatışma riski; Rusya’dan ABD’ye kadar bu ülkeyi bütün dünyayla kavgalı duruma getirdi.

Avrupa Birliği’nin Türkiye ile müzakereleri geçici olarak askıya alma kararı neredeyse dünyada gerginlik yaşamadığımız ülke bırakmadı. Böylece ülkedeki tulumbaya dışarıdan gelecek su da kesildi iyice.

Bütün bunların üstüne üstlük mevcut rejimi tehdit eden “Cumhurbaşkanlığı görünümlü başkanlık” sevdasıyla uygulanan “yurtta sürekli gerginlik, dünyada sürekli gerginlik politikası” eklenince tulumbada su kalmadı. Cumhurbaşkanı özlediği “Başkanlık” konusunda konuştukça dolar fırladı.

Başbakan “Cumhurbaşkanlığı görünümlü Başkanlık” konusunda MHP lideriyle görüşüp çay içtikçe, “pürüzsüz anlaştıklarını” açıkladıkça dolar, Fransız Guyanasından uzaya fırlatılan Göktürk-1 uydusuna döndü.

Ama siz yine de “zift havuzu”nun medyasında bu haberi Yahya Kemal’in Akıncılar şiirindeki dizeleriyle okuyabilirsiniz: “Bir gün yine doludizgin atlarımızla Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla.” Şimdi “Cumhurbaşkanı görünümlü fiili Başkan” diyor ki: “Yani şu anda tulumbada su yok.

Tulumbaya şöyle bir su doldurmak lazım.” Aslında eksik olan tulumbadaki su değil; eksik olan barış, demokrasi, özgürlük, hukuk, insan hakları…

Ayrıca tulumbada su kalmamışsa, kesin bilgi şu ki bu tulumbanın ya da suyun suçu değil.

Anlaşılan tarihin bu döneminde, bu ülkede “yanlış tulumbacı” iş başında!