Erciş; yaşadığı depremden sonra gerek kentsel olarak, gerekse de ruhi olarak büyük bir çöküntü içinde, siyaseti sevmem ama vicdansızlık da yapamam, bu seçimlerin Erciş için taşıdığı önemi biliyorum. Erciş yazıktır efendiler... Erciş'e Belediye Başkanı olacak insan nasıl biri olmalıdır diye düşünürken, nasıl biri Başkan seçilmemelidir-i gördüm. Kesinlikle Halkın seçimine Din alet edilmemeli, sonrasında bir İş Adamının Adaylığı Erciş'e bir şey katmaz, sadece o İş Adamının servetini çoğaltır. Adaylardan bazılarıyla yüz yüze görüşme fırsatım oldu, mesela Sayın Abdurrahman Çağan bunlardan biridir, bazıları ile de bu fırsat olmadı, onları Halk arasında dolaşarak tanımaya çalıştım, Sayın Abdulahat Arvas(?) da yüz yüze görüşmediklerimden biridir.

Erciş'in Êrşat Mahallesine uğradığımda birisi ilginç bir soru sordu, soru aynen şuydu: Abdulahat ŞAHİN neden sonradan soyadını değiştirip Abdulahat ARVAS oldu? Cevabını veremediğim bu soruyu Van Halkına soruyorum. Bu sorunun cevabını sorana veremedim, şimdi bu sorunun cevabını bütün yazılanları okuduktan sonra herkes kendi vicdanında verecektir.

Din ve Para; bu ikisinin geri kalmış toplumlarda art niyetli insanlarca yan yana getirilmesi, atom bombasından bile daha tehlikeli olmuştur. Bu altta okuyacağınız yazı sonrasında ciddi sıkıntılar yaşadım, ama bu yazıyı tekrardan derleyip sizlere sunmak konusunda en küçük bir tereddüt yaşamıyorum. Müslüman Kardeşlerim şayet Hazreti Muhammed'in de hayatına vakıflar ise şuna inanıyorum ki beni anlayacaklar ve bana karşı başlatılan düşmanca bakışlar karşısında yanımda olacaklar.

Seyyidlik, Van Vilayetindeki Seyyid Aileler ve Erciş'teki Belediye Seçimi...

Arvasî Ailesi, Seyyidler'in Van'daki birkaç temsilci ailesinden sadece bir tanesidir... Arvas köyünün yetiştirdiği en saygıdeğer insanlardan bir tanesi Mele Mihemedê Erwasî'dir. Celadet Bedîrxan, Hawar Dergisinin 33. Sayısının 6. Sayfasında, hastalıklar ve o hastalıkların ilaçlarıyla ilgili Kürdçe bir eser yazmış olan Değerli Yazar Mele Mihemedê Erwasî hakkında şöyle yazar:

MELAYÊ ERWASÊ – Melayê Erwasê kitêbeke kiçik lê hêja nivîsandiye. Kitêba wî li ser nexweşî û dermanên wan e. Mela tê de qala nexweşiyan dike û dermanê her nexweşiyê û çêkirina dermanên jî dibêje. Min bi xwe kitêb ne dîtiye, ez bi salûxdanê dibêjim. Dîsan rawiyan gote min ko Melayê Erwasî di wextê Evdil-Xanê bavê Bedir-Xan de rabûye. Li gora vê û bi texmîn Mela beriya niho bi 150 salî emir kiriye. Ji kitêba wî re »Tiba Melayê Erwasê« dibêjin.

Melayê Erwas, Seyyid olduğunu söyleyen birçok insanın tam da aksine, Aristokrat bir sınıfa mensup olmaktansa kendisini halkı için, yoksul insanlar için ilme ve bilime adamış, gayet mütevazi yaşadığı hayatından bizlere değerli bir kitap da bırakmıştır.

Arvas, Van'daki bir köyün ismidir ve o köyle akraba olduğunu az da olsa kabul ettiren herkes soy ismini değiştirip Arvas yapmıştır. Derler ki bu soy isimle beraber Aristokrat bir sınıf oluşturanlar, benzer iddiayı öne süren diğer aileler gibi Hz. Muhammed'in torunlarındandır, yani öyle deniliyor. Osmanlı Tarihi boyunca, 'Peygamber Kanı Taşıdıklarını' iddia eden herkes kendi çapında bir Seyyid olup karşımıza gelmiştir. Ve Seyyidler arasında Mele Mihemed gibi istisnai isimleri saymazsak, bunlar her zaman devletin ve de zamanın mevcut iktidarının yakın dostu olmuştur.

 Ve şuan sadece Türkiye topraklarında, özellikle de Kürd Bölgelerinde, hangi sokağa girseniz karşınıza bir Seyyid çıkabilme ihtimali, musluktan su akabilme ihtimali kadar gerçek olsa bile, bu gerçeğin bir o kadar da masumane bir yaşam belirtisi olduğu söylenemez.. Ya peki başka devletlerde? Türkiye dışındaki bütün Arap devletlerinde, bu Seyyid Rakamları daha da muazzam bir nüfusa ulaşmış, tabii ki devletlerin büyük pekiştireçleriyle... Arap olmayan Müslüman Devletler için ise farklı bir yorumum söz konusu değil, hepsi aynı.. Bu kadar çok torunun nasıl oluştuğunu bilmiyorum Ya Muhammed.. Bu olayın senin adınla bankalar kurmaktan başka kaç açıklaması olur?

Hazreti Muhammed'in zürriyeti sadece Hazreti Fatma'nın biri Kerbela'da öldürülen diğeri ise kendiliğinden vefat etmiş iki oğlu olan Hasan(44) ve Hüseyin'den(54) gelir. Orta sayılacak yaşlarda öldürülmüş ve ölmüş olan iki torundan bu kadar büyük bir zürriyetin oluşması sizce de bir tezat oluşturmuyor mu, küsmeyin ama sizce de 'Devlet ve Kullandığı Dinin ortaklığında' bir dalavere yok mu? Neden ibadethaneler dalaverelerin imalathanesi olmaya bu kadar müsait olmuştur, ibadethaneler dünyadan soyunduğumuz yerler değil miydi? Şimdi işin sosyolojisine inelim ve Nakibü'l Eşraflık Müessesinden biraz bahsedelim:

”Nakibü’l Eşraflık” müessesesi 

Devlet-i Âliye, yani Osmanlı Devleti şöyle bir ferman yayınlar, değiştirmeden olduğu gibi yazıyorum:

Fahri Kâinat Efendimiz ve Onun kutlu soyu Ehl-i Beyt’e hürmet ve hizmetini, müesseseler kurarak da fiilen gösterme yoluna gitmiştir. Sınırları dahilindeki, Peygamber nesebine mensup Seyyid ve Şerifleri tek tek kaydederek; her türlü ihtiyaç ve hizmetlerini görmek ve şecerelerini soy kütüklerine işleyip muhafaza etmek için, özel olarak “Nakibü’l Eşraflık” müessesesi ihdas etmiş ve başına da Âl-i Beyt’e mensup “Nakibü’l Eşraf” isimli bir memur atamıştır. 
Peygamber nesline bağlı olduğunu belgeleyenlere, birer berat verip kendilerini her çeşit vergiden muaf tutmuştur. Bütün bu hürmet ve imtiyazlar, topraklarımızda dağınık halde bulunan Seyyid ve Şeriflerin, huzur ve sükun içerisinde yaşasınlar diye yapılmışmıştır...

Yani Seyyidler:

1-Toplum içinde ayrıcalıklı bir sınıfı temsil ederler.

2-Devlet 'fiilen' onları desteklemiştir.

3-Her türlü ihtiyaç ve hizmetlerini görmek ve diğer işlemleri için Devlet tarafından özel bir memuriyet açılmış, bu konuda çalışan memurun ismi de Nakibül Eşraf'tır.

4-Her biri birer berat sahibi olan Seyyidler ''her türlü vergiden'' muaf tutulmuşlardır.

5- Ve bunun gibi askerlikten tutun da seyahate kadar, konaklamadan tutun da daha birçok şeye kadar birçok ayrıcalıkları olmuştur.

Durum bu kadar parlak olunca birçok insan da sahte secereler peşine düşüp zaman içinde yalanlarını tarihi bir belge olarak yutturdular. Velev ki hepsi de Hazreti Muhammed'in torunuydu, peki Hazreti Muhammed'in Torunu olmak onlara bu ayrıcalığı hak ettiriyor muydu? Putperestlere karşı gelerek büyük bir devrim yapmış olan büyük bilge, İslam Öğretmeni, güzel insan Hazreti Muhammed böyle bir ayrıcalığı kabul eder miydi sizce?

Hazreti Muhammed bir cemaate girdiğinde yüksek kesimin yanına değil de, o cemaatte bulunan yoksulların yanına gidip oturmamız gerektiğini belirtir, çünkü kendisi öyle yaparmış. Günümüzdeki Taziyelerimizi, Düğünlerimizi ve de bunun gibi birçok toplantımızı gözlerinizin önüne getiriniz, oraların baş köşelerinde oturan ayrıcalıklı kesimlerin hepsi de Hazreti Muhammed'i en fazla dillendiren insanlar olmalarına rağmen, sizce Hazreti Muhammed ile ne kadar benzeşiyorlar?

Toplumdaki Sınıfları Yıkmalıyız, Sınıfsız-Ayrıcalıksız bir Toplum Kurmalıyız.

Toplum içinde var olan sınıfları yıkmak için mücadele etmeliyken, birçoğumuz devlet politikası olarak oluşturulmuş ve de Hazreti Muhammed ile sadece şeklen benzerliği olan, içerik olarak O'nun zıttı olan sınıflara biat etmek zorunda kalıyor.

Seyyidler, Ağalar ve Beyler

Aristokrat sınıfı temsil eden Seyyidler de zulümkar olan ağa ve beyler gibi, yaşadıkları bölge halkının sırtından bir an bile olsun inmediler. En büyük saygı onlara duyuldu, yılın en güzel yiyecekleri onlara ikram edildi, devlet erkânı hep onlardan ya da onların işaret ettiği insanlardan seçildi, peki bütün bunlara karşılık Seyyidler ne yaptı? Kendilerini baş üstünde tutanlara saygı duymadılar, en az onlar bedenlerini aş için çalıştırdılar, üstelik en az onlar empati kurdu ve halklarını temsil ettiler! Bindiği eşeğe sürekli hakaret eden arsız bir imam gibi davrandılar, Kürd'lerin içindekiler mesala, bu Seyyidlerin hepsi de oldum olası ömürlerini Kürdçe yaşamıştır ama bir gün bile kendilerine Kürdüm demediler, onlara Kürd yakıştırması yapan herkes de Peygamberin nesebesini inkâr ettiği için Allah'a şirk koşmuş münafıklar kademesine kaldırıldı, dışlandı. Dışlanmamak için, sürülerin hışmına uğramamak adına, birçok insan ise korkudan sustu, susmaktan içleri çürüdü, konuşmadan susmak gibi bir acı var mıdır, yüreklerini içlerine asıp intihar ettiler.

”Nakibü’l Eşraflık” müessesesi 

”Nakibü’l Eşraflık” müessesesi , Aristokrat kesim için ayrılmış bir dizi ayrıcalıklarla dolu bir paket, korkunç bir refah anlayacağınız, asgari ücretle yaşayan çoğumuzun idrak edemeyeceği bir servet.. Peki bir devlet bir Sınıfa neden torpil yapar ki? Şundan olmasın: 'O ayrıcalığa kavuşanlar, yani Seyyidler, devletin selameti için halkı iki yandan iktidar altında tutmaya çalışırdı.'

 '1-Din ve 2-Para..'

Bunlar ile Halkın İsyan Etmesi Engellenir ve Devletin İktidarı Selametini Korurdu.

Dini parayla ihtişamlı bir hale getirerek halkın gözlerine afyon doldurmak konusunda, Osmanlı'nın üstüne başka bir Müslüman devlet daha tanımıyorum. Başka dinlerden benzer örnekler de mutlaka vardır, bu yapılanın benzerini Ruslar'ın uzak diyarlarda el altında tutmaya çalıştıkları Ortodokslar'da da görebiliriz.. Katoliklerin ta Afrikalar'daki sömürgelerini köle tutmaya devam etmek için yaptıklarında da.. Ha Sunni Devlet, ha Ortodoks, ha Katolik.. Ha da öteki din devletleri.. İşte bu yüzden Din ile Devlet işlerinin birbirinden ayrı tutulması lazım: Laiklik gerekli... Gerçek anlamda inanmaya çalışan Müslümanların Hazreti Muhammed'in yaşam şekline kavuşabilmeleri için kesinlikle Dinin Devlet Politikalarına alet edilmesinin önüne geçilmelidir.

Din ve Para; bu ikisinin yan yana getirilmesi geri kalmış toplumlarda atom bombasından bile daha tehlikeli olmuştur. Albert Einstein'in ruhuna rahmet olsun, okuma yazmaya geçemediği için geri zekalı damgası yiyip okuldan atıldıktan yıllar sonra kendisine şu sorulur: 

'Şimdi büyük bir Bilim Adamısınız. Sizi geri zekalı diye okuldan atanlara yıllar sonra nasıl bir cevap verdiniz?' Einsetin düşünür, düşünür ve en sonunda şu yanıtı verir: 'Atomu parçalayıp ellerine verdim.' Evet, Albert Einstein atomu parçaladı, bunu insanlık için iyi bir niyetle yaptı, ancak bazı iktidarlar bu formülü kullanarak atom bombasını yaptı, sonuçta ise sayısı bilinmeyecek kadar insan öldü.. Bilseydi ki icadı böyle şeylere sebep olacak, Fizikçi değil de ayakkabı tamircisi olurdu..

Geri kalmış toplumlarda, Atom Bombası'ndan daha da tehlikeli bombalar vardır. Para ve Din ilk ortaya çıktıkları zaman büyük bir devrim yarattılar, ancak günümüzde her ikisi de art niyetli insanlarca toplumu etkisizleştirmek için kullanıldı. İnsanların yaşamları kolaylaşsın diye Lidyalılar'ın bulduğu Para, sosyal hayatı bir işkence odasından kurtarmak için ortaya çıkan Din... Art niyetli insanlar para ile dini aynı çıtada değerlendirdiğim yönünde haksız saldırılarda bulunabilirler, kesinlikle aynı çıtada değerlendirmiyorum. Dinler sosyal hayatı tamamen, daha geniş anlamda düzenlemek için ortaya çıkmış büyük devrimlerdir.

Atomun Parçalanması gibi, Din ve Paranın ortaya çıkmasının da art niyetli bir çıkış olduğuna inanmıyorum, ortaya çıktıkları dönemleri iyice araştırmanız sizin de bu kanıya ulaşmanızı sağlayacaktır. Peki ya sonra? Sonrasında bu üçü de iktidarların elinde birer kaleşnikof olmuş, insan varlığı delik deşik edilip öz yeterliliği kendisinden satın alınmış, bu ticaretin akabinde de kendisine afyon satılmıştır. Sorgulama ve İsyan Edebilme Yeterliliği olmayanlara ben Halk demiyorum, onlar sadece insan yığınıdır. Ve atom ile başarılmasa bile, para ve din ile Halklardan insan yığınları oluşturulmuş.. 

Diyeceğim şu: Bunlar, bunlar derken de genellemiyorum lütfen dikkatli okuyunuz, bunlar yani Seyyidlik Seceresiyle Aristokrat hayat süren bazı kişiler, cennetin dünyadaki kaymağını bolca yediler, Aristokratlardan hangi birinin önüne iki mısra koysanız, noktasıyla virgülünü ayırt edemez iken bunları hep kendimize Çoban seçtik. Şimdi dikkatinizi depremin yara bere bıraktığı kentime çekmek istiyorum, birkaç saniye içinde sevgilerini mezarlıklara çaldırmış insanların kentinden; Erciş'ten..

Ey Ercişliler, biz hala akıllanmadık mı? Hala kendisini koyun hissedenlerimiz bu kadar çok mu, Arvas soy ismine sahip diye defalarca seçtiğimiz Milletvekillerimiz oldu, ancak bu kez durum daha farklı.. Belediye Başkan Adaylarından biri Arvas soy ismiyle diğer partilere fark atsın diye öne sürüldü..


Peki bir Aristokrat neden daha üst yerler dururken Belediyeye yönelir ki?

1- İktidar, Van'ı kaybetmemek için; ta Osmanlı Devletinden, Şii İran Devletinden bugünlere kadar uzanan ve pek de yabancısı olmadığımız tarihi bir oyun oynuyor.

2- Doğu insanları için Din hassas noktadır, gerek Kürd'ü ile ve gerekse de orada diğer halklarıyla beraber bütün Halkların en zayıf noktası Din'dir. Din politikaya bir kez daha alet ediliyor...

3- Belediyenin Kaymağı Vekilliğin kaymağından daha makul olmuş, malum üzere teknoloji çok gelişti ve bütün teknolojik gözler Devletin Yönetim Yeri olan Meclise dönmüş durumda ve gün geçmiyor ki bir Vekilimizin yolsuzluğu ortaya çıkmasın... En son olan yolsuzluk operasyonları sonucunda, sayısı az sayılamayacak kadar Bakan görevinden istifa etmek zorunda kaldı. Böyle bir durumda yolsuzluğun en sağlam saklanacağı inler de Belediyeler oluyor.

Sayın Abdulahat Beyin bilgilerini inceledim, mübarek kurduğu fabrikalardan ve de ticari girişimlerinden bahsetmekten fırsat bulup da gariban Erciş'in halinden zerre kadar bahsetmemiş.

Yazımın burasına birkaç önemli not düşmek istiyorum:

Kemal Kılıçdaroğlu'nun 15.10.2013 tarihindeki orjinal çıkışı:

''Peygamberimiz Hz. Muhammed'in soyundan geliyor mensubu olduğumuz aile. 'Seyyid' soyuyuz yani.''

CHP-DYP gibi partiler her seçim döneminde Dersim'den seçilmeyi başarır, nedenini düşündünüz mü?

Dersimin Kureyşanlı ailesi çok etkin bir ailedir. Bu aile de Arvasi Ailesi gibi çok değerli insanlar çıkarmıştır, kesinlikle bir genelleme yapmıyorum, benim burada kastım Aristokrat Sınıfına dahil olan insanlara dikkat çekmektir, zira bir kısım insan yüzünden bütün kesimi zan altında bırakamam.

Kureyşanlılar... Ne yazık ki Arvas ismi altında yapılan birçok iş bu isim altında da yapıla gelmiştir. Ve Alevilerdeki Seyyidlik; Dedelik demektir.

Dersim ve CHP... Aynen Sunnilerin birilerin peşinden koşup iktidar partilerine oy vermesi gibi... Kardeşlerim uyanmalıyız, millet ayda su arıyor, ufkumuzu genişletmemizin zamanı daha gelmedi mi, sınıfları yıkıp Hakikate doğru ilerlememiz lazım iken kendilerini üst bir sınıf olarak gösteren Aristokratların peşine vermekten yorulmadık mı? Hazreti Muhammed, Hazreti Ali; sınıflı bir toplumu onaylamıyordu, Müslümanların Hazreti Muhammed'in duruşu ile çelişmesi gaflete düşmelerinden kaynaklanmıyor mu? Gaflet uykusundan silkelenelim!...

Prof. Ahmet Akgündüz de 1990 yılında hazırladığı bir belgeyle Bedizüzzaman Saîdê Kurdî'nin Seyyid olduğunu iddia etti. Nur Cemaati içinde de birçok farklı cemaat vardır, bunlardan bir kısmı aşırı derecede Milliyetçidir ve Bediüzzeman Said-i Nursi'nin Kürd olmasını bir türlü hazmedemediler. Bediüzzeman'ın Seyid olduğu ile ilgili ortaya atılan iddialara karşılık yazılmış bir yazının bir bölümünü olduğu gibi yazıyorum:

''Belgenin 1935 yılına ait olmadığı ve 1990’da hazırlandığı, sanki eskiymiş gibi göstermek için çeşitli teknikler kullanılarak eskitildiği, tarihi, orjinal bir belge olmadığı anlaşılmıştır. Herhangi bir internet sitesine girildiğinde kağıt eskitmenin yarım bardak çay veya kahve gibi içecekler kullanılarak kolaylıkla yapıldığı görülebilir. Belgelerin 1935 yılına ait olmadığını 1990 yılına ait olduğunu belgeyi hazırlayıp Akgündüz hocaya getiren Mahmut isimli şahıs da itiraf etmiştir. Molla Feyzi Güzelsoy ağabey bu gerçeği şöyle anlatmaktadır: ''Ahmet Akgündüz hocamıza şecereyi getiren Mahmut adındaki zat önce Diyarbakır’da benim yanıma geldi ve bütün evrakları bana verdi. Bende okumaya başladım. Baktım ki, çok eski bir evrak havası verilmiş.''

Peki Bediüzzaman Yaşarken Seyyid olmadığını söylemesine rağmen neden onu da Seyyid yapmaya çalışırlar?

Çünkü Bediüzzaman Halkın samimiyetine inandığı bir İslam Düşünürüydü. Halkın ona karşı olan sevgisini Seyyidlik Sınıfına eski ihtişamına kavuşturmak için kullanılmak istenmiştir. Bir de Bediüzzeman gibi farklı kesimlerin saygısını kazanmış bir insanın Kürd olmasını hazm edemediklerinden onun Kürd olduğunu çürütmek istemişlerdir.

İktidarın yanında değil, yoksulun yanında saf tutmuş, toplumdaki ayrıcalıklı sınıfların yıkılmasını isteyen ve de bunun için mücadeleler vermiş gerçek Seyyidlere ihtiyacımız var, Aristokrat sınıfı temsil edenlere ihtiyacımız yok.

Bizim; Seyit Taha- i Nehri'ye, Diyarbakır'da idam edilen Seyit Abdulkadir ve Seyid Abdullah'a, Osmanlının acılar içinde sürgün etmesine rağmen davasından dönmeyecek Şeyh Ubeydullah Nehri-ye, Dersim'de baş kaldıran Seyit Rıza'ya, Diyarbakır'da asılacağını göze alarak zulmün yanında değil de karşısında durmuş olan Şeyh Said'e ihtiyacımız var... Mele Mistafa Barzani'ye, Bakanken Kürd olduğunu türkü türkü haykıran Şerefettin Elçi'ye ihtiyacımız var.. Bizim ünvanlarıyla bir yerlere gelmeye çalışan insanlara ihtiyacımız yok, Takva sahibi Bilge insanlara ihtiyacımız var.

Konumunu, rütbesini, unvanını, ırkını,... çıkar ve menfaat yolunda harcayan insanlara ihtiyacımız yoktur. Peygamber'in yolunda olan gerçek Müslümanlar da her şeyi gerçeğiyle yaşayan herkes gibi şunu çok iyi bilirler ki, Hakikatin Takvada olduğu iyi hatırlatılmalı ve istismarcılara aldanılmamalı...

Ve son not: Babam Tarafı Van'da ''Mala Şêx Bekirê Zor'' , Anne Tarafım ise ''Mala Seyîd Hesenê Besrayê'' soyundan geliyor. Ve benim kendi ailemin de kuşaklardır her iki koldan Seyyid oldukları söylenir... Bu doğru da olabilir, yanlış bir bilgi de olabilir. İnanın bu ayrıcalıklı durum beni zerre kadar da ilgilendirmiyor. Benim yakın akrabalarımın birkaçının soyadını birkaç yıl önce değiştirip Seyid Bekir Oğulları yaptıklarını duyduğumda yıkıldım, çünkü bu değişikliğin neden dolayı yapıldığını çok iyi biliyorum, onaylamıyorum ve bildiklerimden dolayı acı çekiyorum.

Halkının yanında olmayan ve halkı tarafından Alim kabul edilen kesimler, öldükten sonra cehennemde odun olacaklardır. Bu yazdıklarımı bir bütün halinde okumanızı rica ediyorum, zira yazdıklarım bir kesim tarafından suistimal edilebilir, karşılıklı anlaşabilmemiz dileğiyle... Gerek Aleviler arasındaki Gerçek Seyyidleri ve de gerek Suniler arasındaki gerçek Seyidleri, toplum içinde Aristokrat bir Sınıfa dahil olabilecekken kendilerini Halka adadıkları ve zulmün her türlüsünün karşısında durdukları için Rahmetle anıyor ve bu yazdıklarımı 'YA MUHAMMED YA ALİ' diyerek vicdanlarınıza teslim ediyorum.

Van'a ve Aristokrat Sınıflara teslim olmamış, kendisini Aristokrat bir Sınıf içine sokmayan, sınıfsız bir toplum için mücadele eden bütün canlara selam ile..