Eşcinselliğin bilinçli ve belirgin biçimde edebi metinlerde ancak 20. yüzyılın başlarında yer almaya başladığını görüyoruz. Peki, ‘gey ve lezbiyen edebiyat’ şeklinde özgün bir kategorileştirme mümkün müdür? Böyle bir tanım yapmak başka soruları da peşinde getiriyor. ‘Gey ve lezbiyen edebiyat’ olarak adlandırdığımız literatür yalnızca lezbiyen ve gey yazarlar tarafından üretilmiş metinlerden mi oluşmakta? Bir biçimde eşcinselliği konu edinmiş, gey ve lezbiyen temsilleri içinde barındıran metinler de bu kapsamda değerlendirilebilir mi? Hugh Stevens da şöyle soruyor: Erkek arkadaşlar ya da kız arkadaşlar arasındaki arzunun temsilleri “gey ve lezbiyen” midir? Shakespeare’in Venedik Taciri’ndeki iki arkadaş gey midir? Bütün bu sorulara net bir şekilde yanıt üretmek kolay değil. Gey, lezbiyen, queer, eşcinsel gibi kavramların anlamlarının tartışmalı olduğunu, eşcinsel kimliklerin ne zaman görünür olduğu ve queer teori hakkında anlaşmazlıkların var olduğunu düşünülürse ‘Gey ve lezbiyen edebiyat’ gibi doğrudan bir kategorileştirmenin de problemli olduğu söylenebilir.

 

Tüm bu sorularla birlikte eşcinselliğin temsillerini ve hemcins arzusunu konu eden metinlerin oluşturduğu bir toplam var. Hugh Stevens tarafından derlenen ve Ekim ayında Sel Yayıncılık’tan basılan “Gey ve Lezbiyen Yazını” da gey, lezbiyen ve transgender kimlik ve kültürüne dair birçok meseleyi irdeliyor ve bu meselelerin edebi metinlerde nasıl yer aldığını tartışıyor.

 

Bazı bölümlerine değineceğim eser on üç tema altında farklı yazarların kaleme aldığı yazılardan oluşuyor. “Eşcinsel Yazını mahkemede: Fanny Hill’den Gay News’a”; “Psikanaliz, Eşcinsellik ve Modernizm”, “Lezbiyen Modernizmi: Dolabın İçinde ve Ötesinde Yazmak”, “İhlalinErotikası”, “Gey Kurmacasında Normallik ve Queerlik”, “Seyahatin Homoerotiği: İnsanlar, Fikirler, Janrlar”, “Irk ve Hemcins Arzusunun Oueerliği”, “AIDS Edebiyatı”, “Trangender Kurmaca ve Politika”, “Günümüz Lezbiyen ve Gey Kurmacasında Geçmişle Karşılaşmak”, “Queer Cinsiyetler Arası Ortaklık”, “Adlandırılamayanı Adlandırmak: Lezbiyen ve Gey Aşk Şiiri”, “New York’ta Queer Yazar”.

 

Her bölüm irdelediği alanın öncelikle can alıcı kavramlarını sunuyor ve bu kavramların okunma biçimlerini göstermek üzere birçok önemli edebi metne başvuruyor.

 

‘Muzır’ neşriyat mahkemede

 

Kitap gey ve lezbiyen literatürün basın, hukuk, psikanaliz gibi kurumlar tarafından sansür edilme ve meşrulaştırılma öyküsüyle başlıyor.

 

Bölümün yazarı Joseph Bristow, John Cleland’ın Kasım 1748 ve Şubat 1479’da iki dizi halinde yayımlanan ‘Bir Zevk Kadınının Anıları’ (Memoirs of a Lady of Pleasure) adlı romanının ‘sakıncalarından arındırılmış’ ilk halinin bile “nedamet için Tanrı’dan gelen güçlü çağrılar” olarak yorumlanmasına dikkat çekiyor. Devlet, pek sakıncalı saydığı erkek eşcinselliği tasvirlerinin ceza hak ettiğine inanıyor ve ‘Bir Zevk Kadınının Anıları’ İngiliz edebiyatında yazarının “kamu muaşeretine” verdiği zarar nedeniyle açık açık yasaklanan ilk orijinal eser olarak ortaya çıkıyor.

 

1857’de ‘Muzır Neşriyat Yasası’ olarak adlandırılan özel yasanın oluşturulması “siyanür asidi, striknin ya da arsenikten daha ölümcül bir zehrin –muzır neşriyat ve edepsiz kitapların satışı-satıldığını” keşfetmesiyle gerçekleşiyor. Yasaya göre muzır sayılan eserler toplatılarak yok edilebiliyor ve görülüyor ki uygulamaya geçildiği andan itibaren sadece ‘ahlak bozucu’ eserlerle sınırlı kalınmayıp John Drdyen’ın Ovidius’unu bile kapsayacak geniş bir müdahale gerçekleşiyor.

 

Bristow bu ilk kısımda 18. yüzyıldan 1940’lara kadar hemcins arzusu konusunda cinsellik bilgisini üreten ve çoğaltan, erkekler arasındaki aşkı konu alan eserlerin sansüre uğrayışı, yok edilişi, yazarlarının cezalandırılışı süreçlerini pek çok örnekle gözler önüne seriyor.

 

1960’lara gelindiğinde yayımcıların ‘muzır’ eserlerden ‘Lady Chatterley’nin Sevgilisi’ ve ‘Fanny Hill’in baskılarını cezadan muaf kalarak yayımlamasını güvence altına alması bir dönüm noktasıdır diyebiliriz, ki böylece lezbiyen edebiyatının ‘sapık’ külliyattan mahkemeye çıkması durumu ortadan kalkmaya başlar. 1976’da James Kirkup’ın “The Love That Dares to Speak Its Name” adlı şiirine –Hz. İsa’yı haça gerildikten sonra kentauros denilen bir mitolojik yaratıkla cinsel ilişkiye girerken gösterir- dine küfür yasasına dayandırılarak dava açılır. 1979’da Lordlar Kamarası üyeleri şiirin yayımcılarını suçlu bulsa da 2008’de küfür yasasının kaldırılmasıyla şiir özgür kalır ve eşcinsel edebiyatın 350 yıldır mahkemeye taşınmasına sembolik olarak da olsa son verilir.

 

AIDS temsilleri

 

Richard Canning’in “AIDS Edebiyatı” başlıklı bölümü AIDS temsillerinin edebi metinlerde ne kadar az yer aldığını sorgulayarak ve konuyla ilgili mevcut roman, anı, film, şiir ve diğer metinlerin AIDS etrafındaki “doğal olmayan sükûnet hatta sessizlik”i dağıtmaya yetmediği tespitini yaparak başlıyor. Özellikle 1980 ve 1990 yıllarında basılmış anı, roman, öykü, şiir ve kurmaca metinler etrafında bir “AIDS edebiyatı” çerçevesi çiziyor.

 

Canning’in bu kapsamda değerlendirdiği eserlerden bazıları; Armistead Maupin’in The Night Listener’ı, Michael Tolliver’ın Lives’ı, Michael Tolliver’ın Lives’ı, Shannon Burke’ün Safelight’ı, Shawn Decker’in My Pet Virus’ı, Samuel Delany’nin bilim kurgu romanı Flight from Neveryon ve ardından The Mad Man, Larry Duplechan’ın Tangled Up in Blue’su, Steven Corbin’in Fragments that Remain’i, Essex Hemphill’in Brother to Brother adlı antolojisi.

 

Transgender edebiyat

 

Lezbiyen ve gey edebiyatının çeşitli temalar altında irdeleyen kitabın bir bölümü de transgender edebiyatına ayrılmış. Transgender kimlik, kültür ve edebiyatı üzerine olan bu bölümün yazarı Heather Love, Virginia Woolf’un Orlando’su gibi modernist lezbiyen romanların ve “yanlış ‘beden’de doğduklarına inanan bireylerin” tanıklıklarının yer aldığı eserlerin aslında lezbiyen değil transgender olarak okunabilecekleri iddiasını ortaya atıyor.

 

Bu bağlamda -romanın merkezinde yer almasa da- Virginia Woolf’un Orlando’sunun erkekten kadına dönüşmesi Batı edebiyatının en bilinen örneklerinden biri olarak gösteriliyor. Woolf ‘ucube’ kahramanının dönüşme anını şöyle anlatır:

 

Orlando bir kadın olmuştu –inkâr edilemez. Fakat diğer bütün açılardan Orlando neyse o kaldı… Değişim acısız, tastamam ve Orlando’nun bizzat hiç şaşırmadığı biçimde gerçekleşmiş gibi görünüyor. Birçok insan bunu dikkate alarak ve böyle bir değişimin doğaya aykırı olduğunu düşünerek Orlando’nun her zaman kadın olmuş olduğunu, Orlando’nun o an erkek olduğunu kanıtlamakta epey zorlandı. Bırakın da biyolog ve psikologlar karar versin. Basit gerçeği söylemek bizim için yeterli; Orlando otuz yaşına kadar erkekti ve kadın olduktan sonra öyle kalmaya devam etti.

 

Heather Love’ın üzerinde durduğu Radclyffe Hall’un The Well of Loneliness romanının unutulmaz sahnesi belki de Orlando’nun hikayesinden çok daha etkileyicidir. Romanın kendini kadın olarak görmeyen kahramanı Stephen Gordon evli bir kadınla yataktayken annesine yakalanır ve sonraki o trajik karşılaşmalarında annesinin ‘ahlaksızlık’ ve ‘sapkınlık’ suçlamalarına karşı “Ne olduğumu bilmiyordum, kimse bana farklı olduğumu söylemedi ve artık farklı olduğumu biliyorum.” der. Bu sahnedeki ve anlatının diğer bölümlerinde ‘farklılık’ doğrudan politik bir yerden, bir toplumsal cinsiyet meselesi olarak kurulmuştur.

 

The Well gibi ‘aykırı’ eserler transgender edebiyatının filizlenmeye başladığı dönemin başlarında yer alıyor. Bilinçli anlamda transgender edebiyatın başlangıcı ise 20. yüzyılın ikinci yarısını buluyor. Jan Morris’in ‘Conundrum’(1974) adlı romanı ilk dönemin önemli bir romanı olarak sayılmaktadır. Heather Lowe, sonrasında Leslie Feinberg’ün ‘Stone Butch Blues’ ve ‘Drag King’ (2006), Jeffrey Eugenides’in 2002 Pulitzer ödüllü ‘Middlesex Trumpet’, Julie Anne Peters’in ‘Luna’ (2004) adlı romanları üzerinde detaylıca duruyor. 2004’de yayımlanan ‘Luna’da ise Heather’ın deyimiyle “Peters’ın lezbiyen bir yazar olarak transgender deneyimi bu kadar net olarak yakalayabilmesi cesaret vericidir.” ve bu roman transgender edebiyatı ulaştırdığı nokta bakımından büyük önem taşıyor.

 

‘Adlandırılamayan aşk’ın şiiri

 

1895 Nisan’ında savcı Lord Alfred Douglas Oscar Wilde’a “Two Loves”ın son dizesiyle ilgili olarak “Adı dile getirilemeyen aşk nedir?”diye sorduğunda Wilde cevabında şunu söylüyor:

 

“Bu yüzyılda ‘Adını dile getiremeyen aşk’ olgun bir adamın genç bir adama duyduğu, Davut ve Yonatan arasındaki duygu kadar, Platon’un felsefesinin temeli kadar, Michelangelo ve Shakespeare sonelerinde rastlayacağınız kadar derin bir duygudur. Saf olduğu kadar mükemmel de olan o derin, ruhsal duygudur…”

 

Kitabın en zevkli bölümlerinden biri “Adlandırılamayanı adlandırmak: lezbiyen ve gey aşk şiiri”. “Lezbiyen ve gey aşk şiiri” kategorileştirmesi de tartışmaya açık elbette; ama söz konusu bölümün yazarı Richard Bozorth ‘lezbiyen ve gey aşk şiiri’ olarak okunabilecek birçok metnin bulunduğunu ve bunun tarihsel bir gerçek olduğunu belirtiyor.

 

Shakespeare’den itibaren geylerin ve lezbiyenlerin yazdıkları ya da okudukları klasikleşmiş aşk şiirlerinden bir kısmı tartışılıyor. Lirizm, cinsiyetin belirsiz olduğu bir sevgiliye hitap, erotizm, ölüm gibi temalarla çevrili “adının söylenmeye cesaret edilemediği aşk”ın işlendiği geniş bir şiir literatürü gözden geçiriliyor.

 

Yazar, Shakespeare’in dilinin cinselliğine dair tartışmaları ve farklı yaklaşımları gösterse de üzerinde ortaklığa varılan şudur ki Shakespeare’in “Adını dile getiremeyen aşk”ı işleyen soneleri kendisinden sonra gelen şairler için –Alfred Tennyson, Gerard Manley Hopkins, Emily Dickinson, Auden, Stein ve Hart Craine- ön açıcı bir işlev edinmiştir.

 

Bozorth bölümün ikinci kısmında ise Shakespeare’den sonra Christina Rosetti, Walt Whitman, Emily Dickinson, Hart Crane, Gertrude Stein, W.H. Auden, Adrienne Rich ve Mark Doty gibi şairlerin farklı şiir stratejilerini tasvir ediyor.

 

‘Lezbiyen ve gey edebiyat tarihi’nden ziyade bir başvuru kaynağı niteliği taşıyan kitap “özellikle Türkiye'de, gey lezbiyen yazını konusunda yok denecek kadar sınırlı sayıdaki kaynaktan biri ve bu sayede hem edebî, hem de toplumsal açıdan Türkçede de artık açılması gereken bir kapıyı aralıyor.”

(Agos’ta da yayınlanmıştır)

 

*Hugh Stevens, Gey ve Lezbiyen Yazını

Sel Yayıncılık/LGBT Kitaplığı, İstanbul, Ekim 2011.

Türkçe’ye çeviren: Kıvanç Tanrıyar

336 sayfa.