12 Eylül 1980 darbesinin ardından üretilen politikalar, yaşamın bütününü kapsayan reformlarla şekillenirken, bu reform hareketlerinden etkilenen bir alan olarak televizyon da yer almaktaydı.
Yayıncılıkta yeniliklere gidilmiş, bundan sonraki yenilikler içerisine izleyiciler de işin içine katılmıştır. Yani önceleri pasif olarak görülen izleyici bu dönemle birlikte aktif izleyiciler konumunu almıştır. Bu yenilikçi adımlar ise 1983 yılında ANAP'ın Türkiye'de iktidar olmasıyla birlikte medyanın geleneksellikten uzak yenilikçi oluşumlara/yaklaşımlara kapıları aralamasıyla gerçekleşmiştir.
Bülent Ersoy'a uygulanan sahne yasağı
Fakat bu yeniliklerden hemen önceye gidildiğinde, darbenin karanlık rüzgarlarının etkisi altında, 1980'de başlayarak Bülent Ersoy'a uygulanan ve 8 yıl süren sahne yasağı unutulmamalıdır. Bülent Ersoy'a uygulanan bu 8 yıllık sahne yasağının hemen ardından ise, TRT'de yayınlanan ve Uğur Dündar'ın sunmuş olduğu 'Günlerin Getirdiği' adlı programın içeriğine bakıldığındaysa baskıcı-heteroseksüel iktidar-medya işbirliğinde cinsiyet uyum operasyonu geçirmiş veya geçirmemiş trans kadınların hayatlarını merkeze alarak, trans dışlayıcı nefret söylemleriyle beraber bilimden uzak hekim röportajlarıyla içeriği döşenmiş bir program olmuştur. Sadece birkaç bölümü ''cinsiyet değiştirme'' başlığı altında yapılan program trans dışlayıcı ve ''toplumu eşcinselliğe özendirme'' gibi yanlış ifade ve bilgilendirmelerden öteye geçememiştir.
İlerleyen yıllarda önceleri gazetelerin üçüncü sayfalarında yer verilen haberlerin bu defa gazetelerden doğru televizyon ekranlarına aktarılan tıpkı bugün Müge Anlı'nın da sunmuş olduğu 'Müge Anlı ile Tatlı Sert' programı gibi, içerisinde çeşitli suçların işlendiği/bulunduğu ve her nedense adalet ve hukuk sisteminin bir şekilde çözüme ulaştıramadığı/uğraşmadığı türlü olayların ekranda türlü yollarla çözüme kavuşturulduğu ilk reality showlardan birisi olan ve Fatma Girik'in sunmuş olduğu 'Söz Fato'da' programıdır. Bu program da içerik bakımından tıpkı bugün yayın hayatına devam eden 'Müge Anlı ile Tatlı Sert' programı ile benzerlikler taşımaktadır: Kadına karşı şiddet, tecavüz, cinayet vb. konulardır işlenen. 'Söz Fato'da' programının bir bölümünde Muğla Ortaca'da yaşayan trans kadın Mükerrem'in, Ortaca Belediye Başkanı ve belediye içerisinde farklı kademelerdeki kişiler tarafından cinsel tacize, psikolojik şiddete maruz kalması ve de haraca bağlanması konu edinilmiş olsa da, 80'li yıllardan itibaren izleyicilerin artık birer aktif üyeler olduğu göz önüne alınarak reyting savaşları kıskacında Mükerrem'in sözleri esas alınmadığı gibi kendisini yaşadıklarını gizli kameraya çekerek ispatlaması istenmiş ve bile bile faillerinin üzerine gönderilmiştir.
'Huysuz Virjin'in ekranlara çıkışının engellenmesi
1990'lı yıllara gelindiğinde, gelişen ve dönüşen batılılaşma rüzgarlarının esintisi ile bilgi ve teknoloji toplumunun medyayı da giderek etkisi altına aldığı programlardan biri olan 'Huysuz Show''dur, (1994). Seyfi Dursunoğlu tarafından yaratılan ve benliğinin başka çeşidini performans sanatı üzerinden ortaya çıkardığı 'Huysuz Virjin' karakteri, 1994 yılında ekranlarda daha fazla yer verilerek gösterilmeye başlanmıştır. Programın içeriğinde; Seyfi Dursunoğlu Draq Queen olarak çıktığı sahne önündeki masalarda oturan ailelerin/arkadaşların ve hatta birbirini tanımadan aynı masaya denk düşmüş onlarca insanın karşısına kendine has selamlamalarıyla başlar. İlerleyen dakikalarda doğaçlama bir şekilde gözüne kestirdiği herhangi bir seyirciyi esprilerine malzeme yapar, hemen ardından ünlü konuklarını stüdyoya davet ederek yine doğaçlama hikayelerle programına devam etmekteydi. Bu espriler her daim eleştirel düşündürücü ve güldürücü esprilerdi. Ne var ki, 2002 yılına kadar Türk medyasının kendi batılılaşma imajının Türkiye versiyonu çerçevesinde 2002 yılı Türkiye genel seçimlerinde iktidara Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) gelmesiyle, uygulamış olduğu aşırıcı tutucu muhafazakar politikaları neticesinde 'Huysuz Virjin' 2007 yılında RTÜK tarafından yasaklanarak ekranlara çıkışı engellenmiştir. RTÜK'ün bu kararı sonucunda da Türkiye'nin kendi versiyonu içerisinde batılılaşmadan koparak baskıcı ve muhafazakar gelenekselci bir medya-toplum yaratma gayesinin ilk adımları olarak gösterilebilmektedir. Çünkü günümüz reality showlarına bakıldığında, kurumsallaştırılmak istenilen/kurumsallaştırılan atanmış aile kavramının ve içerisinde bulunan her bir bireyi birbirine tutunma zorunluluğu getiren ve iktidar kurallarıyla içi döşenmiş programlarla karşı karşıya bırakılmaktayız. Bunlar; 'Müge Anlı ile Tatlı Sert', 'Esra Erol'da', 'Didem Aslan'la Vazgeçme', 'Fulya ile Umudun Olsun', 'Serap Paköz ile Gerçeğin Peşinde' vb. programları tamamen iktidar ideolojileri çerçevesinde kadınları korkutma, onları kamusal alandan dışlayarak içsel alan olan evin içerisine bağımlı kılmanın türlü yol haritalarını çizen; fakat ne kadınların, ne de çocukların güvenceli haklarından söz etmeyen görsel ve söylemlerden oluşmaktayken, LGBTİ + lardan ise hiçbir şekilde söz edilmemektedir.
'Maske Kimsin Sen' yayından kaldırılmak isteniyor
Tüm sosyo-kültürel ve ekonomik-politik kararların kendi himayesine verilen tek adam rejiminin tekelinde bulunan medya organları bu karanlığa hizmet etmeye devam ederken, gece yarısı ansızın yayınlanan 'tek adam genelgesi' olarak adlandırabileceğimiz bir genelge ile FOX TV'de yayınlanan Çünkü bu program ana akımda yayınlanan diğer programlarla bile karşılaştırılması yapılamayacak bir tutumla ''toplumumuzun temel değerlerine...'', ''...toplum üzerindeki yıkıcı etkileri...'' iddialarını ortaya atılarak hedef göstermekte.
Yukarıda da belirtmiş olduğum gibi birçok gündüz kuşak programlarına bakıldığında, heteroseksüel iktidar/heteroseksüel medya işbirliğinde Türkiye toplumu 80'li yıllarda aktif olarak görülen izleyicileri tekrardan pasifize etmeye çalışmaktadır. Korku hegemonyası üzerine kurulu bu programlar ise tıpkı AKP iktidarının muhafazakar gençlik yetiştirmeye yönelik politikalarının neticesinde kent kent kurduğu tarikat kurumlarına benzemektedir. Bu politikalara hizmet etmeye devam etmek ise Türkiye'yi; insan haklarının olmadığı, çeşitlilik fobisinin arttığı, atanmış ailelerde kişileri zorunlu ikamete zorlamanın çeşitli kötücül sonuçlara ittiğini, kadın, çocuk ve LGBTİ+’ları kapsayan yasaların uygulanır şekle getirilmemesinin, medya organlarının sadece TRT'ymişçesine gibi işlenmesi/işletilmesi vb. nedenler, en başına, 80'li yılların da öncesine götürmeye devam etmektedir.