HDP MYK üyesi Nimetullah Erdoğmuş TRT'de propaganda çerçevesinde konuştu.

Erdoğmuş, konuşmasında ekonomide yaşananlara da değindi.

Erdoğamuş, "Camilerde cemaate ‘faiz haramdır’ hutbesini okutan sistem ekonomik kriz dolayısıyla faizi her geçen gün artırırken “topluma haram olan faiz devlet için helal midir” sorusunu akla getirmektedir. Siyasi iktidarın ilk gününde bir kilo buğday ile bir litre mazot alan çiftçi bugün ancak altı kilo buğday ile bir litre mazot alabilmektedir" dedi.

Nimetullah Erdoğmuş'un TRT konuşmasının tamamı şöyle:

Hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum. Sözlerime başlarken Suruç’ta AKP’nin provokasyonu sonucu hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum. Suruç’ta yaşanan bu elim olayla ilgili adaletin er geç tecelli edeceğine inanıyorum.

İnşallah hep birlikte yarın sandık başına gidecek, vicdanımızın en temel unsuru ve ruhumuzun en önemli özelliği olan hür irademizi beyan etmiş olacağız. Bu tarihi sorumluluğumuz, aslında hepimizin hukukunu koruyacak olan adalet arayışından başka bir şey değildir. Adalet-perver
bir insan için mazlumların hakkını korumak ve zalimleri de cezalandırmak hayati bir tercihtir.

Çünkü bir yangın vuku bulduğunda kimisi odunla kimisi de suyla koşar. Bu İbrahimî bir sırdır. Yakıcı, yıkıcı ve tahripkâr her ateşe su ile koşmak bir hak mücadelesi ve adalet özleminin en saf ve duru hali iken, ateşe taşınan odun ise zulmün ve karanlığın en kesif halidir. Yangına su ile koşmayı tercih edenler ilk merhalede suyu zalimin tekelinden kurtarmak durumunda kalırlar.

Tarihi yaralarımızın en kapanmaz olaylarından biri olan Kerbela vakıasında, susuzluktan kuruyan dudakların sudan mahrum bırakılmaları bu zorluğun en acı temsillerindendir. Ancak bizler inanıyor ve biliyoruz ki; bu sırrın çözümünde ateş, bırakalım suya galip gelmeyi yakıcı özelliğini dahi mucizevi biçimde kaybetmiş olacaktır.

Bugün ateşe odunla gidenlerin temsilcisi siyasi iktidar, mazlumun yanında durarak ateşe su taşıyan ise partimiz HDP’dir.

Ateşe karşı su ne ise zulme karşı adalet de odur. Aslında hukuk mücadelesi bir peygamber mesleğidir. Bu meslek adalete âşıktır. Ne yazık ki; onların hukuk mücadelesini sürdürecek ve mesleğini icra edecek elçiler artık gelmeyecek! Ancak bu meslek hiçbir zaman da sahipsiz
kalmayacaktır. Artık her bir birey, gücünün yettiğince adalet arayışı ve hukuk mücadelesine katılmak zorundadır.

Öyle ise hareket noktası ne olmalıdır? Bu topraklarda adaletin tanımı; ‘zalim; sen de olsan, annen, baban veya akraban da olsa karşısında, mazlum; düşman da olsa yanında olmak’ tır.

Bu sorumluluktan hareketle bizler; kimlikleri, inançları, cinsiyetleri ve renkleri ne olursa olsun, mülküne mülk katan, güçsüzü ezen, emeği sömüren ve zayıfın canına kast eden zalimin yanında değil, karşısında olacağız.

Bizlerin adalet arayışı; evinde, evinin önünde, minare diplerinde suçsuz yere katledilenlerin, çantasında oyuncak taşıyan parçalı bedenlerin, haksız yere zindanlarda tutulanların hakları uğruna sürdürdüğümüz hukuk mücadelesinin ta kendisidir. Bizleri; devasa piramitlerin üzerine inşa edilmiş saltanatlarla değil, o piramitlerin inşasında yaşamlarını yitiren kölelerin mütevazı mezarlarında, toplama kamplarındaki fırınlarda yakılan bir Musevi’nin gözlerinde, yuvasından sökülüp tehcire zorlanmış bir Ezidi’nin kararlılığında, ibadetleri yasaklanan Alevilerin Cemlerinde arayınız.

Bizleri bulmak için, fabrikada, tarlada, inşaatlarda sömürülen işçinin alın terine; yüreği evlat acısıyla kavrulan tüm annelerin gözyaşlarına bakmak gerekir.

HDP, dünyanın neresinde olursa olsun; ateşe karşı suyun, hak yiyene karşı hakkını savunanın, zalime karşı mazlumun yanındadır.

Ülkemizde uzun zamandır süregelen ve sonu kestirilemeyen bir çatışma hüküm sürmektedir. Hepimiz aktif veya pasif bu çatışmanın içerisine atılmış bulunmaktayız. Husumetler, artık tohum olmaktan çıkmış etrafına dal budak saran dikenlere dönüşmüştür. Mevlana deyişi ile ‘adalet; güle su vermek, zulüm ise dikeni sulamaktır.’ Bu kırılmaz şiddet ortamını barışa; kan ve gözyaşı ortamını medeniyete tahvil etmek için yarın sandıklarda güle su vereceğiz.

Bütün bunlar gösteriyor ki; demokrasiye ve barışa ekmek kadar, su kadar ihtiyaç duymaktayız. Bugün AKP, devlet zırhına bürünerek partimizin önüne sayısız engeller koymaktadır. Seçim barajı ve Cumhurbaşkanı adayımız Sayın Selahattin DEMİRTAŞ’ın tutsaklığı ve mücadele hakkından mahrumiyeti bunun en bariz örneğidir. Aslında burada tutsak edilen, partimiz HDP’nin ve Sayın Selahattin DEMİRTAŞ’ın şahsında özlenen demokrasinin ta kendisidir.

Olağanüstü hal uygulamaları ile toplum üzerinde kurulan bu tahakküm ile bir seçim kararı alınmıştır. Bu seçimde sağduyularımız, basiretimiz ve adalet duygumuz seçim sandıklarına yansıtılmaz ise; insan haklarının, eşitlik ve özgürlük ideallerinin etrafına yeni yeni setler çekilecektir. Bu setler, devlet ile toplum arasındaki uçurumu daha da derinleştirecek, bu ikilik ise zaten tahakküm altında bulunan halklarımızı daha büyük baskı ve şiddet ortamına sürükleyecektir. Oysa istibdat yönetimine nefes sağlamak adına, hiçbir vatandaşın iradesi dikkate alınmadan, hiçbir siyasi parti teşkilatına danışılmadan, hiçbir sivil toplum kuruluşunun fikri sorulmadan yaratılan bu seçim ortamını; tam aksine sağduyuya, barışa ve kardeşliğe dönüştürebiliriz. Şiddeti tırmandırmak ve tahakkümü sürdürmek adına sandıklara dayanan AKP, bu sandıklarda hak ettiği cevabı alacaktır.

Her geçen gün maddi ve manevi alanlardaki krizler zincirleme olarak birbirini beslemektedir. İslamiyet, hiçbir iktidar döneminde bugünkü kadar Türk milliyetçiliği ile sentezlenerek kötüye kullanılmadı. Bugün Diyanet İşleri Başkanlığı başta olmak üzere dini, ilmi ve manevi hizmetleri verdiklerini iddia eden irili ufaklı yapılar, bırakınız buna itiraz etmeyi, bu projenin emir eri olarak statüko hizmetine girdiler. Buna karşılık kendilerine tahsis edilen imkânlarla toplumun bağlı olduğu değerlerden uzaklaştılar.

Ekonomide adaletsiz bölüşüm ve paylaşım hüküm sürmektedir. İşsizlik had safhada, emek hiç görülmediği kadar değersizleştirilmektedir. Camilerde cemaate ‘faiz haramdır’ hutbesini okutan sistem ekonomik kriz dolayısıyla faizi her geçen gün artırırken “topluma haram olan faiz devlet için helal midir” sorusunu akla getirmektedir. Siyasi iktidarın ilk gününde bir kilo buğday ile bir litre mazot alan çiftçi bugün ancak altı kilo buğday ile bir litre mazot alabilmektedir. Çiftçiye sunulan desteklemeler henüz ele dahi geçmeden TEDAŞ eliyle hortumlanmaktadır. Esnaf siftah yapamamakta çareyi iş yerini tasfiyede aramaktadır.

Bu krizlerden çıkış için tek çare yarın sandıkta değişimin zamanını ilan etmektir. Çare bütün bunların sebebi olan iktidarı değiştirmektir. Nitekim hükümetler halklar için vardır. Halklar onlara hizmet etmez, onlar halklara hizmet sunarlar, bunu yapmadıkları zaman da onları değiştirecek olan yine halkların kendisidir.

İktidarlar bizlere muhtaç, bizler iktidarlara değil! Nitekim dışarıdan gelen özgürlük, bir lütuf olarak reva görülen hak ve adalet yoktur. Bu şekilde sunulanlara halkların ihtiyacı da yoktur. İktidarların asıl görevi hakkı halkına teslim etmektir. İşte tam da bu nedenle bizlere ‘elinizdekilerle yetininiz’ diyenlere yarın ‘sizler istiflediklerinizin ve israf ettiklerinizin hesabını veriniz’ demenin vaktidir. Artık tamam demenin ve değiştirmenin vaktidir. Bu kötü gidiş, sizinle değişir, bizimle değişir, HDP ile değişir.

Unutulmamalıdır ki; demokrasi, bireyin gelişmesi için gereken ekonomik, siyasal ve kültürel koşulları yaratır. Faşizm ise bireyi; kendisi dışındaki amaçlara boyun eğmek durumunda bırakır. Yarın seçim sandıklarına yansıyan tercih, temelde bu iki seçenekten biri olacaktır. Yarın tüm halklarımızı sandıklara oy kullanmaya ve oyumuza sahip çıkmaya davet ediyorum.

Bir oy Demirtaş’a, bir oy HDP’ye.

Bu duygu ve düşüncelerle cezaevinde tüm seçilmişlerimizi ve hak mücadelesini hayatlarının temeli yapmış herkesi saygı ve muhabbetle ile selamlıyorum.