Geçip gidiyor su gibi, tutulmuyor hayat. Yüzümü her gün bir başka yerde buluyorum. Bir şehirden bir başka şehre, bir ülkeden bir başka ülkeye sürekli yolculuk ediyorum. Esmerliğim ele veriyor beni. Valizimde kaç bin yıllık kanamayla hem kendimi uğurluyor, hem kendimi karşılıyorum. Işığı ve suyu kesilmiş kocaman bir yalnızlık içindeyim. Balıklar çırpınıyor gözlerimde. Gözlerimi bağlayın...

*

Bir emirle, ülkeyi en kalabalık yerinden vurup sokağa akıtıyorlar. Uykusuz ve kırbaçlanmış çıplak bedenin acısını çekiyor sokaklar. Bütün haberlerde yüzüm örselenmiş, çığlığım içimi kesiyor. Elbette yaşlıların sustuğu yerde çocuklar cevabını alamadıkları soruların arkasından giderek büyürler. Yer ve gök arasında ne varsa onların adını değiştirmek, hangi cumhuriyetin yüzünü güldürmüş ki?.. Hiçbir şey uçup gitmiyor. Zaman örtmez ihanetin üstünü. İnsan hatırladığında rüzgârın yönünü bile değiştirebilir...

*

Yedi iklimi gezmiş gezginlerden ve bilinmeyen yerleri bulayım derken ardında cinayetler bırakmış kâşiflerden öğrendik: Şiddet uzanabileceğimiz bir bıçağın elimizde canavarlaşacağı kadar yakın durdukça bize, sular yorulur ve kir birikir. Suların yorulduğunu görmesin O. O'nun gözlerini bağlayın...

*

Ateşler içinde oluşan o ilk canlıdan, bugüne kaç bin kere yıkıldım ve yeniden yapıldım. Hafızam insanın ilk çığlığı. Hafızam yeryüzü cinnetinin fotoğrafı. Sanki karanlıktan beslenen kocaman bir ahtapot kucaklamış dünyayı, anılarımdan kendimi yaralı kurtarıyorum. Ellerim, Moskova önlerinde kopmuş. Yüzümü bir afişte 'aranıyor' buluyorum. Sesimle Hiroşima'da bir çocuk ağlamış. Ayaklarımı Çin'de bırakmışım, gövdem nerede yara aldı, hangi dilde can çekişiyorum, annem bilmiyor. Annemin gözlerini bağlayın...

*

Toprağın altında ve üstünde; göğün göğsünde uçan kuşların gözlerinde; atılmış pusulara aldırmadan, dağdakilerin ayak izlerinde seni aradım. Gerillaların günlüğünü karıştırıp duruyorum. Yüzümün gülen kısmısını nerede kaybettim? Her dilde rüyaydın, ama kaşları çatılmış değil. Pamuktan yumuşacık bir buluttun; yani çocuk teni ve süt kokusuydun. Sevgilimi sevme nedenim kadar aşkla gelecektin... Dünyanın bütün dağlarında rüzgâr topladım, bütün cezaları yattım da geldim. Hâlâ yasak bir meyve gibisin, çıldırıyorum. Öfkemi ortadan ikiye kırıp dönüyorum. Aşk, rüzgârın bedeni sarmasıysa, rüzgârımı alıp gidiyorum. Aşk görmesin, Aşkın gözlerini bağlayın...

*

Bütün sokaklardan aynı yüzyıla çıkıyorum. Uykuma basa basa geldim. Gözlerimi, kulaklarımı ve dudaklarımı kapattıkça utanıyorum. Yüzyılın konacağı tek bir dal bile yok. Konuştuğumda sesime bin kılıç birden çekiliyor. Her emirle bir yerim yara alıyor. Küf kokan bir tavan arasında bulunmuş fotoğraftan daha eski buluyorum kendimi. Kapanmış bir gökyüzünün o ağır atmosferinden derin uğultular geliyor. Kalbim ümidine asılmış haylaz bir çocuk yine de. Korkarım, böyle giderse çocuklar erken büyür. Erken büyümesin diye çocuklar, çocukların gözlerini bağlayın...

*

Her birimizin içinde kocaman bir iktidar yok mudur? Devletleri içimizdeki bu iktidar ve şiddet dürtülerimizle beslemiyor muyuz? Ya da devletler bizi tam da buradan örgütlemiyorlar mı? Kaşını çatanlar ne kadar bizden, biz kaşları çatıklar mı olacaktık. Bir yerden sonra karşıtımıza ne kadar benzeştiğimizi hiç düşündük mü? Bir dünya kurmadan evvel kendi iç dünyamızı kurmak mümkünken, yarın kurulacak dünyalara kendimizi ertelemek ne kadar doğrudur?

Bir evin kapısı kapandığında içeriden asla haber alınamıyor. İçimizdeki şiddetin 'haber değeri' bile yok. Kendisine yönelmedikçe, kameraları açık olsa bile görmez iktidarın cam arkasındaki çocuğu. Medyanın gözlerini bağlamayın...

*

At sırtında geçmiş bir tarihin ekmek kırıntıları bayat. Sonradan keşfedilmiş bir ulusçuluğun köylüleri mutsuzken, tımarhanelerdeki delileri sistem içine çekiyoruz... Okula başlama yaşı, askerlik yaşı, emeklilik yaşının olduğu yerde, ölme yaşının okula başlama yaşından bile önce başlaması... Termik santrallerden çevreye yayılan kül ve Muğrul'da ağaç ölümleri... Güneşin doğudan doğmasının önüne bir türlü geçilememesi... Üç tarafımızın deniz, bir tarafımızın kara olması... İpini koparan şiddetin İspanya'da sokağa salınan boğalardan daha tehlikeli olması... Devlet güvenliği altındaki mahkûmların kendi güvenliklerini kendilerinin sağlamalarının 'yasadışı'lığı... Kapıdan değil, duvardan girilen cezaevlerinin olduğu ülkelerde insan hayatının günlük güneşlik olmaması ve benzeri... Ve benzeri şiddet temelinde örgütlenmiş iktidarların gözlerini değil, basiretlerini bağlayın...

*

Düşünürken hızla bir duvara çarpıyorum sanki.
Yüzüm taş kesiliyor, bütün kemiklerimden kırık
ve çatlak haberleri alıyorum. Etim mosmor
ve bir söze bile tahammülü yok, kaş çatıyor acısı.
Ölü müyüm, yaralı mıyım, bilinmiyor.
Kendimden bir haber alamıyorum.
Hayatın gözlerini bağlayın...