'Ölüm zamanları'nda sıkça kullanılan deyişlerden biridir, "sözün bittiği yer." Gerçekten de böyle midir? Ölüm, susmayı mı getirir? Evet; ölen konuşamaz, ölümün kendisi bir 'yanıt yokluğudur', ancak yitip gidenin yasını tutanların payına da bu 'ölüm sessizliği' mi düşer? Öyle ki, eğer bu ölüm devlet şiddeti sonucunda gelen bir ölümse tam da o an'da sözün, düşünmenin ve de bunlar aracılığıyla eyleme geçmenin zamanı değil midir?

Geçtiğimiz yıl ABD'de siyahlara yönelik ölümcül devlet şiddetine karşı protesto gösterilerinin sürdüğü Ferguson'da bir eylemci, çağımıza özgü 'yas tutma ve öfkelenme ruhu'na işaret eden şu dövizi havaya kaldırmıştı: "#hashtag olmaya bir kurşun uzaklıktayız."

Devlet terörü karşısında bir kimsenin ölümünün internet ortamındaki sosyal ağlarda #hashtag'le (etiketleme) temsil buluyor oluşu, ölümü 'gündemleştirdiği' kadar, onu anaakımlaştırarak sıradanlaştırmaktadır da. Bundandır ki bir #hashtag aracılığıyla ölüm karşısında alınan tutum, aynı zamanda tutulan yasın ve duyulan öfkenin simülasyonuna da işaret etmektedir: Öldürülen gitmiştir, ardından yakılan ağıt ise birazdan bitecektir.  

Bu açıdan Fergusonlu eylemcinin havaya kaldırdığı ve özü itibariyle, "ölmemek için bir #hashtag'den fazlasını yapın" çağrısını dile getirdiği o döviz, bugün Kürt illeri başta olmak üzere Türkiye'deki devlet şiddeti karşısında tavır almak isteyenlerin de dikkat kesilmesi gereken bir noktaya vurgu yapmaktadır. 


Ölünün Sözel Olarak Yaşaması

Bir #hashtag'le tutulan yas, her şeyden önce söze yaslanır ve büyük oranda da öyle kalır. Devlet terörüyle katledilenlerin isimleriyle açılan #hashtag'ler o anki öfkeye ve anmaya aracılık ederken, öte yandan anılan ve yası tutulan kişiyi ismi aracılığıyla bir 'söz dizimine', 'kelime dizisine' dönüştürüverir.[1]  Aslında bu, ölen kişinin sözel olarak 'yaşaması' da demektir. Ancak gerçek bir yas durumunda 'ölenin sözel olarak yaşaması' hali sonsuz bir zamana tekabül ederken, bir #hashtag'de bunun benzer şekilde olduğunu söylemek çok zordur. Çünkü #hashtag'in ömrü neredeyse bir kelebek kadardır. Onun zamansallığı bir kaç saate, en fazla bir kaç güne tekabül edebilmektedir.

'İntihar'[2]  adlı eserinde 'kendi ölümünü' yazan Édouard Levé, ölüp gidenin ardından onun 'sözel' olarak varlığını sürdürmesine şöyle dikkati çeker: "Seni tanıyanlar yaşadıkça sen de yaşayacaksın. Ancak hiçbiri kalmayınca öleceksin. Tabii kimileri seni sözleriyle çocuklarının belleğinde de yaşatmazsa." Ve Levé, devamla da şu soruyu sorar: "Sözel bir kişi olarak kaç kuşak yaşayacaksın acaba?"

Ömrü bir kaç saati veya bir kaç günü geçmeyen bir #hashtag ile 'sözel'e dönüştürülen devletin öldürdüğü kişi, Levé'nin işaret ettiği haliyle 'sözel olarak yaşatılabilinmekte' midir? Yas tutan, onun bu hakkını teslim edebilmekte midir?

Gerçek bir yas, her şeyden önce zamanla ilişkilidir. Zamana yayılmayan yas, şüphe duyulasıdır. Ölünün ardından bir yas tutma biçimi olarak #hashtag, an'lık olarak hatırlatan ve anında da unutan olarak yas'ın zamansal döngüsünü alt üst eder.

#hashtag aracılığı ile tutulan bir yas'ta, yas, olması gerektiği gibi tutulup sonra hayata kalındığı yerden devam mı edilmektedir, yoksa hiç yas tutmamak ile bütün bir ömrü tutulan yasa çevirmek arasında cebelleşilmekte midir?[3]  #hashtag'lerle tutulan yas, bunlardan ancak ölçüsüzlüğün dehlizlerinde kaybolan, yani 'tutulması bilinmeyen yas'a dahil olabilmektedir. 

Sözelin Ötesinde

#hashtag, sözeldir. Oysa -bizzat devlet şiddeti ile gelen bir ölüm karşısında tutulacak- yasın gerçek bir yas olabilmesi için onu sözel olanın ötesine geçirerek dışarıya taşırmak gerekir.

Bugün tutulamayan yas, her geçen gün başka bir tutulamayacak yas'ı beraberinde getirmektedir.  Çünkü -Ferguson'daki eylemcilerin sözleriyle- Türkiye'de iktidarın karşısında duran her muhalif artık '#hashtag olmaya bir kurşun uzaklıktadır."

'Yarın ölebilecek olanlar hala hayattayken'[4]  yapmamız gereken şey tüm bu ölümler karşısında sarsılmak ve öldüren egemene karşı harekete geçmektir. Bu, her şeyden önce hakkıyla bir yas tutmakla mümkündür.

Evlerin ve iş yerlerinin tarandığı, bombalandığı, yakılıp yıkıldığı Silvan'a giden HDP'li vekil Filiz Kerestecioğlu'nun dediği gibi: "Silvan, Varto, Şemdinli halkı yalnız bırakılmaz ve 'Savaşa hayır!' denilirse bu savaş ancak o zaman bitebilir."[5]  Yoksa bu savaş herkesi yakar ve TT listesine her gün bir #hashtag daha eklenir.

-----------------------------------

[1] Aslında ölen kişinin adı ve soyadının bir 'söz dizimi' olması dahi engellenir. Çünkü 'etiketleme' denilen şey sözcükler -bağlaçlar ve nihayet tek bir harf- arasında dahi ayrıma müsaade etmez. Oysa bir 'söz dizimi' boşluk ister.
[2] Levé, Édouard. İntihar. Çev: Orçun Türkay. Sel Yayıncılık. İstanbul: 2014
[3] Murathan Mungan'ın Çador adlı 'kısa roman'ında yas şu paragraftaki haliyle bir kategoriye tabi tutulur: "[...]Bazı insanların hayatında bazı ölümler geri dönülmez değişikliklere yol açar; bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı değişikliklere... Herkesin hayatında da böyle olduğu sanılır. Hayır, herkesin hayatında böyle olmaz. Bazıları hayatlarından eksilenlerin yasını tuttuktan sonra, geriye dönüp kaldıkları yerden aynen sürdürürler hayatlarını. Daha kalpsiz olduklarından değil, yalnızca böyle olduklarındandır bu. Kimileriyse yas tutmayı bilmez. Ya hiç yas tutmazlar ya da bütün ömürlerini tuttukları yasa çevirirler; bu sefer de geriye hayat kalmaz." Bkz: Mungan, Murathan. Çador. Metis Yayınları. İstanbul: 2004
[4] Pınar Öğünç'ün Birikim'deki yazısının başlığı. Bkz: http://www.birikimdergisi.com/haftalik/yarin-olebilecek-olanlar-hala-hayattayken
[5] Bkz: http://kaosgl.org/sayfa.php?id=20042

* Bu yazı bianet'te de yayınlanmıştır.